1963 senesinde Şair Ümit Yaşar Oğuzcan İzmir İmam Hatip Okuluna gelmişti. Bizim edebiyat hocamız Nafize Sarıoğlanoğlu davet etmişti. Nafize hanımın Milliyette çıkan bir yazısını hatırlıyorum. Entellektüellerden arkadaşları vardı. Şair bizlere bir konuşma yaptı sonra kitap da imzaladı. İhsan Emci ağabey bir kitabını aldı ve Necip Fazıl Kısakürek’e (Büyük Doğu dergisine) gönderdiği bir şiirinin dört mısraını yazmasını istirham etti. O da bu istirhamı geri çevirmedi; yazıp imzaladı. Elli sene önce de onun bir şiir kitabını göz doktoru olan dayımın kitaplığında görmüştüm. Orada bir şiiri dikkatimi çekmişti: Aklımda kadar şekliyle yazmaya çalışayım:
Biraz kül biraz duman
O benim işte…
Ferhat gibi yanan
O benim işte
Ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman
O benim işte…
Bunu nereden hatırladım? Geçen televizyonda bir programda aşk-ı mecaziden aşk-ı hakikiye geçiş anlatılıyordu. Mecnun ile Leyla’nın, Kerem ile Aslı’nın, Ferhat ile Şirin’in dağlar deldiren aşkından bahsediliyordu. Aslında bu mecazi aşkların arkasından hakiki aşka, muhabbetullaha ve aşk-ı İlahiye geçişe misal veriliyordu. Meselenin bir peri suret, bir hayâl peşinde koşmak olmayıp Cenab-ı Hakkın dîdarına ulaşmak olduğuna vurgu yapılıyordu.
Cenab-ı Hakkın Vedûd isminin aşk ve muhabbet tecellisi olarak cansızlarda bu tecelliyi çekim kanunu yani câzibe olarak, insanlarda ise aşk ve muhabbet olarak kendisini gösterir.
Üstad Hazretleri bu hususta diyor ki: “Muhabbet, şu kainatın varlık sebebidir. Hem şu kainatın râbıtasıdır. Hem şu kainatın nurudur. Hem hayatıdır. İnsan, kainatın bütün âlemlerini içinde toplayan bir meyvesi olduğu için kainatı istilâ edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine yerleştirilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl Sahibi olabilir.” (Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Birinci Meyve)
Şems-i Tebrîzi de diyor ki: “Felek mest, melek mest, nücûm mest, semâvât mest, şems mest, kamer mest, zemin mest, anâsır mest, nebat mest, şecer mest, beşer mest, serâser zihayat mest. Heme zerrât-ı mevcudat beraber mest der mest est… (Yani) “Allah muhabbetinin tecellisinde ve o muhabbet şarabından herkes istidadına göre mesttir.”
Sezai Karakoç, “Leylâ İle Mecnun Şiirler VII” isimli kitabında diyor ki:
(Leyla’nın doğumu için sonradan Mecnun’un söylediği)
Çiğ düştü göklerden / Ve bir bahar günü doğdun Sen.
Güvercinler geçti menekşelerden / Ve bir bahar günü doğdun Sen
Kendi kendine ayna olan nergislerden / Leylakların gün doğuşu ürperişinden
Zambakların kıyı kıyı bakışından / Geldin Sen
Ve rüzgarları süpürdüğünde / Ve insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğinde
Birden bire aydınlandı annenin yüzü / Ve bir bahar günü doğdun Sen
Marta bakan biliyordu geleceğini / Nisana bakan görüyordu alaca renklerini
Kızıl ve yeşil seherini / Mayısa bakan buldu Seni / Ve bir bahar günü doğdun Sen
Sana Leylâ dedim Suna dedim şiirlerde şarkılarla
Gerçek adın bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklarda
Çatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar da
Avunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarla
Melekler gökten geldi armağanlarla / Ve bir bahar günü doğdun Sen
Bir ilkbahar günü doğdun Sen / Baharın ta kendisi oldun Sen
Şimdi her baharda doğan çocuklarla / Sen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarında
Sen görünür görünmez ufuklarda / Karlar erir, kaçar kaçar da
Gökler yağmur biçiminde güler ağlar da / Güneş öğünerek yansır yansır da sularda
Gelirsin her baharda / Bir diriliş gibi ölü dünyaya
Öldüler gölgenden ateş ala ala / Ekilip biçilip yankı yapa yapa
Yaz sıcaklığından arta arta / Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına
Ki bir bahar günü doğdun Sen
Güller dönüşte yatak çarşaflarına / Leylaklar yaklaştılar korka korka
Nergisler benliğimizin ortasından baka baka
Gelip fon oldular insanın
Bir kere daha
Sende yeniden yaratılışına
Bir bahar hâli yaratılışına
Bir bahar günü doğdun Sen
Baharın ta kendisi oldun Sen.
(Yâ Muhammed Mustafa Aleyhisselam)