Amerika’dan Connecticut Üniversitesi antropolog araştırmacılardan Dimitris Xygalatas ve Christofer Manoharar toplu zikir ile ilgili bir araştırma için İstanbul’a giderler. Uşşâkî tarikatından bir Sûfî cemaatin, haftalık zikrini gözlemlerler. Osmanlı İmparatorluğu döneminde gelişen bu tarikat 400 yıldan fazla bir süre sonra Türkiye’de faaliyet gösteriyor.
Buradaki gözlemlerini anlatan Dimitris ve Manoharar diyorlar ki: “Bir adamın (yani serzâkîrin) ‘Allah!’ diye bağırmasıyla kalabalık grup tahtaya karşı testerenin ızgarası gibi ses çıkaran gırtlaktan gelen ilâhiler söylüyor. İlâhîler, zikirler söylenirken başlarını ileri geri sallıyorlar ve görkemli bir manzara oluşuyor. Bazıları trans haline geliyor. Bu insanlar İslamiyet’in tevhit inancı içinde Allah’ın isimlerini zikrediyorlar. Tasavvuf aslında, İslam’ın mistik bileşenidir. Kalp temelli marifetullah vurgulu meditatif bir olgu ile Müslümanlar âdeta kendilerinden geçiyorlar.”
Ritüel ve din üzerine çalışmalar yapan yazarlar, benzersiz bir etno grafik yaklaşım benimsediler. Uşşakî tarikatı mensuplarının kıyafetlerinin altına giyilen kalp monitörlerini kullanarak 20 kalp atışını incelediler. Âyin sırasında kalplerinin Allah’ı zikretmek için bir araya geldiklerinde bir olarak çarptığını söylediler. Xygalatas ve Manoharan, “Bu fikrin biyolojik verilerle desteklenip desteklenmediğini merak ediyorduk. Son araştırmamız, Tanrıyı zikretmek için kalpleri birleştirme arayışlarının metaforun ötesine geçtiğini gösteriyor. Kalpleri gerçekten bir olarak atıyor.” diye yazdılar.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Yirmi Dokuzuncu Mektub’un, Telvîhat-ı Tis’a bölümünün Üçüncü Telvih’in sonunda, bizleri bütün menfiliklere rağmen 550 sene ayakta tutan hakikat konusunda şöyle diyor: “İstanbul’da 500 yerde fışkıran Tevhid Nurları… ve o İslâmî Merkezdeki ehl-i imanın mühim bir dayanma noktası, o büyük camilerin arkalarındaki tekyeler’de ‘Allah! Allah!’ diyenlerin imânî kuvvetleri… ve Marifet-i İmaniyeden gelen rûhânî bir muhabbetle cûş u huruşları (kendilerinden geçip coşmaları)dır…”
Evet gerçekten öyledir… Üstad Bediüzzaman Hazretleri zaten “Tarikat nedir?” Sorusuna şöyle cevap veriyor: “Tarikatın gaye-i maksadı, marifet(ullah) ve iman hakikatlerinin inkişâfı olarak, Muhammed Aleyhisselamın Miracı’nın gölgesinde ve sâyesi altında kalp ayağı ile rûhânî bir seyir ve süluk (mânevî yolculuk) neticesinde, zevkî ve hâlî ve bir derece görür derecede iman ve Kur’an hakikatlerine mazhariyet; tarikat, tasavvuf nâmıyla ulvî bir insanî sır ve beşerî bir kemâldir.
“Evet şu kâinatta insan, bütün âlemlerin toplu bir fihristi olduğundan, insanın kalbi, binler âlemi mânevî haritası hükmündedir. Evet insana kafasındaki beyni; hadsiz telsiz, telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi mânevî merkezi olduğunu gösteren hadsiz insanî fenler ve ilimler olduğu gibi; insanın mahiyetindeki kalbi de hadsiz kâinat hakikatları mazharı, vesilesi, çekirdeği olduğunu had ve hesaba gelmeyen evliya zâtların yazdıkları milyonlarla nurânî kitaplar gösteriyorlar.
“İşte madem insanın kalbi ve beyni bu merkezdedir; çekirdek hâlinde büyük bir ağacın cihazlarını içinde barındırır ve ebedî, uhrevî haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde yerleştirilmiştir. Elbette ve herhalde o kalbin Yaradanı, o kalbi işlettirmesini ve potansiyel bir tavırdan, fiilen gerçekleşen vaziyete çıkarmasını, inkişâfını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş, elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, evliyalık mertebelerinde İlahî Zikir ile tarikat yolunda iman hakikatlerine yönelmektir…”
(Telvîhat-ı Tis’a, Birinci Telvîh)
Evet, yol bu, gerçek bu!..