Çağlayan’ın bu sayısının Başyazısı “ACIYORUM…” Şöyle bir iç döküş var: “Acıyorum, (kainat denilen) bu kitabı arka planıyla mütalaa etmeyen / edemeyen anadan doğma âmâlara… acıyorum, şu fâni dünyanın sûrî güzelliklerine ve aldatan ihtişam ve debdebesine kapılıp âhireti ve ebedî hayatı öteleyenlere… acıyorum, gelip geçici saltanat ve debdebe karşısında ebedî hayata karşı kör ve sağır yaşayanlara… acıyorum, gecekondudan çıkıp villadan villaya koşan aşağılık duygusunun azat kabul etmez bendelerine… acıyorum, bilerek şu fâni ve zâil dünya hayatını Cennet ve Cemâlullah yerine koyan akıl-zede divanelere… acıyorum, üç-beş günlük dünya için makam mansıp, para ve lüks hayat fantezisiyle seviyede düşüklüğüne maruz kalmış, peylenebilen mük’ab gâfillere… acıyorum, çiğnenen ırzımıza ve doğranan namusumuza rağmen gülüp eğlenen ölü ruhlara ve bedbahtlara… acıyorum, iç içe yıkılışlar ve tamiri imkânsız çözülüşler karşısında sesini çıkarmayan dilsiz şeytanlara… acıyorum, yiyip-içip yan gelip yatan, mesh-i mânevî maruzu, halinden habersiz tali’sizlere… acıyorum, ‘Ahsen-i takvim’e mazhariyetin bizden neler istediğinden bî haber insan bozmalarına… acıyorum, ‘Hak, adalet!..’ deyip Harun gibi ortaya çıkmış Karuncuklara… acıyorum, yalanın rayiç, hıyanetin mültezem, hakkın Allah’a emanet olduğu bir dönemde insanî değerleri partal eşya haline getirenlere… acıyorum, yalanı, tezviri, iftirayı ‘savaş taktiği’ deyip dinî argümanlara dayandıran münafıklara… acıyorum, kahrolası bir takdir, kirli bir madalya uğruna yüzsuyu dökerek itibarını ayaklar altına alan Süfyan’dan kalma Horasanlı taylasanlılara… acıyorum, üç-beş kuruşluk menfaat için birilerine muhalif gibi görünen GERÇEK MÜMİNLERİN öldürülebileceğine fetva veren satılmış nâdânlara…
“Küçük bir çıkar karşılığı, rüşvete, gaspa ‘hediye’ diyen kapkara ruhlara acıyorum… ‘Varsın çalsınlar!’ türünden zift beyanlarla çizgi kayması yaşayanlara acıyorum… bir zamanlar takdirle göklere çıkardıklarını, üç-beş günlük bir dünyevî pâye elde etmek için yerin dibine batıran bukalemunlara acıyorum… meşru, gayr-i meşru elde ettiği imkân ve pâyeleri kaçıracağı endişesiyle yalan ‘doğru’, doğruya ‘yalan’ diyen hak-hakikat bilmez bednamlara acıyorum.”
“Uyuyan Kanser Hücreleri” yazısıyla Dr. Kadir Namlı, Sızıntı’da yazdığı yazılarını hatırlatır şekilde güzel bir dönüş yaptı. İnşaallah devamı gelir.
Aytekin Garip “Demokrasi, Hukuk ve Hizmet Hareketi” yazısıyla Gönüllüler Hareketi mensuplarının bu süreçte uğradıkları zulümlere karşı sergiledikleri güzelliği anlatıyor.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Aşkla Dirilme” münâcâtı ve “Duygularda Ney Sesi” naatı ile dergiye ayrı bir boyut kazandırıyor.
Prof. Dr. Atıf Yorulmaz “Tesettür, Güneş ve Kemik Erimesi” başlıklı yazısıyla, tesettüre saldıranlara “Yapılan araştırmalarda, sadece ellerden ve yüzden alınan güneş ışınlarının, ihtiyaç duyulan D vitaminin sentezlenmesi için yeterli olduğu tesbit edilmiş.” diyerek cevap vermektedir.
Prof. Dr. Ali Cuma, “Ahlak Sistemi” yazısıyla İslamiyetin güzel ahlak ile ilgili hükümlerini izah ediyor.
“Hayvanlar ve Fizik” yazısı ile Doç. Dr. Hacı Kerem, hayvanların fizik ve matematik bilir gibi, davranış ortaya koyduklarını, bunların ilhamlarla ilâhî yönlendirme olduğunu anlatıyor.
“Yaşar Tunagür” başlıklı yazıda, bir dönem bulunduğu her yerde güzel hizmetler etmiş Tunagür hocamız anlatılıyor…
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Kalbin Zümrüt Tepeleri” için tekmile olarak yazdığı “Keramet ve İkram” yazısında, Muzice ile Keramet arasındaki farkı, istidraca düşmemek için keramete mazhar olanların yapmaları gerekenleri izah ediyor.
Prof. Dr. Şenol Yıldız, “Sinapslardaki Matematik” yazısı ile, sinir sistemimizin binlerce bilgisayardan bilgi akışına hedef harika halini anlatıyor.
Prof. Dr. Kerim Ahmet Can, “Konuşuyorum, O Halde..” başlıklı yazısıyla, konuşma ve beyanın, Cenab-ı Hakkın talimiyle gerçekleştiğini izah ediyor.
“Verem ve Koruyucu Hekimlik” başlıklı yazısında Prof. Dr. Sinem Akbulak, Tıbb-ı Nebevî açısından koruyucu hekimlik tavsiyelerini ilk defa Efendimizin (S.A.S.) ifade buyurduğunu ifade etmektedir.
Ali İhsan Er, “Yalnızlığın Acısı” hikayesinde, insanı hiç yalnız bırakmayan Vefalı, gerçek Dosta yönelmenin güzelliğini anlatıyor.
Selim Gül “Turnalar” şiiriyle, uzaklara hicrete giden mağdur ve mazlumları anlatıyor.
Prof. Dr. Ömer Serranur, “Eğitim İçin Kadavra Vazgeçilmez mi?” başlıklı yazısında, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanın ölüsü de dirisi de kerim ve şerefli olduğu için eğitim için bile olsa, kadavra olarak değersiz bir şey gibi kullanılmasının yanlışlığı anlatıyor.
Arif Mert, “Haberleşme Hürriyeti” başlıklı yazısında, haberleşmenin prensiplerini anlatıyor.
Abdurrahman Nil, “Aktif Bekleyiş” yazısıyla yaşadığımız şu süreçte, binlerce mağdur ve mazlumun hayırlı, işler yaparak aktif bir sabırla gelecek güzel günler için hazırlandıklarını anlatıyor.
Çağlayan işte böyle dolu dolu çıkıyor. Kainat kitabından tevhid dersleriyle, bize muhasebe öğreten baş yazılarıyla her ay bizlerle buluşuyor. Evet tekrar edelim: Çağlayan bir direniş destanıdır. Çağlayan’a biraz da stratejik olarak bakmalıyız. Çağlayan bir varlık sesidir ve BEN DE VARIM demektedir. Yazarak ve okuyarak bir direniş gösterme demektir. Bizim de bu direniş kervanına katılmamız gerekmez mi? Hizmetimiz, “Lâf” üretmiyor; “değer” üretiyor…
“El-cihad bi’l -çene” olanlar, sadece çene çalan mücahidlerdir… Halbuki yaşamak, temsil etmek esastır. Güzel hal ile hallenmeden ne kadar konuşsak, sadece boşuna çene çalmış oluruz…