DR. SELİM KOÇ
6 Şubat’ta ülkemizde meydana gelen depremde zarar gören insanımızın mağduriyetlerinin katlanmasına sebebiyet veren bir husus da yardım yapmak isteyenlerin engellenmesi; yardımların sadece "AFAD" diye isimlendirilen tek bir kurum üzerinden yapılması oldu. "AFAD!" Sözde "Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı. Hakikatte öyle olmadı. Gerçekten ismiyle müsemma, yani âfetin ta kendisi olduğu bu deprem vasıtasıyla ortaya çıktı. Hem müdahalede geç davranmaları hem de kurumu yöneten/yönlendiren ehliyetsiz yetkililer yüzünden, depremde daha fazla can kaybı yaşandı. Bir şekilde enkazdan çıkabilmiş insanlar ise yardımlar geciktiği için daha fazla mağduriyet yaşadı, yaşamaya da devam ediyor.
İhtiyaç sahiplerini, sadece "AFAD"ın yardımlarına ya da AKP bayrağı asarak şehirlere girebilecek reklam tırlarına/kamyonlarına mahkum edenler, onları ölümle, yoklukla ve donmakla baş başa bıraktı. Belki de zamanında müdahale edilse enkaz altında açlıktan/susuzluktan ve donarak ölen on binlerce insanımız kurtarılabilirdi. Ancak "Yeni AKP Cumhuriyet'inde" yardımların tekelde toplanmaya ve deprem esnasında bile yapılacak yardımlar üzerinden reklama/tanıtıma kalkışılması ister istemez facianın katlanmasını sonuç verdi. Sonuçta zamanında deprem bölgesine başarılı bir organizasyonla müdahale edip enkaz altındaki on binlerce insanı kurtarmayı başaramayan iktidar, bugün binlerce insanı poşetlere doldurup kepçelerle hendekler kazıp toplu mezarlara gömüyor. Yuuh olsun sizin yardım, insanlık, kardeşlik, devlet ve millet anlayışınıza!
Bu vesileyle bu acı gerçeği dile getirip tarihe not düştükten sonra İslâm'ın yardımlaşmayla ilgili temel bir kriterini özellikle gündeme getirmek istiyorum. Belki sık sık, Kur'ân ve sünnete atıfta bulunan ancak sorumluluk şuurundan mahrum; hem niyeti hem de ağzı bozuk, işleri de yamuk bu tekelciler insafa gelir ve içinde bulundukları yanlıştan geri dönerler. Ya da yardımları bile tekellerine alarak rantçı bir sistem kuran bu menfaatperestlerin peşinden sürüklenen halk belki uyanır.
Yardımlaşma Bir İbadettir, İnhisar Altına Alınamaz
İslâm'da fakirlere, yoksullara ve yolda kalmış kimselere/felaketzedelere yardım etmek; açları doyurmak, muhtaçları giyindirmek, evsizleri barındırmak vs. bunların hepsi Kur'ân'ın apaçık bir emridir. (Bkz. Bakara, 2/177, 215; Nisâ, 4/36; Hac, 28; Rûm, 38; İnsan, 8; Zâriyât, 19; Beled, 90/14-16) Gerek aynî gerekse nakdî yolla yapılabilecek her türlü yardım (infak) malî ibadetlerdendir. Malla yapılan bu ibadetler şahsî ibadetlerdir ve sorumluluğu da şahsîdir. Her kul bu hususta hesabını Allah'a kendisi verecek, mükafatını da kendisi alacaktır. Herhangi bir devlet ya da iktidar hiçbir kimsenin bu ibadeti yapmasına engel olamaz/olmamalıdır: "Yardımı ancak ben yaparım. İnfakta bulunacaksan, sen benim şu kurumuma/partime/derneğime/vakfıma bağışta bulun. Ben gerekli gördüğüm yerlere dağıtırım." diyemez.
Müminlerin yardımını/sadakalarını gasp edemez; yardım ibadetini sadece kendi uhdesine alıp, insanların istediği yere gönülden yardım yapmasına müdahale edemez/engel olamaz. Her ne kadar yardımlaşma ibadetinin sosyal boyutu olsa da bu ibadet şahsîdir; Allah ile kulları arasındadır. Devlet yetkilileri, Allah ile kulları arasına giremez; girerse ya zalimdir ya da kendisini tanrı yerine koyan bir paranoyak firavundur. Böyle bir yaklaşımla o, kurduğu vakıfları yaşatmaya çalışan bir hayırsever/vatansever değil, gasp yöntem ve teknikleriyle hareket eden bir çeşit mafyadır.
Devlet, kendi bütçesinden muhtaç vatandaşlarına yardım yapmak istiyorsa gerekli fonları oluşturup yapabilir. Vatandaşını kalkındırmak zaten onun için fantezi değil, asıl görev ve sorumluluğudur. Millet de onun bu görevi yerine getirmesine bir şey demez; bilakis fakirleri/yoksulları düşündüğü/gözettiği için memnun olur, takdir eder. Bunun yanında devlette farklı birimlerde vazifeli olanlar da yardımsever vatandaşlar gibi, yapılan yardımlara, yaşanan felaketler karşısında gösterilen toplumsal dayanışmaya bizatihi katkıda bulunur; örnek olur, halkını, ansızın gelen bela ve musibetler karşısında tek vücut olmaya teşvik eder. Bu onun vazifesidir.
Yoksa iktidarın, fertlerin yapacağı yardımlara göz dikmesi, "yardım yapacaksan ancak şu kurum üzerinden yapacaksın" şeklinde dayatması, vatandaşını bağışlarını bir nevi tehditle alması bir çeşit soygundur. Bu zorlama zamanla toplumda yardımlaşma duygusunu öldürür. Bu dayatmayı yapanlar hakkında "Acaba bunlar bu yardımları ne yapacaklar? Ulaştıracaklar mı? Yerli yerince kullanacaklar mı, yoksa yandaşlarına peşkeş mi çekecekler vs" gibi bin bir şüphe doğmasına sebep olurlar. İnsanların içinde oluşan bu zanlar, devletine ve yardım kuruluşlarına olan güveni sarsar, toplu felaketlere karşı içtimaî kenetlenmeyi engeller; zamanla toplumu tamamen duyarsızlaştırır.
Yine yardımlaşma ibadetin sosyal bir boyutu da zenginle fakir arasında köprü kurmaktır. Bu sayede zengin ve fakir tabakalar tanışır, kaynaşır ve birbirine yaklaşırlar. Fakir gördüğü ilgi ve aldığı yardımlar karşılığında verene teşekkür, Rabb'ine şükreder. Zengine sevgi ve saygı duyar; gözü malında kalmaz, içindeki kıskançlık duyguları da dua ve takdire dönüşür. Zenginler de, infak ve sadakalarını verip Allah'a ve topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşar; kendilerine bu zenginliği/mali imkanları veren Rezzâk-ı zülcelale şükreder, muhtaçlara da şefkatle yaklaşırlar. Bu uygulama, her iki tabaka arasında sevgi, saygı ve şefkatin dolayısıyla içtimaî birlik ve beraberliğin temin edilmesine önemli katkıda bulunur. Yardımların sadece siyasi iktidara bağlı bir teşkilatta toplanması ise yardımlaşmanın içindeki bu hikmet ve maslahatları da tamamen öldürür. Partilere ya da iktidara mesafeli olanları dinden, yardım ve infak ibadetinden uzaklaştırır.
Kaldı ki Allah, infak ibadetini kuruma ya da devlete emretmez, mali imkanı olan her zengine emreder. Kurumlar tüzel kişiliklerdir. İbadetlerle kurumlar değil fertler mükelleftir. İhtiyaç sahiplerini bulma ve onlara sahip çıkma ve gözetme ibadeti, sadece kurumlara verilmeye kalkıldığında ise fertler bu hususta kendilerinde bir sorumluluk duygusu hissetmez; "Fakiri, yoksulu, öksüzü kurumlar düşünsün; devlet gözetsin!" der, yardım yapmak istemez. Sorumluluğunu devletin sırtına yıkar ve elini eteğini çeker. Bu durum zamanla insanlarda yardımlaşma ibadet, şuur ve duygusunu yok eder, infak ibadetini unutturur ve terk ettirir.
Yazıklar Olsun Yardımı Tekelleştirenlere!
Dolayısıyla yardımları/yardımlaşmayı devletin ya da iktidarın bünyesinde bir tekelde toplamak yardıma mani olmakla eşdeğerdir. Zira yukarıda da ifade edildiği gibi tekelcilik sonunda insanları Allah için yardım yapmaktan koparır. İnsanları yardım ibadetinden soğutmak ve uzaklaştırmak da yardımı engellemektir. Kur'ân küçük-büyük yardımı/yardımlaşmayı engelleyenleri, namaz kılan Müslüman kimseler de olsa şiddetli bir şekilde kınar ve ikaz eder: "Vay haline şöyle namaz kılanların ki eda ettikleri namazdan gafil -yani onun ruhundan gaye ve hedefinden habersiz, ibadetin kişiye kazandırdığı üstün ahlâkî vasıflardan uzaktırlar.- Ve yine yazıklar olsun, ibadetlerini sırf gösteriş için yapan ve insanların edecekleri yardımları da engellemeye kalkışan sözde dindarlara!" (Mâûn, 107/4-7)
Yazıklar olsun! Yoksulları, öksüzleri, yetimleri bir taraftan hiç düşünmezken diğer taraftan "ben şöyle yardımseverim böyle yardımseverim, muhtaçlara/mağdurlara her zaman sahip çıkarım" diye de övünen mürailere! Dillerinde, nutuklarında, birlik-beraberlik ve kardeşlik kelimeleri eksik olmadığı halde, onları açlık sınırının altında süründürenlere! Ara sıra yaptıkları yardımları bile reklama dönüştüren düşkünlere! Başkalarından zorla, tehditle aldıkları yardımları bile zamanında mazlum ve mağdurlara ulaştıramayan beceriksizlere! Yazıklar olsun, milyonların mağduriyetini saraydan ve yalılarından seyreden yetkili yüzsüzlere! Yazıkları olsun doğruların, gerçeklerin seslendirilmesinden rahatsızlık duyan idarecilere! Yazıklar olsun deprem bölgelerine bile gidecek yardımlar üzerinden oy devşirmeyi planlayan devşirmelere!
Onlar, unutmayın yine nutuklarında çay dağıtacak, seçim atmosferine girildiğinde kömür ve makarna yardımı yapacak, herkese bol keseden iş, aş ve konut dağıtacak; devlet kesesinden yapacakları bol ve içi boş vaatleriyle oy devşirecekler. Ramazan ayı da geldiğinde onlar için propaganda ve fırsat ayı gelecek. Belli muhitlerde kuracakları iftar çadırlarıyla fakirlere yemek verip gönüllerine girmeyi ve oylarını devşirmeyi planlayacak, birkaç fakir ailenin evini ziyaret edip yer sofrasında iftar yapma ve topluma "Biz halk adamıyız. Biz fakir sever bir iktidarız!" imajını verecekler... Televizyonlarda iftar programlarında boy gösterip iktidarlarının faziletlerini seslendirme fırsatını yakalayacaklar. Zira onlar için Ramazan ayı oruç ayı ve mağfiret ayı olmasından daha çok seçime yatırım ayıdır. Yazıklar olsun! Mukaddesatla, oruçla, ramazanla, muhtaçları aldatanlara!
Elhasıl bu tiplerin, fakirlerin/yoksulların hamisi oldukları iddiaları yalandır. Âfet esnasında bile yaptıkları her yardımın arkasında Allah rızası için mağdurlara sahip çıkma düşüncesi değil, etkili bir şekilde sahada gözükme ve bir şekilde oy kaybetmeme çabası vardır. Partiye güveni tazeleme niyet ve gayreti vardır. Toprak altlarından kaysa da aslında zemin yeniden reklama müsait hale gelmiştir. Dolayısıyla zaman, yardım zamanından daha ziyade onlar için tanıtım zamanıdır. Yardım bahane, reklam şahanedir. Kaldı ki kendilerine destek gelmeyecek yerde, onların yardımları da zaten yoktur. Zihinlerinde ötekileştirdikleri muhalif bölgeleri çoktan siyasi ve ekonomik ambargo altına almışlardır. İktidarlarına tapan bu iflah olmaz güruhun, "yandaş fakir ve muhalif fakir" sınıflandırmasını aşması mümkün değildir. Bu ayırımcılığı da müşahhas misalleriyle milletimiz maalesef yaşadı daha yaşacak da.
İyiliği Engelleyen/Tekelleştiren Soysuzdur
Onların bu aşağılık ve bencilce yaklaşımıdır ki Kur'ân, bu kimselere alışılagelmiş üslubunun dışına çıkarak farklı seslenir, adeta anlayacakları dilden konuşur: "(Ey Resûlüm!) Hayra/hayırlı işlere engel olan, hayırdan insanları alıkoyan, iyiliğe ve yardıma mani olan, aynı zamanda hak-hukuk tanımayan saldırgan/zalim ve olabildiğince günahkâr soysuza da boyun eğme!" (Kalem, 68/12-13)
Bu ayete göre başkalarının hayrına/malına çöken ve iyilik yapmasına engel olan soysuz, aslında iyiliğin ve yardımın/yardımlaşmanın amansız düşmanıdır. Başkalarının iyilik yapması onun siyasi amaçlarına hizmet etmeyeceği için, özellikle mağduriyetler üzerinden kendi yapacağı yardımlarla siyasi güç devşirme fırsatını kaçıracağı için her zaman iyilerin ve iyiliklerin karşısına dikilir, saldırganlaşır. Hayır peşinde koşanları bir eşkiya gibi adım adım takip eder/ettirir ve vergi memurlarını ve taraftarlarını üzerlerine saldırtır. Gerçek manada insan sevgisinden ve insanlıktan mahrum olduğu için kendi siyasî, iktisadî ve idarî menfaatlerine ters düşebilecek hiçbir hayır oluşumuna müsaade etmez. Tekelcidir; şayet hayır yapılacaksa o da onun emir ve çıkarları/emelleri doğrultusunda müsaade ettiği yer ve kimselere yapılmalıdır. O, yapılacak hayırlar ile muhtaçların maddi-manevi ihtiyaçlarının giderilmesi, toplum fertlerinin kaynaşması ve insanlığın yaşatılması niyetinde değil, bilakis hayırlar üzerinden güç, nüfuz ve hakimiyet elde etme peşindedir.
Sonuç
İslâm'ın infak ve yardımlaşma ibadetini, şahsî ya da siyasî menfaatleri istikametinde bir güç olarak kullanmaya çalışmak apaçık bir din ve ibadet istismarıdır. Aynî ya da nakdî yardımları, siyasî bir partinin reklam bütçesine dönüştürmek büyük bir yolsuzluk ve vurgundur. Fakir, yoksul ve mağdurların kul haklarını ihlaldir. Allah rızası için yapılan yardımları harcanması gereken yerlerin dışında gayr-ı meşru' şekilde kullanmak aynı zamanda "tebzîr" yani savurganlıktır. Tebzîr ise İslâm'ın yasakladığı bir davranıştır: "(Ey insan!) Yakınlarına, yoksula, çaresiz yolda kalmışa da haklarını (zekât ve sadakalarını) ver, (her türlü mali yardımlarını yap; onları gözet.) Fakat sakın Allah'ın yasakladığı yerlere harcama yaparak (onların haklarını) saçıp savurma!" (İsrâ, 17/26)
Zira malî imkanları, aynî ya da nakdî yardımları ulu-orta ölçüsüzce saçıp savuranlar, başlangıçta Hak yolun mücahitleri olarak yola çıksalar bile zamanla yine Kur'ân'ın beyanıyla şeytanların kardeşlerine dönüşürler: "Çünkü serveti/yardımları Allah'ın emrettiği yerlerin dışına sorumsuzca/haksızca kullanan savurganlar zamanla şeytanların kardeşleri olup çıkarlar. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür." (İsrâ, 17/27)