Benim de İmam-Hatip ve Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi iken vaaz ettiğim Alsancak’taki Hocazade Cami, Ahmet Ragıp Üzümcü tarafından yaptırılmıştır.
Ahmet Ragıp Beyin kökü Hafız Cemal ve Hafız Hakkı Beye dayanır. Bunlar Çandarlı’dan gelip İzmir’e yerleşerek Karaburun-Mordoğan’da bağcılık yapmaya başlarlar. Sonraki kuşak yani Hocazâde Ahmet Ragıp, Hüseyin ve Sıtkı Bey aile mesleği bağcılıkla ilgilenirler. Ahmet Ragıp Bey üzümün işlenmesi ve ihracatını üzerine alır. Hüseyin Beyin oğlu Süleyman Nihat Üzümcü Karaburun Sultaniye üzümünü dünyaya tanıtıp markalaştırır. Hatta Karaburun üzümü dünyaca ünlü Kaliforniya üzümleriyle rekabete girer. Ege Bölgesinden toplanan üzümler İzmir’deki mağazalarında işlenip Avrupa’ya, en çok da İtalya, Almanya ve Hollanda’ya gönderilir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında veya öncesinde yapılan ihracatın parası, savaş kargaşası içinde zamanında gelemez. Dünya Savaşı bitip ortalık durulduktan sonra hem de çok fazlasıyla gelir. Helâl paradır, eninde sonunda sahibini bulacaktır. Bu hayırlı Hocazade sülalesinin evladı Ahmet Ragıp Bey de bununla bir hayır yapmak ister. Bu para ile Alsancak’ta Şair Eşref Bulvarının üzerinde bu mübarek mabedi yaptırır. 1948-1950 yıllarında inşa ettirilen bu güzel eser, Ali Çetinkaya ve Şair Eşref Bulvarlarının kesiştiği köşede yer almaktadır. İzmir’in uzun yıllardır protokol camisi olarak da hizmet veren bu âbide eser, İzmir’in çeşitli semtlerinden gelen otobüslerin de durduğu iki durağın tesiriyle devamlı kalabalık ve hareketlidir…
İlk zamanlar Hocazade Camiininden ezanlarından rahatsız olanların şikayetlerine karşı Ahmet Ragıp Üzümcü, “Evini ezan sesinden dolayı rahatsız olup satmayı düşünen varsa, ben satın alırım” diye karşılık vermiş ve gerçekten bazı daireleri bunun için satın almıştır. Alsancak’ta yer alan yedi tane kilisenin arasında en büyük ibadethane olarak yer alan mabed insanlarımıza hizmet vermektedir…
Ahmet Ragıp Üzümcü aslında Güzelyalı’daki köşk güzelliğinde evinde oturuyordu. 1970’de onun yaşlı iki kızı orada ikamet ediyorlardı. Ama iki parçadan meydana gelen köşkün bir bölümü boştu. Hizmet, İzmir Kestanepazarı Camiindeki yurttan ayrıldıktan sonra Güzelyalı Polis Karakolu’nun tam karşısındaki bu binayı kiraladı. Güzelyalı Yurdu olarak hizmete başladı. Hemşehrimiz merhum Cemalettin Gürlek oranın idarecisi idi. Kendisi emekli albaydı. Soyadını da Kütahya Gediz’in Gürlek’ten almıştı. O civarda gürleyerek doğup akan bir su bulunmaktadır. Çocukluğumda görmüştüm. Öğrencilerinden bazılarını, binanın o zamanki sahibesi olan Ahmet Ragıp Beyin yaşlı kerimelerine gönderir, bakkaldan, pazardan alınacak ihtiyaçları konusunda yardımcı olmaya çalışırdı. Zamanla öğrencilerin efendilik ve terbiyeli hallerini ve yapılan hizmetleri görünce, kira almaktan vazgeçmişlerdi: Asıl hanedanın asil evlatları… Cenab-ı Hak hepsine rahmet eylesin…
Bunları yazmak nereden aklıma geldi… 1960’tan 1983’ün sonuna kadar bir nevi çocukluğum, öğrenciliğim ve öğretmenliğim İzmir’de geçti… Sadece Türkiye’de değil dünyanın neresinde olursam olayım 35 plakalı bir araba görünce gayri ihtiyari ilgimi çeker, arkasından bakar dururum. Birkaç gün önce, kayyım atanan, üzerine çökülen ve konulan mallar mülkler üzerinde konuşulurken, bunların fazlasıyla eninde sonunda sahiplerine döneceğinden şüphem olmadığını, helâl malın yine dönüp dünyada veya ahirette sahibini bulacağını söylemiştim. Misal olarak da bu caminin hikayesi aklıma gelmişti, onu sizlerle de paylaşmak istedim…
SANATTAN SANATKÂRI GÖREN HANIM
Hatırıma gelmişken bir cami hatırası daha anlatmak istiyorum. Yine Alsancak civarında tren istasyonunun yanında tarihî küçük bir cami var. Beş-altı sene önce iki arkadaşımız Cuma namazına gidiyorlar. Namazdan sonra birer simit ve çay alıp bir yere oturuyorlar. Bakıyorlar hemen yanlarında roman bir ayakkabı boyacısı… O da Cuma namazını kılmış, işinin başına geçmiş ama ayakkabı boyatmak için uğrayan olmadığı için hemen cebinden bir kitap çıkarıp okumaya başlamış. Bizimkiler acaba nasıl bir kitap okuyor diye merak ederken kabından Küçük Sözler olduğunu fark ediyorlar. Yanına yaklaşıp “Siz bu kitapları okuyor musunuz?” diye soruyorlar. “Evet… Hem de evlerimizde ders yapıyoruz. Bizim evde de sık sık ders olur. Bizim hatunun hiç okuyup yazması yoktur ama ciddi şekilde kapı aralığından okunanlara ve anlatılanlara çok merak ve dikkat eder. Çok da istifade ediyor. Hatta geçen gün mutfakta yemek hazırlıyordu birden: ‘Allah!..’ diye bağırdı. Bir şey mi oldu diye hemen yanına koştum ve ‘Ne oldu?’ diye sordum. Balık temizliyormuş… İç organlarını temizlerken, onlarda İlâhî sanatı görmüş… Yani ders ve sohbetlerin tesiriyle sanattan Sânia (Sanatkara, Yaradana) intikal etmiş ve ‘Allah!’ diye bağırmış” diyor.