On Dokuzuncu LEM’A olan İktisad Risalesinin Dördüncü Nükte’sinde diyor ki:
“İktisad eden, maişetçe aile belâsını çekmez’ meâlindeki hadis-i şerifin sırrı ile, (israftan uzak duran geçim hususunda zahmet ve meşakkati çok çekmez.)
“Evet iktisad, katî bir bereket sebebi, güzel bir geçim vesilesi ve kaynağı olduğuna o kadar katî deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez. Bu cümleden olarak, ben kendi şahsımda gördüğüm, bana hizmet ve arkadaşlık eden zâtların şahitlikleriyle diyorum ki, İKTİSAD vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hatta benimle beraber Burdur’a sürülen reislerden bir kısmı, parasızlıktan, zillet ve sefâlete düşmemem için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: ‘Gerçi param pek azdır fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim’ Tekrarlı ve ısrarlı tekliflerini reddettim. Dikkat çekicidir ki, iki sene sonra bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Allah’a hamdolsun onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle buna kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara hâcet arzetmeye mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan İNSANLARDAN İSTİĞNA (İnsanlardan hiçbir şey
istememe ve beklememe) mesleğimi bozmadı.
“Evet, iktisad etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda israflara vesile olacak para, çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus, rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukâbil alınıyor, sonra menhus (uğursuz) bir para veriliyor. Demek mânevî yüz lira zarar ile, maddî yüz paralık bir mal alınır.
“Eğer iktisad edip zarurî ihtiyaçlara yetinse ve sınırlandırsa ‘Asıl bütün mahlûkatın rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar Sahibi olan Allah Teâlâdır.’ (51/58) âyetinin sırrı ile, “Yeryüzünde kımıldamayan hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın.” (11/6) âyetinin sarîh, açık ifadesiyle; ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüd ediyor. Evet Rızık ikidir:
Biri: Hakikî rızıktır ki, (canlı varlık) onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. İnsanların kötü irade ve tercihleri karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini fedâ etmeye mecbur olmaz.
İkincisi: Mecâzî rızıktır ki, suistimallerle, zarurî olmayan ihtiyaçlar, zarurî ihtiyaçlar hükmüne geçip, görenek belâsı ile tiryakî olup terkedemiyor. İşte bu rızık, İlahî taahhüd altında olmadığı için; bu rızkı elde etmek, bilhassa bu zamanda pahalıdır. Başta izzetini fedâ edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan ebedî hayatın nuru olan mukaddesât-ı diniyesini fedâ etmek suretiyle o bereketsiz, menhus (uğursuz) malı alır.”
(Ankara’da ilk meclis açıldığı zaman ortalık papatyalar açmış gibi bem - beyaz sarıkları meclisi dolduran âlim hocalar ve şeyhlerle dolu idi. Ama insiyatifi ele geçirmiş yüzde onluk bir grup, yüzde doksanı baskısı altına aldı. Burada Üstad’ın “mecazî rızık” dediği yüksek maaşların rolü büyüktür. Üstad Hazretleri diyor ki: “Hayretle merak ettim, tedkik ederek katiyen anladım ki; o galebe, (o üstünlük) kuvvetten, kudretten (haklılıktan) gelmiyor, belki fesattan, alçaklıktan, tahripten ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmekten ve (âlim ve şeyhlerin) içlerine ihtilaf atmaktan, (mala, paraya, şöhret ve makama arzu gibi) zayıf damarları tutmaktan, (hatta) aşılamaktan nefsânî his ve duyguları ve şahsî garazları tahrik etmekten ve insanın mahiyetindeki muzır madenler hükmünde bulunan fenâ istidat ve kabiliyetleri işlettirmekten şan ve şeref namıyla riyakârane nefsin firavunluğunu okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından ileri geliyor.”
Yani mafya usulü zarar verip korkutmak, açlığa mahkum edip işkence etmek yöntemleriyle, maalesef bugünlerde de kanun nizam hak ve hukuk tanımadan ihâfe ve ızrar yolu ile toplumu yönlendiriyorlar. Kendilerine biat edenlerin önünü açıp, dört-beş yerden maaşlarla ve devlet ihaleleri verip zenginleştirmekle… Öbür taraftan biat etmeyenleri de işkence ve hapislerle, çoluk-çocuklarını sahipsiz, aç-bî ilaç bırakmakla…
Bütün bunlara karşı sabır iktisad, namaz ve dua ile, ittifak ve tesanüdle ayakta durmaya çalışmak gerekiyor. Unutmayalım sabrın sonu selamettir. Zulmün gücü de muvakkattır…