Bu süreç bizlere çok şeyler gösterdi. Hasları, hamlardan ayrık otlarından ve kalpazanlardan ayırıp seçmenize vesile olan bu süreçte, fıtratları has elmas ve has altın olan bir çok güzel insanı da tanımış olduk.
“İhâfe ve ızrar”ın (korkutma ve zarar vermenin, yani mafyavârî tehditlerin) karşısında elbette bütün insanlar aynı tepkiyi verecek değil. Onun için mal, can, yakınlar ve sevdikleri endişe ve korkusuyla hareket edenler müstesna, bu süreçte daha önce yüzümüze gülen bazılarının; içlerinde ne büyük bir kin, bir iğbirar beslemiş olduklarını, hasetlerinin fesatlarına, marazlarını – garazlarını yanardağlar gibi püskürtmek imkânı ellerine geçince, nasıl insanlıktan çıktıklarını, dini-diyanetini, insan haklarını bırakıp malımıza, canımıza, ırzımıza ve namusumuza nasıl saldırdıklarını gördük...
Artık hiç kimsenin bütün bunlardan sonra bu Hizmet’ten alacağı kalmadı...
Esas meselemize dönecek olursak; bu süreçte çok güzel şeylere de şahit olduk…
Bazılarını nakletmek istiyorum:
Bir ilçede, görevden atılan bir mağdur ve mazlumu sol görüşlü büyük bir şirket sahibi işe alıyor. Bütün muhasebe işlerini ona veriyor.
Daha sonra da ona; “Sizlerden ne kadar açığa alınan arkadaşınız varsa, gelsinler hepsini işe alacağım.” diyor. Gerçekten de dediğini yapıyor. Fakat ilk başta işe aldığı, mağduru tekrar göz altına alıp tutuklamışlar. Bu sefer iş yeri sahibi, diğer iş verdiği mağdurları çağırıp: “Hemen ailesine gidin, ne ihtiyaçları varsa temin edin, hem de arkadaşınız burada çalışıyor gibi maaşlarını da her ay verin.” talimatını veriyor.
Sonra da mağdurlara şu tarihi cümleleri söylüyor: “Muhtemelen sizi şirketimde çalıştırdığım için beni de içeri alacaklar. Eğer tutuklanırsam, sizler ben işlerin başındaymışım gibi kendi işlerinize bakarsınız. Öbür taraftan sıkıntısı olan arkadaşlarınızın ihtiyaçlarını da görmeye devam edersiniz.” Yani bütün işlerini ve şirketini o mağdur-mazlum ama dürüst güzel insanlarımıza emanet ediyor…
Bu şirket sahibi solcu bir hanımefendi… Denizli Mahkemesinde erkek hâkimlerin korkup çekindiği bir zamanda, Hesna Şener’in yeni bir hâkim olmasına rağmen beraat kararına imzasını bastığı gibi bu sözleri söylemekten çekinmeyen yiğit bir hanımefendi. Hesnâ Şener için Üstad, Ali İhsan Tola Ağabeyimize, “Erkekler korktu, o, korkmadı. Yarın mahşerde Kur’an ona sahip çıkacaktır. Ben Hesnâ Hanımın ismini, asfîyaların evliyaların listesine dâhil ettim. Ona da onlarla beraber dua ediyorum!..” diyor...
Kendisi de mağdurlardan olup içeri girip çıkanlardan birisi, zorlanarak kendi fabrikasına, işten atılmış, ortada kalmış insanları işe alıyor. Arkadan, sendikadan dolayı işten atılmış, evli ve üç çocuklu bir mağdur daha iş başvurusu için geliyor. Çünkü bu işsiz insanın da elde avuçta ne kadar birikimi varsa hepsi de tükenip bitmiş... Zaten diğer başvurduğu yerlerde Hizmet’ten olduğu anlaşılınca hemen kapı önüne bırakılmış…
Bu iş başvurusu üzerine işyeri sahibi ne yapacağını şaşırmış. Zaten kapasite fazlası 7-8 kişi varmış. Üretim bölümünde çalışan ve meslekten ihraç edilip buraya gelmiş olan bir hemşire, durumu öğrenince, iş sahibine gelip: “Eşim artık taksiciliğe başladı. Madem bu mağdurun ciddi ihtiyacı var. Ben ayrılıyorum, benim yerime onu alın.” diyor.
Vicdanıyla, bilgisiyle ve gayretiyle halkın hizmetine koşturan polislerden de bir hatıra nakledeyim:
Şimdi tutuklu olan Anadolu Atayün, TV’de canlı yayında anlatmıştı:
“Diyarbakır’da uyuşturucu dolayısıyla birisinin evine operasyon yaptık. Evi tamamen aradık. Suçluyu da göz altına aldık. Emniyete gelince, bir polis memuru yanıma geldi, ‘Âmirim, diğer polis memuru o evde yastığın altına bir şey koydu’ dedi. Ben o polis memurunu çağırttım, ‘Yastığın altına ne koydun?’ dedim. ‘Bir şey koymadım’ dedi. Sert şekilde ısrar edip ‘Gören olmuş!.’ deyince, o memur şunları söyledi: ‘Âmirim, evi ararken, buzdolabına da baktım. Dolap bomboştu. Kocasını da tutuklayınca, bunlar nasıl geçinecek, terör örgütünün pençesine de düşebilirler. Cebimde sadece 50 TL param vardı, onu yastığın altına koydum. Belki üç-beş güne kadar kocası çıkar. Onunla bir şeyler alsınlar bâri, diye düşündüm.”
Şimdi belki de bu polis memuru da tutukludur.
Uyuşturucu dolayısıyla gözaltına alınan birisine bile ‘Ağaç kabuğu yesinler!..’ demeyen böyle polis memurları hep içerdeler. Bütün bunların hepsinin muvakkat olduğunu biliyoruz.
Allah görüyor. Hiçbir zaman zulüm devam etmez…
“Bu işe gardiyanlar ne diyor diye merak ediyor?” diye sorarsanız, onlar içinde şöyle bir not geldi:
Mağdur ve mazlumların dürüstlüklerine, güzel davranışlarına, bilhassa cezaevi koridorlarını inleten ezanlarına şahit olan gardiyanlar da diyorlarmış ki:
“İçerdekilere mi inanalım? Yoksa dışarıdakilere mi? Bunlar sürekli ibadet ediyorlar, bunlar temiz insanlar!..”
Evet, pekmez küpü her halde içinde bulunanı sızdıracaktır. Yoksa zehir sızdıracak değil ya…
ABDULLAH AYMAZ