M. Fethullah Gülen Hocaefendi, sık sık muhasebesini yapar, kabir hayatı mahşer-mizan meselesi üzerine yoğunlaşır. Zaman zaman içinden taşan duyguları dillendirir: “Kabre girdin nefesin tutuldu; Dünyaya sığmam diyordun, şimdi neredesin?”
Bir taraftan bireysellik körüklenirken, öbür taraftan bilhassa Avrupa ülkelerinde aydınlanma çağı adı altında semavî dinlerin kırmızı çizgileri çiğnenip aşılırken enaniyetler kavileşti. Sosyal hareketler, ırkçılık, sosyalizm, komünizm ve Bolşevizm derken bu işlerin temsilcileri birer diktatör kesildi. Rusya’da, İtalya’da, İspanya’da Çin’de büyük diktatörler çıktı. Elbette Türkiye de nasibini aldı: “Bu asır enaniyet asrı, daha ötesinde süfyaniyet asrı; zırvasında hem de.”
Zirvesinde desek de olur. Bütün Kur’an’ı küllî bir bakış açısıyla akıl ve kalbte sabitledikten sonra herbir âyetin önü sonu, mühefhef bir mantıkla ele alınınca çok engin mana ufukları açılıyor. Üstad gibiler o deryaya birer gavvas gibi dalıp inci, mercan gibi mâna cevherlerini yakalayıp muhtaçlara takdim ediyorlar… “Kur’an’ı Kerim’e bütüncül bir nazarla bakmayınca birçok meselesi anlaşılmaz. Üstadımız, mahruti bakışa yönlendirmek için bazı doneler veriyor. Yoksa birçok gafilin kafaları karışır, anlamazlar. İnsan karakteri böyle. İnsan, meselenin dününü, bugününü, yarınını ve diğer bütün yönlerini dikkat-i nazara almazsa anlayamaz. Arkadaşlarımızın dualarda dedikleri gibi, “Cenab-ı Hak, esrarı Kur’an’ı ve esrar-ı hadisi fehmetmeyi hepimize müyesser kılsın!”
Kur’an ve hadislerdeki imâları, remizleri, müstetbeâtü’t-terâkipleri anlamak ve onlardan istifade etmek için, havadan nem kapacak bir fıtrat ve istidatta yaratılmış olmak gerekir. Bu vasıfları hâiz olan Hocaefendi bu hususta bizleri teşvik ile pırlantalara şöyle yönlendirmek istiyor: “Cenab-ı Hak, pırlantaları ‘Size birer done olsun, meseleyi inkişaf ettirmek de size nasip olsun’ diye yazdırmış; sevk-i İlahi…”
İşaratü’l-İ’cazın arkasına ilave edilen bazı filozofların Kur’an hakkındaki takdirleri ve günümüz bazı meşhurların takdirleri Hocaefendi’ye anlatılınca, şöyle bir değerlendirmede bulundu: “Bu insaflı filozofların bazı hakikatlere sahip çıkmaları ve onları kabullenmeleri nezd-i uluhiyette boşa gitmez. Çok uzak bir dünyadalar; herşey pozitivizm ve materyalizmin içerisinde yüzerken onların bazı şeylere sahip çıkmaları, onları kabul etmeleri boşa gitmeyecektir. Cenab-ı Hak Erhamürrahimindir. Meseleler, dördüncü ve beşinci asra kadar anlatıldığı gibi anlatılmaya ve temsil edilmeye devam etseydi, şimdi dünyanın yarısı Müslüman olmuştu. Evet, size çok iş düşüyor.”
Hocaefendi, hadis derslerinde ricâl denilen rivayet eden zatların yani râvilerin üzerinde durur. Onlar hakkında hadis sözlerini ve takdirlerini de göz önüne getirircesine dikkatleri onlar üzerine çevirir: “Rical-i Hadis anlatılırken Beraat-ı istihlal nevinden meseleyi açmak ve onları vasfetmek için öyle kelimeler kullanılıyor ki mücelletlerle (ciltlerle) anlatılabilecek şeyleri birkaç kelimeye sığdırıyorlar.”
Dayanma noktası Cenab-ı Hakk’ın kudreti olunca, ihlas ve sadakatla az bir kuvvetle, İslamî güzellikleri, güneşin doğup-battığı her yere götürme ideali ile sahabe efendilerimiz cihanın pek çok yerlerine ulaştırmaya muvaffak olmuşlar: “Koca saltanatların, imparatorlukların yaptıklarını bir avuç insan yapmış, o bedevi çöllerinde galebe çalmışlar. Cenab-ı Hak, bunu bir daha nasip eder mi? O’na tam kul olunursa neden nasip etmesin!”
Kur’an’da “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindedir (Emir âleminn Rabbimin bileceği şeylerdendir.) Size o konuda sadece az bir ilim verilmiştir.” (İsra Suresi, 17/ 86) buyurulmaktadır. Onun için Kur’an âyetlerine küllî bakışla nazar eden âlimlerin verdikleri bilgilerle iktifa etmek gerekir. Yoksa bilmediğimiz, haritalanmamış deryalarda yolumuzu kaybedebiliriz: “Kendi düşünce dünyamız itibari ile ruha ait meseleler gibi şeylerin detaylı anlatılması kafa karıştırıcı olabilir. Böyle şeyleri Ehl-i Sünnet ulemasının, özellikle Üstadımızın anlattığı şekilde anlatmak gerekir.”
Hizmetin dünya çapında inkişâfında, günümüzün çetrefilli meselelerinde pırlantalarda yazılanlar, bilhassa Kalbin Zümrüt Tepeleri gibi şaheserlerde anlatılan konular üzerinde söylenen takdirkâr ifadelere karşı Hocefendi hep: “Bir sevk-i hissi ile böyle detaylara girmişiz. Sevk insiyak…” diyerek karşılık veriyor. “Aklın nuru, medeniyet fenleridir; vicdanın ziyası dînî ilimlerdir.” diyen Bediüzzaman Hazretleri bunların beraber mezcedilip hazmedilmesini istemektedir. Fennî bilgiler de Cenab-ı Hakk’ın kainat kitabından alınmaktadır. Kur’an ile beraber kainatı doğru okuyup doğru anlayabilirsek, pek çok şeyi çözebiliriz.
“Bu ölçüde meseleleri genişçe doğruya yakın bir şekilde anlatan Kant ve Bergson’ın Saf Aklın Kritiği kitabı var; o kitabı Ali Ünal hocaya vermiş olabilirim. Çok yerde doğruya yakın ifadeler kullanmışlar; onları işaretlemiştim. Kim bilir bizim arkadaşlar dinî ilimlerle beraber diğer fenni ilimleri de çalıştıktan sonra belki Kur’an’ın tefsirini yaparlar. “Güft-ü güya girmeden, dediğim dedik demeden, iddiaya girmeden yaparlar. ‘Kul’ diyor kesip atıyor. ‘Küllün min indillah’ Yani “Söyle: ‘Hepsi de Allah tarafından.’
Kur’an, yenilecek-içilecek şeyler hem helal hem de hoş, temiz yani içimize sinecek şeylerden olmalarını istiyor. Etlerin Besmeleli olup olmamasından, katkı maddelerine kadar dikkat etmemiz gereken hususlar var: “Yeme içme ile ilgili mevzular çok karışık şeyler; bu konudaki şüpheli ve dikkat edilmesi gereken şeyleri nazara alınca şeytanın çok uğraşacağı bir alan olduğu söylenebilir.”
Mürşidlerin, ilim ve irfanlarından istifade ettirmek gibi bir görevleri vardır. Peygamberler, altın-gümüş miras bırakmak ilim-irfan miras bıraktıkları gibi onların iz düşümleri âlimlerin, evliyaların ve asfiyaların benzer mirasları vardır. Bunlar kitapları ve günümüzde olduğu gibi, sözlü ve görüntülü yayınlarıdır. Bunlardan istifade için ilim ve müzakere halkaları teşkil etmesi gerekir:
“Ders olmamasından, halkanın teşkil edilmemesinden dolayı sıkılıyorum; arkadaşlarımız hizmetle ilgili şeyleri bir araya gelip konuşuyorlardır ama bunun bir farklılığı var. Benim bu konudaki intizarım halkalarda fenni ilimlerinde ihtisasının yapılması ve dünyanın değişik yerlerinde bu işin tesis edilmesidir. Birkaç yerde güzel yapılırsa başkalarına da ilham kaynağı olur. Farklı farklı kitaplarda okunabilir. Gün gelecek arkadaşlarımız bunu dünyanın her yerinde tesis edeceklere, görenler de takdirle karşılayacak. İslami hakikatın ortaya çıkması için iddiasız, ben bilirim demeden bu işi yapacaklar; ‘Benim bildiğim değil hakikat esastır.’ diyerek hareket edecekler.”