Bornova’da M. Fethullah Gülen Hocaefendi vaaz edip sorulara cevap verirken aslında bir gençlik yetişiyordu hem de Üniversitenin içinde… Onları iki üç defa dikkatle dinleyen öğrenciler hâfızlarına, zihinlerine kaydediyorlar, inkârcı arkadaşlarına hatta hocalarına en güzel cevapları veriyorlar. Tabiî bu teypler ve kasetler sadece Bornova’ya, İzmir’e, Türkiye mahsus kılmıyor, karanlığı delen ışıklar gibi her tarafa yayılıyordu. İzmir ve civarında üst üste öğrenci evleri açılıyor yavaşa yavaş mesele halka mal oluyordu…
Hatta hoca olan dedesi ve bir Osmanlı subayı olan babası itibariyle İstanbullu sayılan Hacı Kemal Ağabeyimiz, İstanbul’la bilhassa hac ve umre yoldaşlarını, birer ikişer Perşembe günleri uçakla İzmir’e getiriyor, Cuma günü Hocaefendi’nin vaazını dinletiyor ve akşam da soru-cevap sohbetlerine götürüp camiye gelen yüzlerce üniversite talebesini müşahede ettiriyordu. Cumartesi günü de ışık evleri ziyaret ettirerek dinamik bir gençliği gözlerinin önüne seriyordu.
Bu münasebetle şahit olduğum bir olayı nakletmek istiyorum: İzmir İnönü Lisesi’nde öğretmendim. Şirinyer’de bir evde kalan üniversite öğrencileri kardeşler beni evlerine davet ettiler. Mahalle komşularından evlerine gelip giden Şirinyer Lisesi’nden öğrenciler, felsefe öğretmenlerinin İslamiyet aleyhine, inkârcı fikirler söylediğinden bunlara cevap vermem isteniyordu. Biz tam sohbete başlamıştık ki, birden kapı çalındı. İçeriye başta Hacı Kemal Ağabey olarak İstanbul’un meşhur işadamları girdiler. Çok önemli birisi, orada kalanlara “Bu evde kalanlar kim?” dedi. Üç-dört tanesi “Biz” dediler. Kimisi mimarlıkta kimisi mühendislikte okuduklarını ifade ettiler. “Bunlar kim?” dedi. “Bunlar, Şirinyer Lisesi’nde okuyorlar. Onlara matematik ve diğer derslerinde yardımcı oluyoruz” dediler. Bana sordular. Ben de “İzmir’de bir lisede din bilgisi öğretmeniyim… Okullarındaki felsefe öğretmeni öğrencilere inançlarına zarar verecek şeyler söylemiş, onları izah etmek için buradayım” dedim. Hacı Kemal Ağabey hemen devreye girerek “Bakınız işte bizim talebelerimiz böyledir. Mezun olurlar ama asla Hizmet’ten kopmazlar. Devlet memuru da olsalar Hizmet’in bir işinde üzerlerine düşeni yaparlar” dedi. O zat “Hacı Bey, ben şimdi Hizmet’in çığ gibi, kartopu gibi gittikçe nasıl büyüdüğünü iyi anladım. Bizler de bazı öğrencilere burs veriyoruz. Mezun olduktan sonra sadece bazıları birkaç bayram tebrik kartı gönderirler sonra her şey biter. Halbuki sizin öğrenciler sizden hiç kopmuyorlar.” dedi.
Hacı Kemal Ağabeyin İstanbul’dan ileri gelenleri getirip böylece Hizmet’i tanıtma gayreti aylarca devam etti. Sonra bize dedi ki: “Artık Hocaefendi’nin İzmir’den İstanbul’a gitmesi ve oraya yerleşmesi lâzım.” Başta Yusuf Pekmezci Ağabey olmak üzere hepimiz buna karşı çıktık. Üstad ve Hocaefendi gibi zatlarda sadece insanlara karşı değil eşyaya hatta mekana karşı vefa duyguları olduğu için Hocaefendi de İzmir’den ayrılmak istemiyordu. Hayatı boyunca, zaman zaman hep Kestanepazarı’nda Tahta Kulübe’yi özlediğini dile getirmiştir. Ama kader her şeyi ayarlar. Onuncu Lem’a’da işaret edildiği gibi kader, hizmet zeminini önceden hazırlar ve hizmet edecekleri sevk eder.
Biz Hacı Kemal’e “Hacı Ağabey, sen ne diyorsun? Hocaefendi İstanbul’a gidecek de biz ne olacağız? İşte herkes İzmir’e gelsin Hocaefendiyi dinlesin!..” gibi sözler söylüyorduk. O da bize, “Sizin kafanız vallahi çalışmıyor; hiç İzmir ile İstanbul bir mi? Hizmet’in merkezi orası olsa, bir anda Hizmet on kat ziyadeleşir! Vallahi siz bunu anlamıyorsunuz!” diyordu. Ama kader ağlarını örüyordu…
1980 Darbesi’nden bir sene önce bir cuma vaazında Hocaefendi bilime ve teknolojiye, çağımızla yüzleşmeye çağırıyordu. Malum Cenab-ı Hakk’ın iki çeşit şeriatı (kanunu) var. Birincisi Kelâm sıfatından gelen şeriat-ı İslamiyye yani dînî kanunlar. Bunlara uymanın veya uymamanın karşılığı Ahiret’tedir. Elbette dünyada da karşılığı vardır ama asıl Ahiret’te Cennet veya Cehennem diye mukabelesi olacaktır. Cenab-ı Hakk’ın bir de İrade sıfatından gelen kanunları vardır. Bunlara şeriat-ı fıtriyye veya şeriat-ı tekviniyye denilir. Fizikte, kimyada ve biyolojide geçerli bütün kanunlar, teknik ve teknoloji bunlarla ilgilidir. Bunlara uymanın ve çağıyla hesaplaşmanın karşılığı, dünyada ilim-fen, teknik ve teknoloji cennetlerine ulaşmanın çaresidir. Eğer bunlara önem vermezsek, dünyada cehalet cehennemlerine düşmüş, geri kalmış; başkalarının bizleri ezip geçmelerine sebep olmuş oluruz.
İşte o Hocaefendi o vaazında Şeriat-ı Fıtriyye ve Şeriat-ı Tekviniyye’den bahsediyordu. Camiye askeriyeden mühim birilerinin bir yakını vefat ettiği için üst seviye subaylar cenaze namazı için camiye gelmişler ve o vaazı dinliyorlardı. Şeriat kelimesini duyunca meseleyi anlamaya çalışmak yerine tüyleri diken diken olmuşçasına cenaze namazından sonra mahkemeye baş vurup Hocaefendi’nin Ege Üniversitesi öğrencilerine “şeriat düzeni” propagandası yaptığını söylediler.
Mahkeme takibata geçti. Cemaatten şahitler ve baştan sonra teyple tespit edilen vaaz konuşması mahkeme heyetinin önüne konulup dinletildi. Burada bir şeriat düzeni propagandası olmadığını tespit eden mahkeme bir sene sonra beraat kararı verdi. Ama peşinden 12 Eylül 1980 darbesi olunca onu mahkemeye veren general Ege Sıkıyönetim Başkanlığı’na getirildi. O da darbeye temel teşkil eden sağ-sol teröristlerin içine Hocaefendi’nin de fotoğrafını koyarak bütün Ege’de şehir ve kazaların duvarlarına bu fotoğrafları astırdı. Teröre karşı mücadele veren masum bir zat aynen bu süreçte olduğu gibi terörist ilan ediliyordu.
Artık Hocaefendi ne İzmir’de ne de Ege’nin bir yerinde kalabilirdi. Halbuki Ege dışında Türkiye’nin hiçbir şehrinde böyle bir iftira yoktu. Onun için Hocaefendi istemeye istemeye İzmir’den ayrılıp İstanbul’a yerleşmek zorunda kaldı. Bu bir zulümdü ama aslında Kader hayra vesile olacak bir plan uyguluyordu…
Efendimiz (S.A.S.) “Ve le’l-Âhiretü hayrun leke mine’l-ûlâ” (Yani senin için Ahiret dünyadan daha hayırlıdır. Diğer genel bir ifade ile senin için sonrası öncesinden daha hayırlıdır) buyurulduğu gibi ve Mekke’den Medine’ye hicret çok hayırlı olduğu gibi. Hocaefendi için de Erzurum’dan Edirne’ye, Edirne’den İzmir’e, İzmir’den İstanbul’a daha sonra da Türkiye’den Amerika’ya hicret hep daha hayırlı olmuştur. “Yolun Kaderi Bu” olsa gerek…