Hz. Yusuf’un kardeşleri, kıskançlıkla onu öldürmeyi veya bilinmedik bir yerlere atarak kaybolup gitmesini sağlamayı düşünürken içlerinden insaflı ve vicdanlı birisinin makul teklifi üzerine karar kılmaları neticesinde planlarını uygulamaya koydular: “Onlar buna karar verdikten sonra bir gün babalarına varıp: ‘Sevgili Babamız! dediler, sen neden güvenip de Yusuf’u bize emânet etmiyorsun. Halbuki biz onu çok seviyoruz. Ona samimiyetle bağlıyız. Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok iyi sahip çıkarız.’ Babaları, ‘Onu götürmeniz beni meraklandırıp üzer. Korkarım ki, siz farkında olmadan, kurdun biri gelip onu yiyebilir’ dedi. Onlar! ‘Vallahi’ dediler. “Biz böylesine güçlü bir grup iken onu kurt kapar da yerse, yazıklar olsun bize! Biz ne güne duruyoruz.’ Derken kardeşleri onu alıp götürünce ve onu kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine varınca, Biz de (kuyunun dibinde) Yusuf’a şöyle vahyettik: ‘Zamanı gelecek, onların hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada, kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksınız.’ Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki: ‘Sevgili babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımız yanında bıraktık. Bir de döndük ki, onu kurt yemiş! Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!’ Onlar Yusuf’un gömleğine SAHTE KAN bulaştırarak getirmişlerdi. Babaları Yakup: ‘Hayır!’ dedi, nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş.’ Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir.” (12/11-18)
“Sahte, yalancı kan” ifadesiyle Kur’an-ı Kerim büyük işaretler veriyor. Yani, suçlular mutlaka bir iz bırakırlar. Çünkü suçluluk ruh haletiyle, aceleden ve telaştan pek çok yanlışlar yapıp kendilerini ele verecek işaret ve izler bırakırlar. Çok dikkatle izleyenler bunları hemen fark edebilirler.
Rahman Suresinde “Suçlular simâlarından tanınırlar, perçemlerinden ve ayaklarından tutulup yaka-paça Cehenneme atılırlar. (Rahman Suresi, 55/4) Gerçi bu husus Cehennem ile ilgilidir. Ama, suçluların simaları, onları ele verdiği gibi, alınlarındaki değişim işaretleri ve ayaklarının titremesi v.s. haller onların suçluluğunu ele veren alâmet ve işaretlerdir. Adlî tıpta ve bu hususla ilgili araştırma merkezlerinde ve akademik çalışmalarda bu hususla ilgili pek çok malumat bulunmaktadır.
Aslında suçlar ve cinayetlerin üstünü örtüp fail-i meçhul bilinmezliğine büründürmek mümkün değildir. Yani gerçek mânada bir devlet varsa, fâil-i meçhuller de olmaz. Ama işin ucu devletin içinde çöreklenmiş çeteler, mafyalar ve devletin imkanlarını kullanan kötü niyetliler varsa, bunları ortaya çıkarmak imkânsız gibidir. Biz bunları 1971 olaylarında ve 12 Eylül 1980 öncesi cinayetlerde şahit olduk. Gençleri sağcı-solcu diye ayrıştırıp kavga ettiren sonra da ülkeyi kurtarıyoruz diye darbe yapanlar, idareye el koyarak istedikleri gibi ülkeyi idare edenler “ihtilal için ortamın olgunlaşması için bekledik” diyerek itiraf eden Kenan Evren’ler gördük. Sabahleyin bir solcu gencin eline verdikleri silahla sağcıyı öldürtüp sonra silahı devletin kasasında saklayıp akşamüzeri aynı silahı bir sağcı gencin eline verip solcu bir genci öldürtüp o silahı infazdan sonra yine alıp devletin kasasında saklayanlar var… Yoksa, teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde mobese kameraları ile kimin ne yaptığını ve ne konuştuğunu ortaya çıkaracak imkânlar varken pek çok suç ve cinayetin örtülmesi bir tesadüf değildir. Devlet imkanları ile işin üstünü örtenler var demektir.
Kıssaların en güzeli olan Yusuf Kıssasının da işaret ettiği gibi, hiçbir suç gizli kalmaz. Bir gün gelir fâil-i meçhul diye bir şey de kalmaz. Zaten dünyada üstleri örtülse bile Mahşer’de o büyük Mahkemede hepsi tek tek en ince detayına kadar ortaya konulur o şaşmaz. İlahî Terazide tartılacaktır.
İyi bir niyetle, bu zulüm ve gadirleri işleyenler dünyada ya helalleşip veya cezalarını çekip âhirete temiz gitseler diye düşünsek bile bazılarının cinayet ve günahları o kadar büyük ki, ne onların ne de dünyanın ömrü onların cezaları için yetecek gibi değildir. Onun için Allah’a havale etmekten başka çare yoktur.
Abdullah Aymaz