Orta okul yıllarında bir öğrenciyi Hizmet talebelerinin kaldığı evlerden birisine götürüyorlar. Orada İslamî hassasiyetten dolayı, şüpheli şeylerden bile uzak durma öğretildiği için yeme ve içmelerine çok dikkat ediyorlar. Sana yağından ve koka koladan uzak duruyorlar. Bu eve ilk defa gelen öğrenci zannediyor ki, bunları yemek içmek çok büyük haram. Müslümanların bunları asla ağızlarına almamaları gerekir. Bunu böyle anladıktan sonra bir daha o ışık yuvalarına uğramıyor. Sonra bir ehl-i dünya olup çıkıyor. Bu yüzden içki içse, haram yese bile asla bu iki şeyi ne yiyor ne de içiyor. Gel zaman git zaman çok sevdiği ağabeyi intihar ediyor. Bu da onun mezar bekçisi gibi, kabrinin başından ayrılmıyor. Bir gün zengin ehl-i dünya bir adamın çok sevdiği oğlu vefat ettiği için, pilav yaptırıp dağıtıyorlar. Adam evde kalan talebeleri, başlarındaki Cemal’i de almış mezarlıktaki herkese ikram ediyorlar. Bu gencin de yanına gelip pilav ikram etmek istiyorlar. Bu hemen: “Bu pilavın içinde sana yağı var mı? Varsa ben yemem!” diyor. Bizimkiler bunu evlerde yetişmiş biri zannedip hemen ilgileniyorlar. Ölen gencin babası da vefat eden oğlunun hayrına mezarlıkta bir cami yaptırmak istediği için onunla da ciddi ilgileniyorlar. O günlerde Hizmetin Moldova’daki okullarına bir ziyaret yapılacağı için bu ikisini de oraya davet ediyorlar. Bunlar da katılıyorlar. Oraya varınca okul öğrencilerinin çok güzel Türkçe konuşmaları çok hoşlarına gidiyor hayret edip hayranlık duyuyorlar. Gerçekten o çocukların dil kabiliyeti çok yüksek; yani altı ayda mükemmel Türkçe öğreniyorlar. Fakat bizimkilerin beş vakit namazları kılmalarından, harama-helâle hassasiyetlerinden iffet ve ismetlerinden bunların dindar olmalarından, huylanan o vefat etmiş çocuğun babası, bu gence “Yahu bunlar dinci… Biz yarın sabah bunları bırakıp hemen Türkiye’ye dönelim!.” diyor. Ama o gün hep beraber cemaatle kılınan namaza iştirak eden genç, öyle bir haz öyle bir lezzeti ruhunda duyuyor ki, içinden, ‘Olamaz böyle bir güzellik ve böyle zevk!..” diyor. Bizimkiler hemen ısınıyor. Cemal beye gelip “Hocam bu adam kaçacak, ne olur sahip çıkın!” diyor. O gece de velileri toplamışlar, hep beraber sohbet edecekler. O adama da “Ağabey bir konuşma da sen yap!” diyorlar. O da kürsüde coşan siyasiler gibi başlıyor, nutuk atmaya… Bu sefer böyle konuşmaman için ceketinden, arkadan çekmeye başlıyorlar ama hazret coşmuş bir kere… Neyse o günü böyle atlatıyorlar.
Bu gencin anlattıklarını dinleyen bir arkadaşımız dedi ki: “Ben de orada öğretmenlik yaptım. İlk defa ‘Çadır’ denilen yere okul açmak için gelen ağabeylere oranın görevlisi, menfi davranmış. ‘Hayır siz burada okul açamazsınız. Ben açtırmam!’ demiş. O mütevelli ağabeyler “Bu eğitim hizmetleri çok güzelliklere, büyük bereketlere vesiledir. Siz zamanla buna şahit olacaksınız.’ diye esnaf ağzı ile sözler söylerken, birden yağmur yağmaya başlamış. Adam âdeta şok geçirmiş. Meğer uzun zamandır oralarda kuraklık varmış peşinde de kıtlık. Bu İlahî inayet ve tevafuk karşısında adam yumuşamış, oralarda eğitim yuvalarının açılmasına taraftar olmuş…” O genç ve arkadaşımız ikisi de birden dediler ki; “Her ne zaman Moldova’ya mütevelli ağabeyler geldiyse her defasında tevafukan rahmet yağdı. Bu durum hem bizim ağabeylere, hem de Moldova halkına, bilhassa öğrenci velilerine çok güzel tesir etti. Bu harekete inanç ve güvenleri arttı…”
Bu genç artık Hizmet’in bir mensubu oluyor. Eski hayatını terkediyor. Hatta bir ara Cemal Hoca’nın Ülkerin ürettiği Kola kokayı içtiğini görünce belinden silahını çekip “Sen nasıl Müslümansın?” diye tehdit ediyor. Buna şahit olanlar gülerek, “Sen ne yapıyorsun kardeşim… Bunu Ülker üretiyor. Bunun mahzuru yok” diye iknâ ediyorlar.
Yerinde duramayan bir fıtrata sahip olduğu için eski arkadaşlarından mankenlerle dolaşan zengin çocuklarından bir grubu iknâ edip Umreye götürüyor. Kâbe karşısında onlardan “Amerika’ya gidip iş kuracağız. Hizmet’e sahip çıkacağız!” diye söz alıyor. Bir kısmı gerçekten gidip kendisi gibi iş kuruyorlar.,
15 Temmuz komplosundan sonra Hizmet mensubu mağdur ve mazlumlarının Meriç’ten geçip Yunanistan’a gitmeler başlayınca ilk etapta bunları hapislere atmışlardı. Türkiye’de çektikleri yetmemiş gibi o bakımsız hapishanelerde de büyük sıkıntılar çekmişlerdi. Bu genç Hizmeti tanımasına vesile olan Cemal Hoca’nın Yunanistan’da hapiste olduğunu duyunca hemen uçağa atlayıp doğruca Yunanistan’a gidiyor. Uğraşa uğraşa düştüğü hapisaneyi buluyor. Tabii görüşmesi mümkün değil… Kebaplar, dönerler yaptırıp hapisanenin kapısına geliyor. Oradaki görevlilere yalvarıyor “Ne olur burada benim Hocam Cemal Bey varmış onunla görüşmek ona ve arkadaşlarına ikramda bulunmak istiyorum, görüşmeme müsaade edin… Bakın tâ Amerika’dan geldim. Benim ona vefa borcum var. İstirham ediyorum!..” diyor. Bu samimiyet ve vefakârlık karşısında dayanamayan görevliler onu Cemal Hoca ile buluşturuyorlar…
Gerçekten Türkiye’ye gidemeyen, ev kiralarının, yiyecek ve giyecek fiyatlarının 2,5 kat arttığını bizzat göremeyenler. Hiç olmazsa, Yunanistan’da bulunan mağdur ve mazlumları görme imkanları olabilir. Bir arkadaşımız dedi ki: “Ben gözaltılarındaki ve cezaevlerindeki zulümleri, Meriç’te boğulanları, cesetleri kıyaya vuran bebekleri biliyorum. Ama Yunanistan’a gidip, iki çocuklu bir anayı görünce içim parçalandı. Çocuklar yürüyemiyorlar. Beş sene bir evde dar bir mekanda kaldıkları için yürümeyi unutmuşlar… Gıdasızlıktan yüzleri ve dişleri bir hal olmuş… Yüreğim dayanamadı… Vicdanı olanların gidip görmeleri lâzım… Görmek, duymak gibi olmuyor elbette.”
İbret-i âlem mazlumiyet ve mağduriyetlere hiç olmazsa şahit olmaya çalışalım. Eğer gaddar zâlimlerin cezaları âhirete ertelenmezse, İlahi adâletin onlara keseceği cezâyı, gerçek ibret-i âlemliği düşünemiyorum bile… Ne diyelim Allah onlara insaf, bizlere de sabr-ı cemiller, ferec ve mahreçler ihsan eylesin…