Bir Karetecinin anlattıkları

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

20 Tem 2020 10:39
  • Eski defterleri  karıştırırken 1995’te tuttuğum bazı notlarımla karşılaştım. Bir macera olarak gemilerde ve vapurlarda işçi olarak çalışıp dünyanın pek çok ülkesini ziyaret eden bu arada karate dersleri alarak kendisini yetiştiren  karateci Mesut  Beyle tanışmıştık. Şimdilerde vefat ettiğini öğrendim Allah rahmet eylesin. Biz onunla New Jersey’de 1993 senesinde tanıştık. Pensilvanya’daki kamp yerini Hizmet satın aldığında kampın tamir ve düzenlenmesinde çok emeği vardır. Öğrencileri çalıştırırdı. Zaman zaman sohbet ederdik. Merakımı gidermek için uzak doğu sporlarıyla ilgili  sorularıma cevaplar verirdi. Onları notlar halinde bazan küçük tasarruflarla, yorumlu ifadelerimle sözlerini  kaydederdim. Onun için tam düzgün bir kompoze halinde arz edemeyeceğim. İstifadeye  vesile olur düşüncesiyle o notları olduğu gibi takdim etmek istiyorum:
    Naim Süleymanoğlu KAS  KUVVETİNİ  değil, ENERJİ  gücünü kullanıyordu. Enerjiyi ortaya çıkarmak çok emek ister… Onu ortaya çıkarmak için insan çok acı duyar, adeta kendini yırtar… Yırtınır…
    Mesela maymun çeviktir.  Onun kas özelliği, işin sadece küçük bir tarafıdır. Ama asıl olan enerjiyi ortaya çıkarmasıdır. 
    Futbolcular maçtan önce çalıştırılır. 90 dakika o enerji çıkartılarak kondüsyon sağlanmaya çalışılır.
    Sigara içenlerde, “Ben bu işi yapamam” diye beyinler şartlanır. Yavaş yavaş bu anlayış kemikleşir. Halbuki onlarda bile telkinle bu durum aşılıp on kilometre yürütülebilir.
    Bütün mesele DİYAFRAM’dadır.
    En düzenli olarak bebekler nefes alır. Onlar nefesi burundan alıp ağızdan verirler. Bu, fıtrî bir teneffüstür.
    Bütün KUNFU  üstadları der ki: “Gözlerini kapat ve düşün. Zihnini herşeyden tecrit et. Nefesi, sanki bir zincirin halkaları gibi tasavvur edip burnundan al ve diyaframa getir. Sonra ağızdan, tek tek zincirin halkaları gibi dışarıya geri ver. Nefesi tek tek bir kuvvet farz ederek ver. Kinetik enerji ve potansiyel enerji gibi düşün… 
    Böylece bütün mesele ENERJİ  meselesi oluyor.
    Vücud, Üst gövde, DİYAFRAM ve Bacaklar diye üç bölüme ayrılıyor. Merkezde diyafram var. Harcanan nefesin üçte biri diyaframda kalıyor. Bu hususta bütün mesele diyaframda kilitleniyor. Ses ile icra edilen müzikte, atletizmde, yüzme ve sair sporlarda nefes ve diyafram öne çıkıyor.
    Boksörler bir sene hep nefes üzerine çalışırlar.
    İşrak vakti insana, vücudunun  güneşin sarı ışıklarını diyaframında toplayıp, kan gibi bütün vücuduna yayması tavsiye ediliyor.  Sabahları mekruh vakitte uyuma tavsiye edilmiyor. Bilakis güneşin ilk ışıkları gözler için çok önemli...  Göz hücreleri onlarla besleniyor. O sıralarda leylek ve yılan duruşu mühim. İlk anda ağrıma-titreme meydana gelebilir. Bilhassa İşrak öncesi ilk ışıklar vurduğu demlerde…
    Kun-fu, Bod Hirma adlı bir Hintli filozof tarafından bulunmuştur. Kung-fu’nun büyük bir bölümü, enerji meydana getirmekten ibarettir. Bu enerjiye Japonlar KİME  enerjisi demektedir. Kung-fu’da buna TAİ  CHİ ismi verilir. Enerji beş ana temel maddeden meydana gelir. Başlangıç su’dur. (Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakkın Arşı’nın ilk defa su üzerinde olduğu Hud Suresi 7. âyetinde ifade edilmektedir. Üstad Hazretleri bu ilk maddeyi esir maddesi olarak tefsir etmiştir. Yine Üstada göre esir maddesi atomların tarlası yani ham maddesidir.)  Su, enerjiye açılan kapıdır. (Kur’an’da her canlının sudan yaratıldığı ifade edilmektedir.)  Bod Hirma, beş maddeyi (su, toprak, metal, odun ve ateş)  tabiatın devamı (yürümesi)  olarak mânasında tasavvur etmektedir. Hayvanlarda avını yakalamak,  kendisini koruma gibi olaylar, insiyakî (ilahî sevk )  olarak zaten mevcuttur. Elbette bu unsurları taşıyacak organlar hayvanlarda yaratılmıştır. Mesela aslanın bir pençede avını tesirsiz hale getirmesi, çitanın iki-üç saniyede 100 metre koşması, sineğin korunmak için havada hızlı kavisler çizmesi… İnsanlara gelince, Bod Hirma bu gibi hayvanların hareketlerini, insanların yapabilecekleri seviyeye getirmek için Sholin Manastırında çalışmış, başarmıştır. O zamanlarda eşkıyaların, yağmacı ve talancı kötülerin saldırılarından halk güvenliğini büyük ölçüde kendisi sağlıyordu.
    İlk başta Sholin Manastırında bu çalışmalara başladığında bu ilk temel hareketler öğrencilere ağır geldiği için halk çocuklarını manastırdan aldı. Çok az öğrenci kaldı. Ama yılmadan onları, mükemmel şekilde yetiştirdi. Onun bu sistemi işte Çin’de eşkıyaya karşı kendini koruma sanatı, kendini silahsız savunma başarıları meyvesini verdi, bir anda bütün Çin’e yayıldı. Çin’de KOMÜNİZM ilan edildikten sonra ustalar Tayvan’a kaçmak zorunda kalmıştır. Sonra bu sanat diğer uzak doğu ülkelerine yayılmıştır. 
    Beynimizin kapasitesi ancak TELKİN  ile büyür. Vücuttaki bölgelerin uyarılması mühimdir. Önce nefis ve hevâ odaklarının kapatılıp, dua ile mühim kapıların ve kabiliyetlerin de açılması gerekir. (Nitekim Üstad Hazretleri  Kader Bahsinde İnsan iradesinin temeli olan meyiller için, “tevbe ve istiğfar şer meyillerini kırar, dua ve tevekkül de hayır meyillerini geliştirir” demektedir.)
    Meseleye bir de esir maddesi açısından bakalım:
    Üst üste tuğlalar yığılıp bir el vuruşu ile nasıl parçalayabiliyor? Etten kemikten yaratılmış el o taş haline gelmiş tuğlaları nasıl parçalara ayırabiliyor… Kanaatıma göre zihnen esir maddesinin elimizde yoğunlaşmasıyla oluyor. Ben bir belgeselde, Çeroki Kızılderililerinin genç din adamlarını test ederken önlerine yığdıkları odunları, ağaç parçalarını zihnen yakıp yakmadıklarına göre seçtiklerini seyrettim. Yine belgesellerde Afrika’da büyük kuş yuvalarına geceden düşen çiy damlaları güneş ışığının vurmasıyla sanki güneşe tutulan bir mercekte ateş yakmak gibi yuvaları cayır cayır yaktıklarını görüyoruz. Mercek esir maddesini bir noktada odaklayınca bir ateşlenme oluyor. Çerokiler zihnen odaklanarak ateş yakmaları gibi… Hatta elektrikte kızartılmış tungasten telinin ampul içinde biriktirilen esir maddelerini yakıp ışığa çevirmiş olması bile düşünülebilir. Rus bilim adamı Nikola Kozirev’in bir zaman teorisi var. Benim düşüncem zaman madde değildir. Üstad’ın tabiriyle zaman hareketin rengidir. Yani hareket olmazsa zaman da olmaz. Kozirev esir maddesini zaman olarak algılıyor. Onun Jiroskop deneyi var. Rusya’da Tanrıya Dönüş diye tercüme edilen bir kitapta okumuştum. Mesela bir lastiği çekip uzattığınız zaman, zaman maddesinin / esir maddesinin çekilen değil, tutulan tarafta yoğunlaştığını söylüyor. Nefes alış verişlerden, zihni bir noktada toplamalara kadar atomların ham maddesi olan “esirî toplanma ve birikimin”  rolü olduğu kanaatindeyim… Karate, Kun-fu v.s. sportif faaliyetlerde böyle düşünüyorum. Hatta bir semâzenin kendinden geçip birkaç metre yüksekte dönmesinin de böyle bir yoğunlaşma ile mümkün olduğu kanaatindeyim. 
    Telepati olaylarında da benzer alâkalar olduğunu düşünüyorum. Tarımda ileride gerçekleşeceğini müjde veren hadis-i şeriflerin ihbarlarının da esir maddesini kullanmakla mümkün olacağını düşünüyorum…
    Bir kısım fizikçiler esir’in varlığını kabul etmiyorlar… Otuzuncu Lem’a’da  Kayyum ismini izah ederken Üstad Hazretleri bir keşif olarak esir maddesini bazı özellikleriyle tarif ediyor. Nitekim ancak 1930’larda bilim dünyasının farkettiği güneşin silkinme hareketini, Üstad Hazretleri 1913’lerde,  1914’lerde  yazdığı İşaratü’l-İ’caz tefsirinde bir haşiye halinde bir keşif olarak anlatıyor. Zaten esir’in varlığını kabul edenler, onun teknolojide kullanılır hale gelmesiyle, enerji probleminin halledileceğini (çünkü esir soğuk ve zararsız enerjidir), sağlık problemlerinin çözüleceğini ve ziraatçılık ve hayvancılıkta muazzam gelişmeler olacağını söylüyorlar. 

    20 Tem 2020 10:39
    YAZARIN SON YAZILARI