1971’de bir grubun iftirasına uğrayan Yaşar Tunagür Hocamız 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra haksız olarak askerî hapse atılır. Cezaevinde Doğan Avcıoğlu, Ali Sirmen, Mümtaz Soysal gibi sol görüşlülerin ileri gelenleri de vardır. Bu arada üniversiteli Nur Talebeleri de aynı hapisaneye düşerler. Yaşar Hocamıza, evinden börek-çörek cinsinden yiyecekler, eşinden dostundan da çeşitli meyveler ve yiyecekler gelir… Bunları dolaba koyar ve açık büfe yapar. İsteyen, istediği zaman istediğinden yiyebilir. Namazlarını toplu halde kılarlar. Mahpuslara ve hapisane görevlilerinden isteyenlere Kur’an öğreten Hocamız, sohbetler yapar vaazlar verir.
O günlerle ilgili şöyle bir hatırasını anlatır:
“Bir gün Salih Özcan bana, ‘Hocam bahçede bir hareketlilik var. Bir kalabalık toplanmış avazlarının çıktığı kadar acayip gürültü yapıyorlar’ dedi. Meğerse solcular kendi aralarında meşhur birisine karşı KAZAN KALDIRMIŞLAR. Koğuşlarında karyolasının altında KOKMUŞ BİR TAVUK bulmuşlar. ‘O herif şimdi gelsin bu kokmuş tavuğu onun kafasına atacağız’ diye bağırıyorlar. Karyolasının altında tavuk saklayan adam şimdi çok meşhur bir adam, ismini söylemeyeceğim. Hanımı ona yesin diye güzelce kızartılmış pişmiş bir tavuk getirmiş. Aslında bizim yemekler çok iyi çıkıyordu. Mahkumduk ama bize subay yemeği veriyorlardı. Dışarıdan yemek getirmeye gerek yoktu. Ama ziyarete gelenler eli boş gelmemek için yiyecek-içecek getirirlerdi.
“Adamcağız tek başına yese, ötekiler görecek, hep beraber yeseler tavuk yetmeyecek. Çünkü etrafında onlarca solcu genç vardı. O da bugün yiyeyim, yarın yiyeyim derken tavuğu orada unutmuş ve başlamış tavuk kokmaya… Arkadaşları toplanmışlar, ‘Bu koku nereden geliyor?’ diye araştırıyorlar. Bakmışlar ki, o meşhur şahsın yatağının altında pakete sarılı bir tavuk!.. Avazlarının çıktığı kadar ‘Sen bize SOSYALİZMİ ÖĞRETİRSİN, SOSYALİSTLİKTEN BAHSEDERSİN ama gelen tavuğu yemiyor, yedirmiyor ve kokutuyorsun. Biz bunu senin kafanda parçalamazsak…’ diye bağırıyorlar. Tabii bu arada benim ağzıma alamayacağım, bir takım lâflar gırla gidiyor. Tavuk paketini ellerine almışlar başladılar tezahürata. O zatda o gün duruşması olduğu için mahkemeye gitmiş. Mahkemeden dönüşte o tavuğu onun başına geçirecekler.
“Biz de arkadaşlarla toplandık, uzaktan onları seyrediyoruz. İçlerinden birisi çıktı, eliyle bizi göstererek, ‘ŞUNLARDAN UTANIN BE, İŞTE HAKİKÎ SOSYAL ADALETİ BUNLAR UYGULUYOR. GÖRMÜYOR MUSUNUZ BİR AÇIK DOLAPLARI VAR, HERKES ORADAN İSTEDİĞİNİ YİYİP İÇİYOR. BİR SOSYAL ADÂLET DOLAPLARI VAR!.. Ama sen bir tavuğu bile bizimle paylaşmadın, ne yedin, ne bize yedirdin, bir de kalkmış sosyalizmi bize öğretmeye kalkıyorsun, sen kendin sosyalist değilsin’ diye küfürler eşliğinde bağırdıkça, bağırıyorlar. Kokmuş tavuk paketi ellerinde bekliyorlar. Neyse o zat mahkemeden döndü ve hapisanenin önünde elleri kelepçeli vaziyette arabadan indi. Kelepçesini çözdüler. Mahkemesi iyi gitmiş olacak ki, etrafına gülücükler dağıtarak kalabalığın yanına doğru geldi. Onlardan alkış beklerken iner inmez birden ‘Yuuuh! Tuuuh!’ sesleriyle şaşkına döndü. Normalde orada toplanan kalabalıktan alkış gelmesini beklerken PİŞMİŞ TAVUĞU KAFASINDA buldu. Zaten arabadan kim inse, mahkemeden kim dönse elleriyle zafer işareti yapıp birbirlerini alkışlıyorlar; omuzlarına alıp koğuşa kadar getiriyorlardı. Ama bu sefer öyle olmadı. Orada toplanan kalabalık o zata ne söyleyecekse ağzına geleni söylediler. Yuh diyeni mi arasın, tüküreni mi ararsın. Adamcağız olup bitenler karşısında ne olduğunu anlayamadı. Tavuğu ranzanın altında unuttuğu zaten belli, çıkarıp da onların yanına da yiyemediği gibi ‘Alın şunu yiyin’ de dememiş. Fakat onun başına gelen, KIZARMIŞ TAVUĞUN BAŞINA GELMEMİŞTİR. İnsan ucundan biraz alır, gerisini de ‘Alın çocuklar şunu paylaşın’ der. Fakat bizimki öyle değil, BİZİM DOLABIMIZ HERKESE AÇIKTI. Hiç kimse, ‘Sen benimkinden yiyemezsin, ben seninkinden yiyemem demezdi. İsteyen istediğini oradan alıp yiyordu. Onların bize böyle deyişleri hiç aklımdan gitmez. O zat meşhur bir profesör idi o zamanlar… Son zamanlarda bakanlık bile yaptı. (…)
“Hz. Ömer ve sosyal adaletten bahsettiğim bir sohbette Doğan Avcıoğlu böyle uzun uzun dinledikten sonra istihza ile ‘Hoca, Hoca! Çok güzel anlatıyorsun, ben sana bir şey söyleyeceğim’ dedi. ‘Buyurun’ dedim. ‘Bu anlattıklarını dinliyoruz biz. Eğer bu söylediklerin doğruysa, ya sen komünistsin ya biz Müslümanız’ dedi. ‘Yok dedim, ben komünist değilim ama inşaallah siz Müslüman olursunuz.’ Başladı gülmeye… Bir tesbit olarak bu sözü söylemişti o zaman. Sosyal adalet, eşitlik, insan hakları filan diyorlar ama tatbik etmekten çok, lâfını ediyorlardı.”
Bütün güzellikler İslamiyette mevcut… Yalnız “El-cihad, bi’l-ÇENE” erbabı, yani İslâmiyeti sırf çene çalarak, lafını ederek anlatmak isteyenlerle onu anlatmak mümkün değil… Onun yaşanması, yaşanarak temsil edilmesi, hâl diliyle anlatılması gerekiyor…