YALANIN BACAKLARI KISADIR
Abdullah Aymaz
Almanların bir ata sözüne göre, “Yalanın bacakları kısadır; yolda kalır.” Üstad Bediüzzaman Hazretleri de “Bir tane sıdk (doğru), bir harman yalanı yakar. Bir tane hakikat, bir harman hayâlâta müreccahtır.” der. Onun için biz bu sürecin, binlerce iftira ve yalanlarına aldırmadan doğru yolda yürümemize devam edeceğiz. Bu sürecin mağduriyet ve mazlumiyetlerinin hikmet ve sırlarını anladığımız zaman Cenab-ı Hakka çok şükredeceğiz inşaallah. “Şüphesiz Ahiret (sonraki) senin için Ûla’dan (öncekinden) daha hayırlıdır.” (Duhâ Suresi, 93/4) buyuruluyor. Efendimizin (S.A.S.) hayat serüveninde hep öyle olmuştur. Onun izinde gidenlerin, gitmeye çalışanların için de öyle olacaktır. Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman ediyoruz. Kur’an-ı Kerim de; “Yarattığı herşeyi güzel yaptı.” (Secde Suresi, 32/7) buyuruluyor. “Herşeyde, hatta çirkin görünen şeylerde, hakîkî bir hüsün (güzellik) ciheti vardır. Evet, kainattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir; ona hüsn-i bizzat denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-i bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveş (karmakarışık, dağınık) tir. Fakat o zâhiri perde altında gayet parlak güzellikler intizamlar var. Bu cümleden olarak: Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında İlahî Celâl tecellilerinin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden, azap ve sıkıntılarından muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları hayat vazifesinden terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin taze bir bahara yer hazırlamak söz konusudur. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişâfı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan bir çok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sümbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılaplar ve küllî tahavvüller, birer mânevî yağmurdur. Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgam (egoist) olduğundan zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgamlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâni’inin (Sanatkâr Yaradanının) güzel isimlerine ait binlerdir.” (On Sekizinci Söz)
Asr-ı Saadette, sahabelerin bilhassa l-i Beytin başına gelenlerin hikmeti hususunda Üstad Hazretleri diyor ki: “Nasıl ki, baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her çeşit nebâtat taifelerinin tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir, her biri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de sahabe ve tâbiînin başına gelen FİTNE dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı. ‘İSL MİYET TEHLİKEDEDİR, YANGIN VAR!..’ her tâifeyi korkuttu, İslamiyetin korunup kollanmasına koşturdu. Her biri, kendi istidadına göre, İslâmî Câmianın kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, tam bir ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı Hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlarının muhafazasına, bir kısmı Kur’an’ın muhfazasına çalıştı ve benzeri şekilde, her bir tâife bir HİZMET’e girdi. İslâmiyetle ilgili vazifelerinde hummalı bir surette çalıştılar. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan İslâm leminin her tarafına o fırtına ile TOHUMLAR atıldı, yarı yeri GÜLİSTANA çevirdi. Fakat, maatteessüf o güller ve GÜLİSTAN içinde ehl-i bid’at fırkalarının dikenleri de çıktı. Güya, İlahî Kudret Eli, celâl ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektiriklendirdi. O hareketten gelen bir merkezkaç kuvvetle pek çok münevver Müctehitleri ve nurânî Muhaddisleri, kudsî Hafızları, Asfiyaları, Aktabları lem-i İslamın her tarafına uçurdu, hicret ettirdi. Doğudan Batıya kadar Ehl-i İslam’ı heyecana getirip, Kur’an’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.” (On Dokuzuncu Mektup)
Bizler bu süreçte, Kur’an ve iman hizmetinin mensupları olarak önce kendimizi çok iyi yetiştirerek, önümüze bakıp hayırlı hizmetlerde koşturmaya bakmalıyız.
Kur’an kâinatı okuyor. Kur’an fıtrîliğin ve bir mânada fıtratın, doğru işleyen İlâhî kanunlara boyun eğen kâinatın sesidir. Onun tefsirleri olan İlhâmat-ı Kur’aniye, Sünuhat-ı Kur’aniye, İstihracât-ı Kur’aniye olan Risale-i Nurlar da fıtratın sesi ve ritmidir. Onları okuyanlar, aynı ritimde yaratılmış fıtratlarına döner ve bu Kur’an Hakikatleri ile rezonansa geçerler. Böylece, yalandan, iftiradan, gıybetten velhasıl bütün günahlardan uzak duracak güçlü bir fıtrî konuma yükselirler. Onun için devamlı okuma, müzakere ve mütalaa etme şartıyla bu güzelliği korurlar. Yoksa o atmosferden ve o mübarek seradan uzaklaşınca, nefis, nefsânilik hevâ ve heves, şeytanla beraber hemen yakalarına yapışır. Mânevi ve bilhassa psikolojik hastalıklar ve fıtrata ters, çarpık işlerden kurtulmak için yine o kudsî rezonansa ihtiyacımız vardır. Tevbe-istiğfar ve Hakka dönüşte bu gerçeği hiç unutmayalım…