Adli yılın başlaması dolayısıyla
Yargıtay'da düzenlenen törene, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
TBMM Başkanı Köksal Toptan,
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan,
CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal,
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcıları
Cemil Çiçek,
Hayati Yazıcı ve Nazım Ekren, Devlet Bakanları Mustafa Said
Yazıcıoğlu ve
Mehmet Şimşek,
Dışişleri Bakanı ve Başmüzakareci Ali
Babacan, İçişleri Bakanı Beşir
Atalay,
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin,
Sağlık Bakanı Recep
Akdağ,
Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım,
Tarım ve
Köyişleri Bakanı
Mehdi Eker,
Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu,
Ankara Valisi Kemal
Önal,
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Özdemir Özok,
Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı
Hilmi Bengi, bazı milletvekilleri, hakimler ve savcılar katıldı.
Cumhurbaşkanı Gül'ü
Yargıtay'a gelişinde
Yargıtay Başkanı Arslan ve Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya karşıladı.
Saygı duruşunda bulunulması ve
İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından
Kültür Bakanlığı Devlet Çok Sesli Korosu kısa bir konser verdi.
Arslan, aralık ayında yaş haddinden emekliye ayrılması nedeniyle son kez yaptığı
adli yıl konuşmasına, ''Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Konuklar, Değerli Meslektaşlarım'' diye başladı.
Yargıtay'ın 6
Mart 1868'den bu yana 139 yıldır Türk milleti adına yargılama yapmanın ve
ülkesine
hizmet etmenin gururunu yaşadığını kaydeden Arslan,
yurt genelinde
adaleti tesis etmenin yanı sıra demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan
Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumanın da Yargıtay’ın en önemli ve vazgeçilmez sorumluluğu olduğunu vurguladı.
Osman Arslan, ''Yüce
Atatürk'ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacak, Yargıtay'da sonsuza kadar görevini sürdürecektir'' diye konuştu.
İnsanların insan olmaları nedeniyle doğuştan kazandıkları devredilemez ve vazgeçilemez hakları bulunduğunu söyleyen Arslan,
insan haklarının çetin ve uzun mücadeleler sonucu anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde yer aldığını ifade etti. İnsan haklarının güvencesinin
demokrasi olduğunu vurgulayan Arslan, demokratik rejimlerde bu hak ve
özgürlükleri korumak için bazı önlemlerin alınmasına gerek duyulduğunu ifade etti. Devletin yasama, yürütme ve yargı erkleri önceleri tek bir otorite tarafından kullanılırken demokrasiye geçişle bu erklerin bölünerek birbirinin yanında ve birbirinden bağımsız olarak çalışması ilkesinin benimsendiğini anlatan Arslan, devletin egemenliğinin yasama, yürütme ve yargı tarafından kullanılmasına kuvvetler ayrılığı denildiğini anımsattı.
KUVVETLER AYRILIĞI
Anayasa'nın 6. maddesinde ilke olarak kuvvetler ayrılığının benimsendiğini, diğer maddelerinde organların görev ve
yetkilerinin ayrıntılı bir biçimde düzenlendiğini belirten Arslan, Anayasa’nın başlangıç bölümünde ''kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve
işbirliği olduğu, üstünlüğün, ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğunun'' açıkça vurgulandığını ifade etti. Arslan, Anayasa'nın bu açık hükmünün kuvvetlerin çatışmasını değil, uyumlu çalışmasını zorunlu kıldığını vurguladı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa'nın 2. maddesine göre demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu kaydeden Arslan, Anayasa’da Cumhuriyetin niteliklerinin açıkça belirtildiğini, devletin bu niteliklerinin değiştirilemez ve değiştirilmesinin
teklif dahi edilemeyeceğini vurguladı.
Arslan, ''Cumhuriyetin temel niteliklerine herkes sahip çıkmalı; Cumhuriyeti, Atatürk ilke ve inkılâpları ile cumhuriyetin kazanımlarını korumak konusunda her kurum ve her yurttaş kendisini görevli saymalıdır. Çağdaşlığın ve uygar dünyada saygın bir yer almanın gereği budur'' diye konuştu.
İnsanların en temel hakkının yasama hakkı olduğunu, bu nedenle yasama hakkının, uluslararası bildirge ve sözleşmelerde öncelikli yer aldığını ve korunmasının öngörüldüğünü ifade eden Arslan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 3. maddesinde, ''yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır'' denildiğini anımsattı.
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 6. maddesinde, ''Her insanın doğuştan gelen yasama hakkı vardır. Bu hak yasalarla korunacaktır. Hiç kimsenin yaşamı keyfi olarak elinden alınamaz'' hükmüne yer verildiğini belirten Arslan,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesinin, ''Herkesin yasama hakkı kanunla korunur'' biçiminde olduğunu vurguladı.
TERÖR
Gerek Türkiye'de gerekse dünyada süren
terörün, insan hakları ve demokrasiler için tehdit oluşturduğuna işaret eden Arslan, şunları söyledi:
''Terörün doğrudan hedefi insandır, insanların yaşama hakkını ortadan kaldırmaktır. Terör bir insanlık suçudur. Teröre karşı bireylerin, kurum ve kuruluşlar ile tüm devletlerin mücadele ederek, birlikte davranmaları bir zorunluluktur. Bugün bazı devletlerin doğrudan ve dolaylı olarak teröre
destek verdikleri bilinen bir olgudur. Terör örgütlerinin kullandıkları
araç, gereç,
silah ve mühimmatın devletlerin tekel ve denetiminde olduğu yadsınamaz bir gerçektir.''
Terörle mücadelede bütün devletlere görev düştüğüne işaret eden Arslan, ''Devletler silah ve mühimmatın terör örgütlerinin eline geçmesini önleyici tedbirleri almak zorundadırlar. Bu önlemleri almamak, teröre açık destek vermekle eşdeğerdir. Ancak teröre destek veren ülkeler bu silahların bir gün kendilerine çevrilebileceğini bilmelidirler'' diye konuştu.
Bugün terörün acısını derinden yaşayan Türkiye'nin, bunun üstesinden gelecek güce fazlasıyla sahip olduğunu vurgulayan Arslan, ''Sabırlı ve hoşgörülü Türk Milletinin sabrının bir sınırı olduğu da unutulmamalıdır'' dedi.
Arslan, şöyle devam etti:
''Yerindeliği kanıtlanmış bir atasözümüzde vurgulandığı üzere, 'silahın sahibine sadakati yoktur' Teröre doğrudan ve dolaylı destek veren ülkelerin uluslararası sözleşmelere ve uluslararası hukuka uygun davranmalarını bekliyoruz.
Ülkemizde gerici ve bölücü terör dış destekli olarak varlığını sürdürmektedir. Teröre karşı mücadele ülkemizin en
doğal ve meşru hakkıdır. Hukuk devleti olarak
terörle mücadelenin zorluğu bilinmektedir. Devletimiz hukuk kurallarından vazgeçmeden terörle mücadeleyi sürdürmektedir ve sürdürecektir. Silahlı kuvvetlerimiz ile güvenlik güçlerimiz terörle mücadelede üstün çaba ve gayret göstermektedirler. Ancak bu konuda diğer kuruluşlarımıza ve yurttaşlarımıza da görevler düşmektedir.
Daha güzel bir dünyada ve ülkede yasamak istiyorsak; terörü bitirmek için, herkes görevini eksiksiz yerine getirmelidir.''
TÜRK MİLLETİ TANIMI
Yüce Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin tekil (üniter) bir devlet olarak kurulduğunu vurgulayan Arslan, Anayasanın 3. maddesinde, ''Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür'' denilerek devletin milli devlet olduğu vurgulandığını belirtti.
''Anayasa'nın bu hükmünün değiştirilmesi de mümkün bulunmamaktadır'' diyen Osman Arslan, şunları kaydetti:
''
Kuruluş yıllarında Atatürk, milleti 'Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir' biçiminde tanımlanmıştır. Anayasanın 66/1. maddesi 'Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkes Türk’tür' hükmüne yer vermiştir. Her iki tanımda da Türk sözcüğünün etnik anlamda kullanılmadığı, ülke üzerinde yasayan bütün bireyleri kapsadığı görülmektedir. Bir başka anlatımla, Türk Milleti kavramı ırka, dine ve etnik kökene dayanmamakta, bireyler arasında hiçbir ayrım kabul edilmemektedir.
Bağımsız yaşama hakkını çetin mücadeleler sonunda elde eden Türk Milleti, tarihinin her döneminde ülkesine v
e devletine sahip çıkmış, bu uğurda hiçbir özveriden kaçınmamıştır.
Bundan böyle de Türk Milleti ülkesi ve Devletinin bütünlüğünün korunması için her türlü fedakârlığı gösterecektir. Bu hususta kimsenin kuşkusu olmamalıdır.''