İzmir’in eski müftülerinden hocamız Celâl Yıldırım’ın “Tarihte Devlet Adamlarına ışık tutan İSLÂM BÜYÜKLERİ” isimli kitabının ikinci cildinde, Uzun Hasan ile Sultan Muhammed Fatih’in mücadelesi şöyle anlatılıyor:
Akkoyunlu Türk Devletinin ünlü hükümdarı Uzun Hasan, önüne gelenleri yenerek Osmanlı'nın kapısına dayandı. Rumeli askerlerimizin öncü kuvvetleriyle karşılaştı ve Turhanzade Ömer Bey gibi değerli kumandanı da esir ederek bu gücü bozguna uğrattı. Büsbütün şımardı. Onun mağrurane sözlerine karşı, Ömer Bey esir olmasına rağmen çevresindekilere de ders olsun diye şöyle konuştu: “Hey, Han! Denizden bir damla almakla deniz kurumaz. Güneşten biraz ışık almakla cihan karanlığa boğulmaz. Padişahım şanına kusur gelmez. Benim gibi yüz bin hayranı vardır. Bunlardan birkaç tane eksilmekle, gönül aynaları tozlanmaz. Onun namus şişesine mümkün müdür bir taş dokuna!.. Padişahımın bahtı hep dimdik ayakta duracak. Devleti günden güne büyüyecektir.”
Fatih Sultan Muhammed Han’ın güçlü bir orduyla geldiğini haber alınca Uzun Hasan onu alaya aldı ve “Artık Osmanlı’nın sonu geldi!” diyerek peşin hükümlerde bulundu. İş bununla da kalmayarak Acem padişahlarına, Şah Mirzâ’ya ve Sultan Ebu Said ve benzeri emirlere yazı göndererek Çarşamba günü büyük zaferinin kutlanması için şenlikler tertiplenmesini ve bu günün Akkoyunlu Devleti için mübarek bir gün olarak tarihe geçmesini emretti. Suyu görmeden paçaları sıvayan Uzun Hasan’ın, derin bir gaflet içinde basireti kapanmış bulunuyordu.
Henüz Otlukbeli Meydanına gelmeden Fatih Sultan bir rüya gördü: “Uzun Hasan pehlivanlara has bir elbise giyip meydana çıkarak kendisiyle güreşerek er istiyor ve naralar atıyor. Kendisi onun bu davetine cevap vermek için derhal soyunup pehlivan elbisesi giyiniyor ve Uzun Hasan’ın karşısına çıkıyor. Meydan ortasında binlerce seyircinin gözleri önünde el ele verip görüşmeye başlıyorlar; ilk hamlede Uzun Hasan bütün gücünü kullanarak Fatih’i sarsıyor ve diz üzeri çöktürüyor. Padişah derhal kendini toparlayıp ayak üzeri kalkıyor ve Uzun Hasan’ın göğsüne şiddetli bir pençe vurarak ciğerinin bir parçasını koparıp yere atıyor…”
Fatih Sultan uyanınca bu rüyanın önce çok tesiri altında kaldı, ilk karşılaşmada mağlup olacağına yorumlayarak üzüldü. Rüyayı ilim adamlarına anlatıp onların yorumlamasını arzu etti. İlim adamlarından biri güzel bir yorumda bulundu. Sultan’ın mutlaka gâlip geleceğini söyledi. Uzun Hasan’ın ciğerinden bir parçanın koparılıp yere atılması, bu savaşta bir oğlunu kaybedeceğine ve kendisinin de mağlup olup bozguna uğratacağına işarettir, dedi. Şunu da ilave etti: “Sultanım! Bu tabirimin doğruluğunu, Kur’an okuduğumda, savaşın neticesinin ne olacağını düşünerek tefe’ül ettiğimde ‘Ve yensurakellâhü nasran aziza’ âyet-i kerimesi karşıma çıkması şâhittir. Aynı zamanda bu âyeti tarih düşürdüğünde içinde bulunduğumuz (Hicri) 878 tarihine uygun geldi.”
Bu yorum ve âyet ile yapılan tefe’ül, Fatih Sultan Muhammed’i üzüntüden kurtardı; bir anda neşesi yerine geldi. Ancak bu ilim adamını biraz daha konuşturmak isteyerek dedi ki:
“Hocam! Bu tefe’ül ile zaferin bize değil onlara yüz çevirmesi mümkün değil midir? Yani aksi bir durum ile karşılaşabiliriz.”
Hoca efendi cevap verdi:
“Hayır Sultanım! Tefe’ülü biz yaptığımıza ve kendi namımıza açtığımıza göre, Nusret (zafer) bizden yanadır. “Yansurake” (Sana yardım ve Nusret verecek) ifadesinin sonundaki “Ke” (Sana) zamiri Hz. Muhammed Aleyhisselam hitap etmektedir. Aynı zamanda Onun yolunda olup Onun sünnetiyle amel edenlere hitap etmektedir. İsminiz (Mehmed=Muhammed), Resûlullâh’ın ismini taşıdığından bu “Ke” bir bakıma size hitabı taşımaktadır.”
Bu cevap Fâtih’i doyurdu ve bir hutbe konusu edilerek okundu…
ABDULLAH AYMAZ / Samanyoluhaber.com