1992’de ilk ilk defa Amerika’ya gelince, ırk ve renk konusunda birer renk körü olduğumuz için buradaki Afrika kökenlilerle ve Pakistanlı Müslümanlarla görüşmelerim oldu. O günlerde Bosna olayları gündemde olduğu için bazı etkinliklere katılmış bazı insanlarla tanışmıştık. Harlem’deki Takva Mescid’e gidip imamları ile görüştükten sonra mescitten bir grubu hizmetleri tanıtmak için Türkiye’ye göndermiştik. Sonra Pakistanlı bir grupla tanıştık. Çocuklarının asimile olmaması için bilhassa hafta sonları kurslarla, onların İslâmî bilgilerini takviye ediyorlardı.
Daha sonraları Afrika gezilerimizde Hindistan ve Pakistan Müslümanlarının daha büyük bir gayret içinde gördük. Hem zenginlerdi hem de evlatlarını çok iyi yetiştiriyorlardı. Kendi dil ve kültürlerini ve İslâmî eğitimlerini çok iyi veriyorlardı.
2010 veya 2011 senesinde Almanya’da yetişmiş, bir kardeşimizle hem Endonezya hem de Avustralya’ya beraber bir gezimiz olmuştu. Kendisi Almanya’da hafız olmuş sonra da yine Almanya’da tıp fakültesini bitirmiş. Şimdi de tıpta üst seviyelerde bulunuyor. Gittiğimiz bu iki ülkede güzel kıraatiyle namazlar kıldırdı. Benim için büyük bir sevinç vesilesi oldu… Ama daha sonraları Afrika’da ve Amerika’da Pakistanlı ve Hindistanlı gençlerden pek çoklarının oralarda hem hâfız hem de doktor mühendis ve mimar olmalarına şahit olmam beni cidden hem sevindirdi hem şaşırttı.
17 Haziran 2023’te Amerika’da bir diyalog toplantısına misafir oldum, işittiklerim güzel haberlerdi. Mısır’da Ezher Üniversitesi’nde tahsil yapmış daha Balkanlarda ve Amerika’nın muhtelif hizmet vermiş bir hocamız çok faydalı bilgiler verdi: “Bizim Türkiye’de yetişme tarzımız mezhep olarak Hanefi ağırlıklı olduğumuz için diğer bazı mezheplerde olanların yanlışlıklarımız olabiliyor. Mesela Türkiyeli bir Şâfii kardeşimizin fazla tekbir getirmesi ve tahıyyatta şehadet parmağını fazla tutması birisinin garibine gidiyor. ‘Sen niye ikide bir hareket edip duruyorsun (Hatta birisi niye sineklenip duruyorsun?)’ diyor. O da ‘Ben Şâfiyim’ deyince, ‘Olur mu öyle şey öyle namaz mı kılınır’ diye itiraz edebiliyor. (Hatta Trakyalı Hüsmen Ağa: ‘Ben de seni Müslüman sanmıştım!’ diyebiliyor.) Hanefi gibi, Şâfii, Mâliki ve Hanbeli mezheplerinin hepsi de haktır. Onlar bizim, biz de onların arkasında cemaat olup namaz kılarız. Hiçbir mahzuru yok. Bilakis onların câmilerine gidip, onlarla kaynaşmalıyız…
“Arkadaşlar, bilhassa Hindistanlı ve Pakistanlı Müslümanlar çoktan Amerika’ya gelmiş ve çoğu hiç asimile olmadan entegrelerini sağlıklı şekilde temin etmiş ve birer Amerikalı Müslüman olmuşlardır.
Ayrıca başka yerlerin aksine Amerika’ya gelen bu Müslümanların hem eğitim seviyesi yüksek hem de zenginlerdir. Hayatın bütün ünitesinde yerlerini almışlardır. Hayat standartları birçok Amerikalıdan daha yüksektir.
Ama bakın onların pek çokları, değerli hocaları takip ederler. Hatta evlerini bile onların camilerine yakın yerlere taşırlar. Hatta o kıymetli şahsiyet Pakistan’a mesela iki-üç seneliğine gitmişse o da çocuklarını alıp iki-üç seneliğine onun yanına taşırlar. Sonra tekrar o Hoca ile Pakistan’dan Amerika’ya gelir. Amerika’da böyle Kur’an´ı ezberlemiş, İslamî bilgilerini almış evlatlarını, doktor, mühendis, mimar ve ekonomist gibi bir meslekte yetiştirmeye çalışırlar. Bizim onlardan alacağımız çok güzellik olabilir. Bizim de onlara verebileceğimiz çok önemli şeyler olur.
Onlarla içli-dışlı olunca, bizim eğitim sistemimiz, rehberliğimiz ve bütün insanlarla olan diyaloglarımız onlara gerçekten çok câzip geliyor. Beraber çalışma teklifleri bile olabiliyor. Onun için imkan nispetinde onlarla komşuluk irtibatlarını geliştirelim ve câmilerine elden geldiği kadar devam edelim. Evet içinde bulunduğumuz her ülkenin mozaiği içinde mutlaka kendi rengimizle çiçek açalım ama mutlaka çevremize de dikkat edelim, onlardan alacağımız çok şey olduğu gibi onlara da vereceklerimiz var. Bunların gerçekleşmesi için irtibatlar ve diyaloglar gerekiyor.