Neml Suresinin son âyeti olan 93. âyette de Cenab-ı Hak; Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın surenin baş tarafında 15 âyette “Bizi mümin kullarından bir çoğundan faziletli, (üstün, itibarlı) kılan Allah’a hamdolsun” dedikleri gibi “Ey Muhammed, sen de ‘Elhamdülillah” buyuruyor.
İşte bu husus hakkında “Hak Dini Kur’an Dili” müellifi merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır Hazretleri son üç ayet ile ilgili şöyle bir izah getiriyor:
“De ki: ‘Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı kutlu kılan bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Yine bana Müslümanlardan olmam. Ve Kur’an’ı okumam emredildi.’ Artık kim doğru yola gelirse ve yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: ‘Ben sadece uyarıcılardanım.’ Ve şöyle de: ‘Hamd, Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size göstererek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” ‘Bu şehir’ yani Mekke. ‘Kim Allah’a yüzünü iyilik yapan biri olarak çevirirse’ (2/112) âyetine göre Allah’ın birliğine teslim olan ve yaptığını Allah için yapan halis Müslümanlardan… “Ve de ki: Hamdolsun Allah’a, o size âyetlerini gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Yani Kur’an’da kudret delillerinden İslam’a vaad ettiği olağanüstü yardım ve başarıları ileride fiilen gösterecek. Şimdi tanımak istemediğiniz o hakikatleri o vakit tanıyacaksınız. ‘Şüphesiz ki, bu Kur’an, sana hikmet sahibi ve herşeyi bilen Allah tarafından verilmektedir. (27/6) ‘Rabbin şüphesiz onlar arasında hükmünü verecektir.’ (27/78), ‘O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız.’ (27/93) âyetleri müminlere hidayet ve müjde için indirildiği, başında bildirilen bu surenin ruhu yerinde olan teminat âyetleridir.
“Bu surenin indirildiği Mekke’de Hz. Peygamberin (S.A.S.) ne kadar yalnız, İslâm’ın ne kadar GARİP olduğu düşünülür de öyle bir zamanda böyle bir SÛRE ve özellikle bu kesin ÂYETLER ile gelecek hakkında VAAD ve TEMİNATIN kuvveti ve büyüklüğü ve gerçekte HİCRETTEN sonra İslâm Tarihinin açtığı kudret ve saltanatın genişliği ve önemi düşünülürse, bu surenin ve bu âyetlerin, bu yüksek haber ve teminatın ne kadar büyük mucizeleri içinde bulundurduğu ortaya çıkar. Ve gerçekten bu Kur’an’ın, her şeye hâkim, her şeyi bilen Yüce Allah tarafından geldiği bütün açıklığıyla anlaşılır.
“Tarihî araştıranlar ‘Bedir’den başlayıp Hz. Ömer devrinden, Fatih Yavuz ve Kanuni Süleyman devirlerine kadar Yüce Allah’ın ‘Hamdolsun Allah’a! O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız’ buyurduğu üzere, âyetlerini nasıl gösterdiğini hiç şüphesiz görür, hamd ederler. Selim ve Süleyman saltanatlarının, Hz. Davud ve Hz. Süleyman saltanatları gibi ‘Bizi mümin kullarının bir çoğundan faziletli (üstün, itibarlı) kılan Allah’a hamdolsun’ (27/15) şükranesiyle doğması da bu suredeki müjdelerin neticelerinden olduğunda şüphe yoktur. (…)
“Gerçekte ‘Dinlensinler diye geceyi yarattığımızı ve çalışsınlar diye gündüzü apaydınlık yaptığımızı görmediler mi?’ (27/86) buyurulduğu üzere İSLÂMIN da GECESİ, GÜNDÜZÜ olacak, o da bu değişen âlemde bazen gecelerin sükûnet avucunda dinlenecek, bazen gündüzlerin PARLAYAN İKBALİNDE gözlerini açarak HAK Teâlânın yüce huzurunda en yüksek hayatı yaşamak için uyanacaktır. Bu âyetin işaretine göre İslamın İstikbali gece değil, gündüzdür; sönük değil, parlaktır. Arasıra basan gece karanlıkları, onu dinlendirip tekrar UYANDIRMAK içindir. Bu mânâ, bilinen bir Hadis-i Şerif ile şöyle açıklanmıştır. ‘İslâm garip olarak başladı. Ve tekrar yine garipliğe avdet edecektir. Gariplere müjdeler olsun.’ (Müslim, Tirmizi) Bu hadisteki ‘ se yeûdü’ (tekrar avdet edecek) fiilini bir çok kimseler ‘se yesîru’ mânasına nâkıs fiil kabul ederek: ‘İslam garip olarak başladı (veya zuhur etti), yine başladığı gibi garip olacak’ diye yalnız korkutma şeklinde anlamış, bundan ise hep ÜMİTSİZLİK, yayılmıştır. Halbuki, Kamus’ta gösterildiği üzere ‘âde’ (avdet etti) fiili, ‘yübdiü, yüîdü’ de olduğu gibi dönüp yeniden başlamak mânasına da gelir.
“Bu hadiste de böyledir. Yani ‘İslam garip olarak başladı (veya ortaya çıktı) ileride yine başladığı gibi garip olarak tekrar başlayacak (yahut yeniden doğacak) ne mutlu o gariplere!’ demektir. Hadisin sonundaki ‘fe tûbâ!’ (müjdeler olsun!) onun korkutmak için değil, müjdelemek için olduğunu gösterir, gerçi bunda da dönüp garip olma korkusu yok değil, fakat sönmeyip yeniden başlaması müjdesi vardır.
“İşte bu ‘Fe tûbâ lil ğurabâ’ (Gariplere müjdeler olsun!) müjdesi de bunun içindir. Çünkü onlar ‘önce geçenler’ gibidirler. Bundan dolayı Hadis de ümitsizliği değil MÜJDE’yi ifade eder. Ve bu, yüce sûre âyetlerinin mânâlarındandır. Bu görüşten anlaşılıyor ki, bu Mekkî surelerin, tertipte böyle bir çok Medenî surelerden sonraya konulması, içindeki mevzularının daha çok geleceğe ait olduğuna dikkat çekme gibi bir HİKMETİ içermektedir. Ey Müslüman bunları bil, de, de ki: ‘Hamdolsun Allah’a! O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarından habersiz değildir.” (Hak Dini, Kur’an Dili)
Elbette bu müjdelerin günümüz GARİPLERİNE bakan yönleri de vardır. Cenab-ı Hakka ihlasla dayanıp Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye’de gayret gösteren ve pek çok engeller, hatta zulüm ve işkenceler ile karşılaşan günümüz gariplerine de benzeri İlahî inayetler söz konusudur. Hakikaten kısa bir zamanda bütün Anadolu’yu saran bu güzel hizmetin aşk ve şevki, hemen Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar üzerinde kendisini gösterdi. Daha sonra bütün Afrika ülkelerinde, Uzak Doğu diyarlarında, Avrupa ve Amerika’da hatta Avustralya ve Yeni Zellanda’da ilim irfan ocaklarının meşaleleri parlamaya başladı. Şu anda sadece öğretmenleriyle değil, hayatın her ünitesinden, tahsilli, yüksek eğitimli, tecrübeli binlerce Hizmet insanı, cihanın her tarafında “Yaşama” değil, “Yaşatma” azmiyle, himmet ve gayretlerini şahlandırmak için imkanlarını zorlamaktadırlar…