KIRIK TESTİ
Geçmişin şanlı ve ibret dolu sayfaları ve hâlin düşündürücü tabloları karşısında, kim bilir şimdiye kadar, içlerinde burkuntu, ruhlarında hüzün niceleri ağlayıp inledi. Niceleri şanlı, fakat gururu rencide olmuş bir milletin; muhteşem fakat hırpalanmış bir devletin; her tarafı “Bağ-ı İrem” iken, viranelere dönmüş bir ülkenin yürekler acısı umumî manzarasıyla âh u efgân ederek iki büklüm olup gitti.
Kaç defa insanımız, Eyyûb (aleyhisselâm) gibi hayat çeşmesinin çağıltılarını duyup sevindi; kaç defa Yakub’un (aleyhisselâm) hasreti içinde, Mısır’dan gelen gömleğin kokusundan dem vurup avundu ve kaç defa, şafak sonrası, yıllar süren bir upuzun gecede, elinde ümitten meş’ale, gözleri dolu dolu “Seniyye-i Vedâ” türküleriyle güneşin yakında doğacağını mırıldanıp durdu… Aslında, bugüne kadar bir buhurdanlık gibi tütüp duran, gözlere aydınlık bu müjdeler olmasaydı, belki de biz ve ülkemiz bir bilinmez karadeliğe kapılarak zayi olup gidecektik.! Evet, bin hasret ve iştiyak, bin ümit ve azimle, geleceğe açılanların ak ikliminde, birbirini kovalayan ışık tufanları sayesindedir ki toplum, şu karmakarışık labirentlerde özünü koruyabildi ve millet, kendi orijiniyle bugünlere geldi ulaştı.
Nesiller, yüzleri ak, alınları açık buradan göçüp giden bu aydın simaları, ebetlere kadar hep hayırla yâd edecek ve ruhlarında yaşatacaklardır.
Selâm; sinelerimizde “yâd-ı cemil” olarak kalıp giden dostlara! Selâm; mukaddes mefkûresi uğrunda dünyayı ve hayatı hakîr gören ruhlara! Selâm; yarınlar, öbür günler için toprağa tohumlar saçıp sonra da arkasına bakmadan çekip gidenlere! Selâm; milletinin inanç ve düşünce istikameti yolunda, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razı olmuş zirve insanlara! Selâm; hayatını kan-ter içinde yaşayıp arkadan gelenlere azim ve mücadele yolunu açanlara..!
Onlar, bütün bütün yaşama zevkinden sıyrılarak başkaları için var oldu ve başkaları için yaşadılar. Onlar, bugün ve yarın kendilerini utandıracak şeylerden uzak kalmasını bildi, sonra da izzetleriyle buradan göçüp gittiler.
Millet bin bir ızdırap içinde kıvranırken, onun dertlerine âşina olmayan çehreler utansın! Yıkılan düşünce dünyası, eriyen toplum ve yitirilen nesiller karşısında irkilmeyen ruhlar utansın! Taş taş devrilip yerle bir olan bir muhteşem medeniyet enkazı arasında, gözü yaşarmadan, gönlü hoplamadan dolaşıp duran gamsızlar utansın! Kurumuş sularımızı, bozulmuş bağlarımızı, yıkılmış köprülerimizi, harap olmuş yollarımızı görmeden geçip giden körler utansın!
Utansın, ovayı çölleştirip obayı kirletenler; etrafa habaset saçarak karayı, denizi yaşanmaz hâle getirenler! Utansın, enkaza destan kesenler; yosun tutmuş mihraplar, örümcekli tavanlar karşısında ürpermeyenler! Utansın, elde ettikleri fırsatları değerlendiremeyip fertleri âtıl, müesseseleri de verimsiz bırakanlar! Utansın, ölülerin sırtında hakk-ı temettü arayanlar ve kefen soymayı sanat edinenler..!
Utanıyorum; yıkılıp giden hayâ hissinden ve ortalığı saran yüzsüzlükten! Utanıyorum, milletime karşı vefasızlıktan ve onun çeşitli erozyonlarla aşınıp gitmesi karşısında hissizlikten, umursamazlıktan! Utanıyorum, hakkı tutup kaldıramamadan ve onu bâtılın savletinden kurtaramamadan! Utanıyorum, mazinin gürültülerini ruhumda duyamayışımdan; hiç olmazsa, izzetle ölüp gitmeyi, zilletle hayata tercih edemeyişimden! Utanıyorum, irtikâp edilen haksızlıklardan, ufukları saran hıyânetlerden ve ruhları karartan aldatmacalardan! Utanıyorum, mürâî çehrelerden, sahte davranışlardan, samimiyet bilmeyen ruhlardan..!
Gönlümdeki kasvetten, duygularımdaki sefaletten, vicdanımı çepeçevre saran zilletten utanıyorum! Milletim uğrunda şahsî zevklerimi terk edemeyişimden, onun dertleriyle seccademi ıslatamayışımdan ve onun ızdıraplarıyla nefsimi, yurdumu, yuvamı unutamayışımdan utanıyorum!
Keşke, toplumun mânâ ve ruh sefaleti karşısında, ürpermeyen gönüllerimizden, yaşarmayan gözlerimizden utanabilseydik! Keşke, yıllar yılı insanımızın cahil ve görgüsüz bırakılışından, gençliğin insafsızca ihmal edilişinden utanabilseydik! Keşke, bugünün işini yarına, yarınınkini de öbür güne bırakmış olmamızdan ve halledilmedik dağlar kadar problemlerden utanabilseydik! Tarihten ve gelecek nesillerden utanmasak bile, keşke Allah’tan utanabilseydik!
Ey Rabb-i Rahîm! Biz güçsüz, hasımlarımız azgın; şeytan ve avenesi bir cephe oluşturmuş ki, Sen inayet etmezsen bunlarla baş etmemiz mümkün değil; her yanda düşmanlarımız gayzla köpürüyor; dostlarsa suskun ve temkin murâkabesinde. Sadece o kadar mı?. Hayır, bir sürü de dost kılığında düşman var ve hepsi de tam tekmil taarruz vaziyetinde. Hâdiseler acımasız cereyan ediyor; hicranla geçen zaman bir türlü bitmiyor.. mekan da, zamanın rengine bürünüyor. Bazen seherlerde esen yeller bile kasvetle esiyor; bazen de Sana niyaz içinde bir fecir aydınlığı ruhumuzu sarıyor. İnşirah duyup biraz seviniyoruz; biz sevinirken hasımlarımız da ha bire ha esiriyor; bu defa bize de olduğumuz yerde kalakalıp yutkunma düşüyor.
Sen elimizden tutmazsan, bu mekkâr, bu gaddar hasımlar karşısında kendi kendimize ayakta duramayız. Aksine maiyyetinde olursak, o zaman da hiçbir şeyden korkmayız. Bizleri şeytanın bu kabîl ağlarına takılıp helâk olmaktan, kalbimizi şeytana kaptırmaktan, şeytana kalb kaptıranlarla beraber bulunmaktan muhafaza buyur. Bize yeni bir “ba’sü ba’del mevt” lütfeyle; başlarımız önümüzde, boynumuz buruk, gönüllerimiz kırık, Senden ayrı düşmenin hacâletiyle iki büklüm ama fevkalâde ümitli ve Senden eminiz. Bizi bir daha yalnız bırakmamanı diliyoruz. Nedametlerimizi gönül heyecanlarımız ve gözyaşlarımıza emanet ederek bize ruhta, gönülde, sırda diriliş bahşetmeni diliyoruz. Kabul edersen bu Senin şanındandır. Reddedersen bu da bizim için apaçık bir hüsrandır. Şanına düşeni yapman ne hoş.! İstihkakımıza göre muamelen ne acı!..