Afyon hapsinde parça parça yazılan El-Hüccetü’z-Zehra Risalesinin serencâmesi:
Halil Ağa hapisanenin Ağasıdır. Belindeki hançeriyle dolaşır. Kimse ona karışmaz. Koğuşta herşey ondan sorulur.
Üstad bazen kese kağıtlarına, bazen sigara paketlerine yazdıklarını büker, bağlar, kibrit kutularına yerleştirir. Halil Ağa bu kibrit kutularını cebine koyar, koğuşun yolunu tutar. Aslında o istese, onları açıktan da verebilir, kimsenin kılı kıpırdamaz. Ama o, işi, tatlı bir oyun kılıfına sokmak ister. Koğuşun kapısına varıp, var gücüyle bağırır:
“Heyyyt!.. Var mı bana yan bakan? Var mı benim gibi efe! Çıksın meydana!..”
Halil Ağanın karşısına kimse çıkmaya cesaret edemez. Ancak haberli olan Ceylan Çalışkan Ağabey, yattığı ranzadan aşağı atlar, “Ben varım” der. Halil Ağa ile al takke, ver külah güreşe tutuşurlar. O sırada Halil Ağa, kibrit kutularını çaktırmadan Ceylan’ın cebine koyar. Sonra da bu anlaşmalı güreş sonra erer.
Çoğaltmak için heyecanla bekleyen Nur Talebeleri, hemen harekete geçer, kibrit kutlularının içinde El-Hüccetü’z-Zehra Risalesinin parçalarını yazmaya başlarlar.
Koğuşta sık sık arama yapılır. Fakat aramadan en önce Halil Ağanın haberi olur. Halil Ağa, arama haberini alınca, gelir, yazılan parçaları alır, yatağının altına koyar. Her yer didik aranır ama Halil Ağanın yatağına dokunulmaz. Ez kaza arasalar cinayet çıkar.
Mahkumlarda bıçak, şiş, tabanca aranırken Nur talebelerinde kalem kağıt ve Risale aranır.
“El-Hüccetü’z-Zehra” bu şartlar altında yazılıp çoğaltılır ve “On Beşinci Şua” daki yerini alır.
* * *
Üstad Afyon hapsinde idama mahkum Kasap Tahir, hapisanede zincirlerle şangır, şungur dolaşırken bir gün Üstad’ı görünce ağlayarak ondan dua ister. Üstad kendisine “Tahir namaz kıl!” dedikten sonra, prangasının zincirlerini kasdederek, “Onlar senin tesbihin olsun, sana dua edeceğim” der. Bunun üzerine kasap Tahir namaza başlar. Bağlı olduğu zincirin halkalarını bir bir sayar bakar ki, tam 33 tane!
“Onlar da tesbihin olsun” sözündeki keramet, Kasap Tahir’i bir kat daha Üstad’a bağlar…
** * *
Ahmet Feyzi Kul Ağabey, Hulusi Ağabeyle sohbetinde diyor ki: “Ben altı eserin yazılmasına şâhit oldum; o da iki hapisanede… Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde… Her iki hapisanede de o kadar teyakkuz , yani bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. (…) Biz buna şâhidiz. Hatta bir gün bir tek pusula yakalanmış, Afyon’da… Bu pusula için öyle tahkikatlar yapılıyorken, o bizim büyük Afyon Müdafaası ve daha neler dışarıya çıktı ve neşredildi. Hatta bir nüsha da, Temyiz Başsavcısına verildi. Öyle olduğu halde, ağır ve şiddetli hücumu olan bir müdafaa olmasına rağmen baş savcı benim beraatimi talip etti. Bu harikuladedir, görülmemiş bir şeydir!..”
* * *
Afyon hapsinden sonra, Üstad Hazretleri, artık Ceylan, Zübeyir, Bayram, Sungur, Tahirî Mutlu gibi Ağabeyler ile beraber kılmaya başladı. Bu da daha sonra açılan IŞIK EVLER dediğimiz talebelerin kaldığı dersane evlerinin temelini teşkil etti. Evet bu mübarek Ağabeyler, Üstad Hazretlerinin 24 saatini en yakından gözlemleme imkanına sahip oldular. Üstad Hazretleri çoğu zaman hasta ve aynı zamanda yaşlı da olduğundan nöbetle ihtiyaçlarını yerine getiriyorlardı. Meselâ, Üstad, yatsı namazını kılınca sünnete uygun şekilde istirahete çekilirdi. Üç saat sonra teheccüd namazı için kalkardı. Nöbetçi Ağabey, abdest suyunu hazırlamış halde beklerdi… Teheccüt namazını kıldıktan sonra beş metre uzunluğundaki isim listesindekilere – başta Peygamberler ve evliya ve asfiyalar olarak - hepsine… Mürşidlere… Talebelere… uzun uzun dua ederdi. İsmen duaya önem verir; ismen duanın taahhüdlü mektup gibi doğrudan hedefine ulaşacağına söylerdi. Sabah namazının vakti girince cemaatle namaz kılınır, tesbihat yapılır, sonra sırayla kitap okunurdu. Daha sonra da kahvaltı yapılıp, yapılacak hizmetler için herkese yapacağı işleri söylerdi.
Birer ayniyatçı olan bu Ağabeyler Üstad’dan ne görmüşlerse, onu aynen yaşmaya gayret eder, sonraki nesillere aktarırlardı. Onun için Üstad’ın vefatından sonra ev hizmetlerinde buna riayet edildi. Mesela İstanbul’da Zübeyir Ağabey, Ankara’da Bayram Yüksel Ağabey açtıkları talebe evlerinde buna uygun gençler yetiştirdiler. Biz de İzmir’de 1969’da açılan ilk dersane talebeleri olarak şubat tatilinde minibüslerle Ankara’ya gittik bu evlere taksim olarak dersane hayatının yaşamış şeklini bir müddet yaşayarak Ankara’da gördük ve İzmir’de de benzer şeyler yapmaya gayret ettik.