“Azap (Firavun ve taraftarları) üzerlerine çökünce, dediler ki, ‘Mûsâ! Rabbin ile arandaki ahit uyarınca bizim için O’na yalvar. Eğer bu azabı üstümüzden kaldırırsan, mutlaka sana iman edecek ve İsrail oğullarını da senin ile göndereceğiz.’ Biz de geçirecekleri bir süreye kadar onlardan azabı kaldırınca da yeminlerinden döndüler. Biz de ÂYETLERİMİZİ yalan sayıp umursamadıkları için, onlardan intikam alarak denizde BOĞDUK. Horlanan ezilen toplumu da bereketlerle donattığımız ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) vâris kıldık. Böylece sabretmelerine mükafaat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptıkları BİNALARI ve yetiştirdikleri BAHÇELERİ ise imhâ ettik.” (A’raf Suresi, 7/134-137)
Rivayet ediliyor ki, Musa Aleyhisselam, sihirbazlara galip geldikten sonra bir süre zarfında onların içinde kaldı. Bu mucizeler bu süre zarfında meydana geldi. Onlar kibirlenip mücrim bir kavim olunca da; Allah hepsini denizde boğdu. Yapageldikleri sanat eserlerini, binaları ve Hâmân’ın yaptığı kule gibi yükselttikleri binaları ve bahçeleri harabeye çevirdi.
Köle olarak kullanılan ve erkek evlatları boğazlanan o mazlum kavmi Allah, onları arzın doğularına ve batılarına vâris kıldı. Arz’dan murat 'Şam' bölgesidir. Firavun ve Amalika sonrası, İsrail oğulları buralara hâkim oldu ve çevreye de genişleme imkânı buldular. Oraların bereketli ve mübarek olması ise, verimli araziler ve geçim rahatlığı yönüyledir. Böylece sabırları sebebiyle, İsrail oğullarına Rabbinin o “güzel kelimesi” tamam oldu. (7/137) Ayette geçen “güzel kelime” aynı zamanda güzel vaad demektir. Bunun izahı Kasas Suresinin 5-6 ayetlerinde geçmektedir: “Biz ise, istiyorduk ki, arzda ezilmekte olanlara lütufta bulunalım ve onları önderler yapalım ve onları vârisler yapalım. Ve arzda onları hâkim kılalım, Firavun ve Hâmân ve ordularına çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.” Âyetlerinde bildirilen durumdur. Orada vaad edilen durum aynen tahakkuk etti. Zorluklara karşı sabır göstermeleri sebebi ile bu ilâhî vaade nâil oldular.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Şu kesindir ki, Biz Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da: ‘Dünyaya SÂLİH KULLARIM VÂRİS OLACAKLAR. Dünya onlara kalacak’ diye yazmışızdır. (Enbiya Suresi, 21/106)
Bu hususta M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Yeminle teminat verilerek anlatılan bu gerçeğin gün gelip tahakkuk edeceğinde kimsenin şüphesi olmamalıdır. Aynı zamanda bu verâsetin (vârisliğin) yeryüzüne münhasır kalacağında da.. zira, küre-i arza vâris ve hâkim olan, FEZA VE SEMÂNIN DERİNLİKLERİNE DE HÂKİM OLACAKTIR. Öyleyse buna bir KAİNAT HÂKİMİYETİ de diyebiliriz. Tabiî böyle bir hâkimiyet niyabeten (vekaleten) olduğu için, göklerin ve yerin gerçek sahibinin aradığı temsil vasıflarına uygunluk da çok önemlidir; hatta denebilir ki, bu vasıfların yakalanıp yaşandığı ölçüde bu rüya gerçekleşecektir.
“Evet, eğer tarihin sisli-dumanlı bir döneminde yeryüzünün gerçek mirasçıları olduklarını iddia edenler, bu semavî vârisliğin performansını gösteremediklerinden dolayı, mülkün hakîki SAHİBİ tarafından mirastan mahrum bırakılmışlarsa, böyle bir mahrumiyetten kurtulmanın yolu, dönüp yeniden O’na sığınmaktan geçer.
“Allah, yeryüzü mirasını şuna-buna değil, kulları arasında SÂLİH olanlara va’detmiştir. Yani Muhammedî ruha, Kur’anî ahlâkı temsil edenlere… Birlik ve beraberlik düşüncesiyle oturup-kalkanlara… Yaşadığı çağın şuurunda olanlara…. İlim ve fenle donanmış bulunanlara, her zaman dünya ve ukbâ muvâzenesini iyi kurabilenlere…. Hâsılı peygamberlik semasının yıldızları sayılan Sahabe-i Kirâm Efendilerimizle aynı yörüngede hareket eden ruh ve mâna üveyklerine va’detmiştir. Bu bir sünnetullahtır (ilahî kanundur). ‘Sen Allah’ın kanun ve nizamında hiçbir değişme ve bozulma bulamazsın.” (Fâtır Suresi, 35/43)
“Bu itibarla, yeryüzüne MİRASÇI olmak için, evvelâ salâhat (sâlih olmaya), yani dinin Kur’an ve sünnet çizgisinde yaşanmasına ve İslamın hayatı hayat olmasına gayret etmek; sonra da çağın ilim ve fenlerine vâris olmak şarttır.” (Ruhumuzun Heykelini Dikerken, Yeryüzü Mirasçıları)
Bu vârislik şu veya bu milletin değil, salih olmanın değişmez vasıflarını üstünde taşıyıp pürüzsüz yaşayanların olacaktır.