M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar” isimli kitabında diyor ki: Hakikat-ı Ahmediye ile Hakikat-ı Ka’be arasında çok ciddi bir alâka vardır. Ezeli takdir gereği fıtratında bunu hisseden Allah Resulü (S.A.S.) daima Ka’be’ye doğru yönelmek istemiştir. (…) Hakkıyla bunu anlamak, ancak Hz. Muhammed Aleyhisselam gibi Ka’be ile tev’em (ikiz) bir dölyatağında yaratılmış olduğunu kavramaya bağlıdır.”
İşte gerçek Hocaefendinin tesbiti gibi olunca, Ka’be’yi riflerin gerisinde görmek elbette ki, irfanı aşkından ileri olan İbn-i Arabiye karşı, Ka’be’yi kızdırmış olabilir…
Hocaefendi, “Ka’be” yazısının devamında şöyle diyor: “Ka’be’nin hariminde her zaman, Cennetlerden esip gelen ve hakikate açık gönüllere dolan bayıltıcı, Firdevsî kokular duyulur. Her an dünyanın dört bir yanından koşup O’na gelenler, Onu gördükleri andan itibaren kendilerinden geçer ve bu umumî mihrabın etrafında, ışığın çevresinde rakseden kelebekler gibi pervaz eder durur ve bütün ışıkların hakiki kaynağı ile daha yakından temas yollarını araştırırlar. Kendilerinden geçmiş gönül erlerinin tavafı, zâhiren Ka’be’nin çevresinde olmaktadır; hakikatte ise, bu deveran kalbe dayalı NURDAN BİR HELEZON içinde mekânsızlıkta cereyan etmektedir. Onun iklimine ulaşan ve O’nunla buluşan ŞIK RUHLAR, zaten özlerinde mevcut olan o yüksek düşünce ve tasavvurlarda daha da derinleşerek onun büyüsünü daha bir başka duymaya başlarlar. Böylelerinin nazarında Ka’be, Hakk katındaki yeri, insanlar nazarındaki mânâsı, ruhu, özü ve değerleriyle onlara şiir söyleyen, nasihat eden, ders veren bir ÜSTAD hâlini alır ve onların ruhlarına sürekli birşeyler fısıldar.”
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “İslamî ilimlerin bir mucizesi” dediği Muhyiddin İbn-i Arabinin en meşhur eseri dört ciltlik “Fütuhat-ı Mekkiye”sidir. Yani Mekkî Fetihler… Mekke’de Fethedilen keşfedilenler… Temelde de Ka’be vardır. Zaten bu eserinin yazılışını şöyle anlatır: “Varlığın kalbi olan Ka’be’nin yanında Hacer-i Esved’in önünde esrarengiz bir karşılama yaşadım. Ka’be’yi tavaf etmeye koyulmuştum. Tavaf ediyor, tekrar, tahmid ve tehlîl getiriyordum. Kâh Hacer-i Esved’e istilam ediyor, kâh Yemen Rüknüne dokunuyor, kâh Mültezem duvarına yaklaşıyordum. Hacer-i Esved’in önünde bir VECD hâli hâsıl oldu gözden kaybolan FET ’yı gördüm. O susan ve konuşandı, ne canlı ne ölüydü, basit ve mürekkepti, örten ve örtülendi. Onu gördüğüm sırada Beytullah’ı tıpkı bir canlının bir ölünün etrafında dönmesi gibi, tavaf etmekteydi. Onun hakikatine ve suretindeki Remizlerin Sırlarına muttali oldum, anladım ki, Beytullah’ı tavaf etmek cenaze üzerine namaz kılmak gibidir. (…) Onu kucakladım ve ‘Senin sohbetini arzu eden ve dostluğunu talep edene bak!’ dedim. Bana HARFLERLE değil, İŞARET ve REMİZLERLE cevap verdi. Zira yaratılışı icabı, sadece remizlerle konuşuyordu. (…) Kimliğini tahkik ettiğimi bildi ve şöyle söyledi: ‘Neşetimin inceliklerine ve suretimin tanzimine bak. Sorduğun şeyin cevabını orada nakşedilmiş olduğunu göreceksin. Zira ben ne söyler, ne de konuşurum, kendim hakkındaki ilmimden başka ilmim yok ve zatım isimlerimin gayrı değil. Ben ilim, malum ve âlimim. Hikmet, hikmet eseri ve hakîmim.”
İşte Muhyiddin İbn-i Arabî’nin Fetâ ile gerçekleştirilen sessiz diyaloğu. El-Fütuhâtü’l-Mekkiyye kitabını vücuda getirecektir.
Bu arada şunu da ifade edelim ki, Muhyiddin İbn-i Arabî, Kur’an surelerinin, hatta âyetlerinin MÜEKKEL vazifelilerinin olduğu kanaatındadır. Şu hatırasında bunu ifade eder: “Bir vakit ağır bir hastalığa yakalandım ve ölmekte olduğumu zannettirecek kadar derin bir baygınlığa gömüldüm. Önce bana saldırmaya çalışan korkunç suretli kişiler, ardından da çok hoş bir râyiha yayan asîl ve kudretli bir kimsenin beni onlara karşı savunduğunu ve nihayet onlara galip geldiğini gördüm. ‘Kimsin?’ diye sordum. ‘Ben Yasin Suresiyim ve seni koruyorum.’ cevabını verdi. Sonra kendime geldim ve Allah Rahmet etsin babamın başucumda gözyaşlarıyla beklediğini gördüm. Yâsin Suresinin tilavetini bitirmek üzereydi.”
Muhyiddin İbn-i Arabiye göre dört ciltlik Fütuhat-ı Mekkiye kitabının bile “Fetâ” (Genç) diye bir hakikatı vardır… Bütün mübarek eserler için bile böyle bir şey söz konusudur. Objektif olmayan bazı görüşler ve bunları destekleyen olaylar açısından Risale-i Nur’un da böyle bir Fetâ’sı vardır.