1966’te İmam-Hatip öğrencisi ile Ayrancılarda bir camide Ahmet Feyzi Kul Ağabeyimizin Yörük Hoca diye hitap ettiği bir imam ağabeyimizin teşviki ile namaz kıldırır vaaz ederdim. Daha sonra o caminin avlusuna bir de Kur’an Kursu yapıldı. İzmir’de Bozyaka Yurdu yapıldıktan sonra Ayrancılardan Hüseyin Ağabey: “Bu Kur’an Kursunda çocuklar bir iki sene okuyor, Kur’an öğreniyor ama sonra köylerinde kalıp her şeyi unutuyorlar. Halbuki burası da Bozyaka Yurdu gibi olsa, sonra buradan İmam-Hatibe, liselere devam edip yüksek tahsillerini de tamamlarlar.” diye düşünüyor. Sonra da İzmir’e geliyor bu fikrini Mehmet Ali Hocamıza açıyor: “Hocaefendi ile beraber gelseniz, burayı bir görseniz. Daha başka ilaveler konusunda yapmamız gerekenleri ve yurt için müracaat şartlarımızı bize söyleseniz.” diyor.
Bu ziyarette olanları Mehmet Ali Hocamızdan dinleyelim:
“Bu teklifi Hocaefendiye götürdüm. Beraber gitmeye karar verdik. Bir sabah namazından sonra yola çıktık. Kursun avlusuna girdik. Orta yerde küçük bir havuz vardı. Oradaki kanepelere oturduk. Biraz sonra Hüseyin Ağabey geldi. telaşlı bir hâli vardı. Hocamızın dikkatini çekti. Kendisine ‘Bir şey mi oldu?’ diye sordu. O da ‘Hocam, sabah namazından sonra sizi beklerken kafamı koltuğa koymuştum. Kendimden geçmişim. Enteresan bir rüya gördüm. Siz gelmişsiniz aynen böyle, burada oturuyorsunuz. Hoş beşten sonra siz birden ayağa kalktınız, pardesünüzün düğmelerini birer birer iliklediniz. Sonra şu anda durduğunuz yerin arkasında cami var. Ama rüyamda orası dimdik duvar gibi çok yüksek bir dağ olarak görünüyor. ‘Biz bu duvar gibi dağa tırmanıp tâ zirvesine çıkacağız’ dediniz. Ben içimden, ‘Nasıl çıkılır ki… Mümkün değil’ diye geçirdim. Siz benim bu içimden geçenleri hissettiniz ve şehadet parmağınızı bana doğru sallayarak ‘Hüseyin Efendi, sen şimdi bak nasıl çıktığımızı göreceksin!’ diyerek bir karıncanın bir duvara çıkma rahatlığında yürüyerek çıkmaya başladınız. Ben de hemen peşinize takıldım ve tırmanmaya başladım. Siz aradaki mesafeyi açıp tâ zirveye ulaşıp kayboldunuz. Ben zirveye çok az kala takattan kesildim. Aşağıya bakamıyorum, çünkü çok yüksek… Geri dönmem kâbil değil… İleri gidemiyorum gücüm kesildi… Tam o sırada siz yukarıdan başınızı uzatıp ‘Nasılmış Hüseyin Efendi!’ diyerek gülümsediniz sonra da elinizi uzatıp, elimden tutarak beni de yukarıya çektiniz. Tam yukarıya çıkınca baktım Cennet gibi bir yer… Her taraf meyvelerle dolu… Normalde ben, yaz meyvelerinin çokluğuna hayret eder ‘Allah’ım bunlar bu kadar nereden geliyor?’ diye düşünürdüm. Rüyamda o meyvelerin çokluğunu görünce ‘Demek ki, buradan geliyormuş!’ dedim. Oğlumun, beni uyarıp ‘Baba İzmir’den misafirler geldi, seni bekliyorlar!..’ demesi ile kendime geldim. Şimdi de geldim baktım siz aynen rüyada gördüğüm yerde oturuyorsunuz!.. Hocam bu nasıl bir rüya bu! Tabiri nedir?” diye sordu. Hocamız da ‘Hüseyin Efendi, tabire gerek yok. Her şeyi apaçık görmüşsünüz’ diye karşılık verdi.”
40 sene önce görülmüş bir rüyayı gerçekten şimdi yaşıyoruz. Cemaatin ve Hizmetin karşısında aynen öyle bir sarp yokuş, dik bir duvar var. Ama inşaallah bu engel aşılacak ve o zirveye Allah’ın izni ve yardımı ile çıkılacak. Bu sürecin büyük sıkıntıları içinde dünya çapında alınan mesafe itibariyle büyük bir inayet altında ilerlendiğini görüyoruz. İnşaallah Cenab-ı Hak, hayırlısı ile hitama erdirecek.
Meselenin sonrasının üzerinde de duralım, çünkü benzer bir olay cereyan ediyor:
Hüseyin Ağabey, yurt açmak için gerekli bütün evrakı hazırlayıp Ayrancıların bağlı olduğu Torbalıya, Kaymakamın huzuruna çıkıyor. Fakat o zamanki Kaymakam İmam-Hatip kökenli olmasına rağmen her nedense dini hizmetlere muhalif hale gelmiş bir kişi olduğundan Hüseyin Ağabeyin kendisine takdim ettiği evraklara şöyle bir bakıp dosyayı fırlatıyor. Bütün evrakların yaprakları ortalığa saçılıyor. Hüseyin Ağabey onları birer birer toplayıp dosyanın içine koyduktan sonra o da dosyayı “Allah hakkından gelsin!” mealinde bir söz söyleyerek yüzüne çarpıyor! Kaymakam âdeta şok geçiriyor. Kapısında polisler durmasına rağmen onları çağırmaya bile bir mecali kalmıyor. Hüseyin Ağabey de elini kolunu sallayarak Kaymakamlığı terkedip işine gidiyor. Fakat akşam olmadan, Torbalı kazası, “Kaymakam, buradan sürgün edilmiş, gidiyormuş!” diye çalkalanıyor. Gerçekten öyle oluyor!.
Sonra Ayrancılar Kur’an Kursu aynı zamanda yatılı bir yurt oldu. Oradan çeşitli okulları yani İmam-Hatip ve liselere giden pek çok öğrenci yetişti… Pek çokları yüksek tahsillerini yaptılar ve dünya çapındaki eğitim hizmetlerinde yerlerini alanlar var…
Biz işimize bakacağız. Cenab-ı Hak, dünya çapında Hizmet edecek insanlarımızı ağır bir imtihanla eğitiyor… Tek bir yol gösteriyor. İhlasla Hizmet etmek. Sağa sola bakmadan, siyasî ve fanî şeylere kapılmadan sırf Allah rızası için koşturmak… Gerisini, şartlar ne kadar ağır ve zor olursa olsun bir şekilde Cenab-ı Hak halleder. Bunlar ufak çapta da olsa 1971’de 1980’de 1997’de gördük… Her defasında daha iyi eğitilmiş olarak kervanımız yoluna devam etti. Bu sefer farklı bir eğitimle ayrı bir Hizmet noktasına doğru sevkedildiğimiz muhakkak… Ama işin aslına tam olarak vardığımız noktada öğreneceğiz inşaallah…
Abdullah Aymaz