Almanya’da neşredilen Aylık Toplum Gazetesi’nin yazarlarından Avukat Victor Pfaff ile görüşmelerimiz sırasında, kendisini bir iltica avukatı olarak meşhur mültecilerden bahsetti... Bir Mevlana Celaleddin Rûmî hayranı olan Victor Pfaff, birkaç defa Konya’da Hz. Mevlana’yı ziyaret etmiş. Kendisine Almanca'ya tercüme edilmiş ve merhum Şefik Can’ın Hz. Mevlana üzerine yazdığı “MEVLÂNÂ- Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri” isimli kitabını hediye ettik. Tabii Almanca tercümesini... Çok memnun oldu. Bilhassa takdim yazısı çok hoşuna gitmiş... Kendisine “Hz. Meryem” üzerine yazdığım kitapçığın Muhammed Çetin tarafından İngilizceye tercüme edilmiş bir nüshasını takdim ettim. Kitapçığı ilk yazdığımda Patrik Bartelemos’a ve Maroviç’e takdim etmiştim. Tamamen Kur’an âyetlerine göre yazılan bu kitapçığı beğendiklerini ifade etmişlerdi. Hatta o zaman Patrikanenin kütüphanecisi olan Yorgo Bey sayfaların kenar süslemelerini yapmıştı. Amerika’da bir arkadaşımız (Emre Yusufçuk) ise, fantastik bir resim yaparak Hz. İsa’nın doğum sahnesini hurma ağacını, su arkını, düşmanlarının durumlarını, Roma’daki ilk Hıristiyanların atıldıkları zindanların temsîli görüntülerini o tabloda göstermişti. Ben bu ayrıntıları da anlatarak kitapçığı kendisine takdim etmiştim. “Hurma ve su arkı üzerinde biraz duralım” dedikten sonra, “1985’de yabancı bilimsel bir dergide okumuştum. Doğum evlerine şadırvan gibi su sesi veren şeylerin yapılmasını tavsiye ediyordu. O günlerde su altında doğum mevzuları gündemdeydi. Bilim adamları, suyun annelere teması kadar, su sesinin bile doğuma çok kolaylık sağladığını söylüyorlardı.” dedim. Ayrıca Mısırlı Prof. Dr. Mustafa Mahmud’un “Mülhid Arkadaşımla Muhâvere” isimli kitabından bahsederek, taze hurmaların doğumu kolaylaştırıcı ve sütü artırıcı özelliklerini aktardım. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de: “Derken doğum sancısı Meryem’i bir hurma ağacına dayanmaya zorladı. ‘Ay! Nolayım, keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!’ dedi. Derken, alt taraftan şöyle seslendi: ‘Sakın üzülme! Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi. Haydi, hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze hurmalar dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer herhangi bir insana rastlarsan: -Ben Rahman’a oruç adamıştım, de, o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.” (Meryem Suresi, 19/23-26 âyetler) buyuruluyor.
Bu konuşmalar üzerine Victor Bey dedi ki: “Benim oğlum Güney Koreli bir kızla evlendi. Korelilerin şöyle bir âdeti var. Düğünde kayınpeder ve kayın valide gelinin kucağına hurma atıyorlar; bu, berekete ve çocuklarının olmasına vesile oluyormuş.”
Demek ki, hurma, bazı kültürlerde çok önemli… Peygamber Efendimiz (S.A.S.) “Eğer, Hz. İsa’nın doğumunda, hurmadan daha hayırlı bir yiyecek olsaydı, Cenab-ı Hak, Meryem’e onu ikram ederdi.” buyurdu.
Avukat Victor, “Dante, bir mülteci… En güzel eserlerini de bu mültecilik döneminde yazmış… Aslında İbn-i Sinâ da bir mülteci. Zaten hayatı hep ilticadan ilticaya geçmiş. O meşhur eserlerini de o zamanlarda yazmış” diyor.
“Seçim Sonrası” yazısında Victor Pfaff diyor ki: “Başbakan Angela Merkel, 2015’te, ‘Dublin Sözleşmesi’ni belli bir süre devre dışı bırakıp, ‘Başaracağız’ sloganıyla, yüzbinlerce mültecinin Almanya’ya gelmesi için kapıyı açmıştı. Aksi takdirde Avusturya ve Hırvatistan makamları, kitlesel boyutta yollara düşmüş bu mağdur insanları, bir şekilde geri dönüşe zorlayacaktı.
“Ancak nasıl olduysa artık, Federal Başbakan yanlış bilgilendirildi. Bu yüzden bu iyi atılmış adım yolda kaldı. Böylesi olağanüstü durumlarda, olağanüstü bir çözüm getirmek varken, zor ve giriftar yola yönelindi. Oysa çözüm basitti. Yüzbinlerce insana, tek bir kararla bu ülkede kalma imkanı tanınabilir ve bir dizi ve içinden çıkılamaz hal almış bürokratik işlemlere de gerek kalmazdı. Yani, bu insanlara, Almanya’da kalma imkanı sunmak yerine, sığınma başvurusu süreci işletildi ve mülteci konumunda olanlar, adeta tek tek kıyma makinasına sürüldü. Oysa böylesi ve bugüne değin hiç görülmemiş kitlesel hareketlilik içinde, hukuk devletine uygun bir sığınma başvuru işlemini sonuçlandırabilmek, pek mümkün değildi. Sığınma Yasası’ndan anlamayan personel, ne sığınmacının dilini ne de Almanca’yı iyi bilen tercümanlar, bu girift süreci, giderek içinden çıkılamayacak bir görüntüye sürükledi.
“Şimdi Federal Göç ve Mülteci Dairesi, bu çıkmazda, bu zor süreçten bir çıkış yolu arıyor. Yani süreç, alan bilgisiyle değil, keyfiyete göre uygulamalarla bu hale getirilmişse benziyor. Bu arada kervan ilerliyor. Yüzbinlerce itiraz dosyası, adalet mekanizmasının damarlarını tıkamaya başladı. Ani bir kalp krizi çıkarsa şaşmayın. Eyaletlerin Adalet Bakanları da çaresiz ve bir etkili yardım çığlığı atıyor. Hakimler için daha fazla kadro açılmasını istiyor. Çünkü dosyaları sonuçlandıracak yeni kadroya ihtiyaç var. Ancak, yeni hakimlerin böylesi kapsamlı ve giriftar itiraz davalarını hakkınca ele alıp, inceleyip, anlayıp sonuçlandırıncaya kadar, daha uzun yıllar ve geniş mesleki bilgi gerekecek. Bu arada, itiraz sahibi mültecilerin çocukları yeni bir kuşak olarak, önümüze çıkmaya devam edecek. Bu nedenle, artık ağlayıp sızlanmaya, mülteciler için ‘Geri gönderilsin’ demeye gerek yok. Bilgi sahibi olmadan böyle kestirme yol düşünenleri, 250 bin civarındaki Afgan mülteciyi, ülkesine geri yollamayı göze alabilir. Yapılacak bir tek şey vardır. O da; 2016 yılının başında, Federal İçişleri Bakanlığı’nın maalesef reddettiği öneriyi yeniden gündemde tutmaktır. Federal Hükümet, bugün aramızda bulunan ve mahkemeleri çalışamaz hale getiren dosya sahibi yüz binlerce mülteciye, kalın bir çizgi çizerek, Almanya’da kalma hakkı tanımalıdır. Bunu bugün yapmazsanız, yarın daha farklı koşullarda yapmak zorunda kalabilirsiniz. Bu adım, sadece o insanlara rahat nefes aldırmak anlamına gelmez ve aynı zamanda Alman mahkemelerinin, sırtındaki ağır bir yükten bir kalemde kurtulması demektir.”
Ümit ediyoruz ki, iltica konusunun uzmanı Avukat Victor Pfaff’ın bu makul ve mantıklı teklifleri kabul görecektir.