Bediüzzaman Hazretleri, 27 Mayıs ihtilalinden önce Türkiye’deki derin ve köklü tehlikeye dikkati çekip Başbakan Adnan Menderes’i ikaz etmek için şunları söylüyor:
“İslamiyetin pek çok KANUN-U ESÂSİSİNDEN birisi, “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez” (En’am Suresi, 6/164) âyet-i kerimesinin hakikatıdır ki: ‘Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.’
Halbuki, şimdiki günümüz siyasetinde particilik taraftarlığı ile, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni’ gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, ictimaî hayatı tamamen yerle bir eden bir zehirdir. Hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.
İslamiyetin ikinci bir Kanun-u Esasisi, şu hadis-i şeriftir: “Kavmin efendisi onların hizmetçisidir.” Hakikatiyle MEMURİYET bir HİZMETKÂRLIK’dır; bir HÂKİMİYET ve TAHAKKÜM ÂLETİ değil… Bu zamanda İslâmî terbiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zaafiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hakimiyet ve müstebidâne bir tahakküm ve mütekebbirâne bir mertebe tarzına getirdiğinden; -abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi- adâlet, adalet olmaz, esasıyla da bozulur. Kulların hukuku da yerle bir olur. Kulların hukuku, “Allah hukuku” hükmüne geçmiyor ki, hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.
“Bu mezkûr iki KANUN-U ESASİYE karşı muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvetle halkları aldatmak ve ECNEBÎLERİN MÜDAHALESİNE yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir.
“Birisi: BİRİNCİ KANUN-U ESÂSÎYE muhalif olarak, bir cânî yüzünden kırk mâsumu kesmiş, bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet vererek, dindar hürriyet-perverlere hücum ediliyor.
“İkinci hücum da: İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp –evvelkisi gibi- bir cânî yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zâhiren bir milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarıyla hem hürriyet-perver dindar demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükümet aleyhine, hem bîçâre Türkler aleyhine, hem Demokratların takip ettiği siyaset aleyhine çalışarak, serseri ve enâniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir IRKÇILIK KARDEŞLİĞİ veriyor. O zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli faydadan bin defa daha ziyade HAKÎKÎ KARDEŞLERİ düşmanlığa çevirmek gibi acib tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor…
“Mesela, İSLÂMİYET MİLLİYETİYLE 400 milyon (Elhamdülillah şimdilerde iki milyara yaklaşan) HAKİKİ KARDEŞİN, her gün ‘Allahım erkeğiyle kadınıyla bütün mümin (kardeş)lere mağfiret eyleyip bağışla’ şeklindeki umûmî dua ile mânevî yardım görmek yerine IRKÇILIK, 400 milyon MÜBAREK KARDEŞLERİ, 400 serseriye ve lâubâlîlere yalnız dünyevî ve pek cüz’î bir menfaat için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana hem hükümete, hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir. Öyle yapanlar da HAKÎKÎ TÜRKLER DEĞİLDİR. NECİP TÜRKLER böyle hatadan (yani ırkçılıktan) çekinirler.
“Bu iki tâife (tek particiler ve ırkçılar) herşeyden istifadeye çalışıp dindar Demokratları DEVİRMEYE çalıştıkları ve ÇALIŞTIRILDIKLARI, meydandaki eserleriyle tahakkuk ediyor. (Üstad Hazretlerinin Menderes’e söylediği bu sözler çok geçmeden 27 Mayıs 1960 darbesiyle gerçekleşti.) Bu acip tahribata ve bu iki kuvvetli muarızlara karşı 40 SAHABE ile dünyanın 40 devletine karşı muaraza meydanına çıkan ve galebe eden ve 1400 sene zarfında ve her asırda 300-400 milyon talebesi bulunan KURÂNÎ HAKİKATIN sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî ve uhrevî ebedî saadetin zevklerine câzibedar hakikatle beraber dayanma noktası yapmak, o mezkûr muarızlarınıza, hem dâhil ve hariçteki düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarurî tek bir çaredir. Yoksa, o insafsız dâhilî ve hârici düşmanlarımız bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin de cinayetlerini ilave ederek, başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler. Hem size, hem vatana, hem millete telâfî edilmeyecek bir tehlike olur.
“Cenab-ı Hak, sizleri İslâmiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin, diye ben ve Risale-i Nur talebeleri olan kardeşlerimiz, yapacağınız hizmete ve mezkûr hakikatı kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.
“Benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane düşünceyle kendi tarafına ŞEYTAN yardım etse RAHMET okutacak, muhalifine MELEK yardım etse LÂNET edecek gibi hadiseler görünüyor. Hatta bir sâlih âlim, kendi siyasî fikrine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir (kâfirliğine hükmetme) derecesinde gıybet ettiğini, İslâmiyet aleyhindeki dinsiz bir zındığı, kendi fikrine uygun ve taraftar olduğu için, övüp senâ ettiğini gördüm. Şeytandan kaçar gibi, 35 seneden beri siyâseti terk ettim.”
O günlerde olan bu olayları, bugünlerde bilhassa şu süreçte yaşananların yanına getirip, o günün temsilcileri yerine bugünün temsilcileri oturtun bakalım neler değişmiş, neler değişmemiş!..
Tarih tekerrürden ibaretmiş, acaba ibret alınsaymış tekerrür mü edermiş?!..