Bugün düşene tekme vuranlar, geçmişten geleceğe olmuş veya şimdi olan hata ve yanlışları didikleyen, zihinleri bulandıran, moralleri bozan ve yapılan iyiliklerden insanları vazgeçirenler eğer asr-ı saadette olsalardı ve bugünkü imkanlara sahip olsalardı, hiç şüphesiz aynı didiklemeyi yapacaklar; “Siz sahabelere toz kondurmuyorsunuz da ama… İçlerinde hırsızlıktan ceza görenler vardı, zinadan ceza görenler vardı, savaş sırasında dönüp kaçan gruplar vardı. Uhud’un sonunu Huneyn’in başını unutuyorsunuz” diye yazılar yazılacaklardı… Dünyaya örnek koskoca bir sahabe neslini bazılarının hata ve günahlarını vesile yaparak yerden yere vuracaklardı zannediyorum…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1911’de basılan Münazarat Risalesinde, o günlerdeki tenkitçi ruhlar için şu tesbitlerde bulunuyor:
“-Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.
-Nasıl iyilikten fenalık gelir?
-Muhâli (imkansızı, hiç olmayacak birşeyi) talep etmek, kendine fenalık etmektedir. Zerreleri günahkârlardan meydana gelen bir hükümet tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-ı nazar, hükümetin hasenatı (iyilikleri), seyyiatına (fenalıklarına) tereccühü (üstünlüğü)dür. Yoksa fena tarafı olmayan hükümet, âdeta imkansızdır. Ben öyle ADAMLARA, ANARŞİST nazariyle bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- BİN SENE YAŞAYACAK olsa, âdeta mümkün hükümetin hangi suretini görse, hülya ile yine râzı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan tahrip meyli ise, o sureti bozmaya çalışacak. Meslekleri ihtilâl ve fesaddır.
“Bizim nokta-i istinat ve nokta-i istimdadımız İslamiyettir. Yağmurun damlaları, nurun parıltıları dağınık ve yayılmış kaldıkça çabuk kurur, çabuk söner. Fakat sönmemek ve mahvolmamak için, Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlak bize ‘Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılarak tefrikaya düşmeyin.’ (3/103) ve ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.’ (39/53) âyetleriyle ezel tarafından nidâ ediyor. Evet, altı cihetten ‘ÜMİDİNİZİ KESMEYİNİZ!’ diye bir nidâ çağıldar.
“Evet, zaruret, incizab, temâyül, karşılıklı cevaplaşmalar ve tevâtür; o damlaları ve parıltıları musafaha ettirip tokalaştırarak ortalarındaki mesafeyi kapatarak bir âb-ı hayat havuzunu ve DÜNYAYI IŞIKLANDIRACAK, nur saçan bir ELEKTRİĞİ oluşturacaktır. Zira kemâlin cemâli dindir. Hem din saadetin ziyasıdır, hissinin yüceliğidir, vicdanın selâmetidir.”
Evet bizim bir gâye-i hayalimiz ve mukaddes bir hedefimiz var. “Uzun ince bir yoldayız.” Yolun kaderi belli… Dikenli… Sırat Köprüsü gibi ince ve keskince… ‘Hayru’l-umur ahmezühâ yani işlerin en hayırlısı en zor olanıdır’ tesbitince, baştan biliyoruz ki, kolay bir işin içinde değiliz…
Onun için fikirleri karıştırıcı, moralleri bozucu, güzellikleri takdir etmeyenler de olacak. Bunların kötü niyetli olanları, hiçbir zaman kendilerinin müfsid olduklarını söylemezler. Daima suret-i haktan görünürler. İyi niyetler ise, sağdan yaklaşan şeytanın tesiriyle bilmeden çok zararlara, moraller bozmalara, ümitler kırmaya vesile olurlar. “Yahut bâtılı hak görürler. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise, kalbte saklayınız. Bakır çıktı ise (…) bana reddediniz gönderiniz. (…)
“İşte birbirine benzeyen ağaçların (farkını) gösteren meyvelerdir. Öyle ise, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaat bulunmaktadır. Ötekisinde ihtilaf ve zarar saklamıştır. Size bir misal daha göstereceğim: Şu sahrada bir ateş görünüyor. Ben derim NUR’dur, ateş olsa da eski ateşten kalma, zayıf, yukarı tabakasıdır. Geliniz etrafında halka tutup temâşa edelim istifaza edip ateş tabakasının yırtılmasını bekleyip istifade eyleyelim. Eğer dediğim gibi NUR ise zaten istifade edeceğiz. Eğer onların dedikleri gibi NAR (ateş) olsa, karıştırmadık ki, bizi yaksın. Onlar diyorlar ki, ‘Ateş yakıcıdır.’ Eğer, NUR olursa, kalb ve gözlerini kör eder. Eğer NAR dedikleri saadet NUR’u dünyanın hangi tarafında çıkmışsa, milyonlarla insanın tulum gibi kan suyu üzerine boşaltılmış ise, söndürülmemiş. Hatta bu iki senedir, mülkümüzde iki-üç defa söndürülmesine teşebbüs edildi. Fakat söndürmek isteyenler kendileri söndüler.
-Sen, dedin ATEŞ değil, şimdi ATEŞ nazarıyla bakıyorsun?
-Evet, NUR, fenalara NAR’dır.” (Münazarat)
Yüz seneden önce Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu gerçekleri beyan etmiş… Bütün zorlukların anlatmasına rağmen bu ifadeler aynı zamanda apaçık müjdeleri de içlerinde barındırmaktadırlar.