Askeri Savcı Nurettin Soyer “En son Fethullah Hoca ile Mustafa Birlik’i de tahliye ettiniz de iyi
halt ettiniz!..” şeklinde ağır bir söz sarf edince
Mahkeme Başkanı Kaya Alpkartal, kendini tutamayıp savcıya bir tokat atıyor.
Mahkemelik oluyorlar. 20 bin lira tazminata mahkum oluyor. Böylece Mahkeme
Heyeti değişiyor. Hâfızoğlu soy isimli
bir savcı geliyor. İddianamesinde diyor
ki: “Bu ülkeyi milliyetçilik ve Kur’an
kurtarır ama bu sanıklar şeriat istiyor.”
Şeriat ne Kur’an ne? Sanki devleti yıkıp yerine şeriat getire getireceğiz, diyen var… Seneler sonra İzmir İnönü Lisesinde öğretmen iken soy isimleri Hafızoğlu olan iki
öğrencim vardı. Onlara “Sizin babanız
askeri savcı mı?” diye sormuştum. “Evet
ama öğretmenim siz babamızı nereden tanıyorsunuz?” demişlerdi. İşte kaderin böyle garip
tevafukları da oluyor!..
Neyse 163. Maddeden bana ve diğer arkadaşlarımıza birer sene, Hocaefendi ve Bekir Berk’e üçer sene ceza verdiler. Yargıtay, Hocaefendinin üç senesini bir seneye indirdi. Af çıktı, bitti. Ama, Bekir Berk, bizim hapse girmemizden bir gün sonra 2 Nisan’da, Buca Cezaevini bizim vekaletimizi almak üzere gelmişti. Tam bizimle görüşürken İstanbul’dan Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin vefat haberini aldı ve hemen İstanbul’a döndü. Yani biz hem ikinci 31 Mart yaşamış ve “Nisan 1” şakası gibi, 1 Nisan 1971’de hapishaneye girmiştik. Ben zaten senelerce dışarıdan Teravih namazı kıldırmak ve Cuma günleri vaaz etmek için hapishaneye gelip gidiyordum. Gardiyanlar. “Hapishanenin suyunu içen mutlaka bir daha gelir. İşte sen de geldin” diye bana laf atıyorlardı.
Mahkeme, Üstad’ın eşyalarının yakılmasına karar veriyor
Bekir Ağabey, Zübeyir Ağabeyin cenazesinden sonra Balıkesir’e oğlunun yanına gidiyor. Savcı Nurettin Soyer bizi güçlü bir avukattan mahrum etmek için Bekir Ağabeye baskın düzenletip İzmir’e askeri hapishaneye getiriyor. İstanbul’daki avukatlık ofisine baskın düzenletip ne varsa toplatıp İzmir’e getirtiyor. Oradan da ayrıca Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ait yedi torba eşya mahkeme emanetine getiriliyor. Neticede mahkeme bitince, bunlar hepsinin askeri mahkeme fırının da yakılmasına karar veriliyor.
Isparta’daki müzede sergilenenler, o eşyalar
Mustafa Birlik Ağabey bunu duyunca Mahkeme görevlileri ile görüşüyor: “Bunları yakmakla elinize ne geçecek ve neyi halletmiş olacaksınız? Bunu yapmayın” diyor. Yakmak için görevlendirilenleri gönüllendiriyor. Anlaşıyorlar. Oğlu ve baldızının oğlu merhum Mehmet, o eşyaların karşılığını İzmir Bit Pazarından yedi torba benzer şeyler alıp, yakmaya giden askeri cemsenin peşine düşüyorlar. Sazlığın gizlediği yolun bir yerinde değiş-tokuş yapıyorlar. Bit Pazarının malları yakılmış ve diğerleri kurtulmuş oluyor. Mustafa Birlik Ağabey Üstad Hazretlerinin varislerini evine davet ediyor. Sonra yedi torbayı birer birer açıp onlara gösteriyorlar. Onları görünce hepsi de ağlıyor. Tahirî Mutlu Ağabey, Mustafa Birlik Ağabeye “İçlerinden 3 tanesini seç al!..” diyor. Gerisini alıp götürüp Isparta’daki Müze’ye koyuyorlar. Sergilenenler bu değerleri hatıraları, ziyaretçiler seyrediyorlar. Koca Sultanın kaç yamalı o elbiselerini gören gözler, o sadelik, o safiyet karşısında hayranlık ve hayretler içinde kalıyorlar.
Cenb-ı Hak hepsine rahmet eylesin ve onları bizlere şefaatçi kılsın. Âmin.