Yaratılışta Dört Yol

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

04 Oca 2021 10:44
  • Soru: Yaratılışla ilgili ileri sürülen inanış ve düşünceleri ele alacak olursak bunları ana hatları ile kaça ayırabiliriz? 
    Cevap: Dörde ayırabiliriz. Bunlar da: 
    1) Sebebler yaratıyor.
    2) Kendi kendine oluyor.
    3) Tabiat yaratıyor.
    4) Allah yaratıyor.
    Eğer biz baştaki üç anlayışın üzerinde durarak, çürük ve imkansız olduklarını gösterirsek, herşeyi yaratanın Allahu Teala olduğu kendiliğinden isbatlanmış olur.

    Soru: Sebeblerin yaratıcı olamayacağı nasıl isbatlanır?
    Cevap: Bunu üç yönden ele alabiliriz.

    Birincisi yapacağımız bir mukayese ile maddi sebeblerin ilaç gibi basit bir karışımı yapmaktan aciz olduğunu göstermekle. Evet, bu alemdeki binlerce canlıyı maddi sebeblerin yarattığını iddia edenlere diyoruz ki: Bir eczaneye girdiğimizde pek çok ilaç görüyoruz. Bunlar çeşitli elementlerden meydana geliyor. Diyebilir miyiz ki, “İlaçları meydana getiren elementler sayısınca, onları içinde bulunduran kavanozlar bir binanın içindeki raflara dizilse, sonra da pencereler açılıp dışarıdan esen şiddetli bir rüzgarla bu kavanozlar devrilse, içindeki elementler dökülüp karışarak bir ilaç meydana getirebilirler?” diyemeyiz. Çünkü her ne kadar bir ilaç, bir kaç elementin karışımı da olsa, biz ona basit bir karışım gibi bakamayız. Zira, ilaç bir maksat için yapılır. İlacın yapılması için tıptan ve eczacılıktan anlayan  şuurlu bir insanın olması gerekir. Bir ilaç bulununca hemen insanda denenmez. Çünkü yan tesirleri olabilir. Diğer canlılardan pek çok defalar denenip, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra formüle edilip ilaç fabrikalarına arz edilir. Tesbit edilen formülden bir gram fazla veya eksik bir element kullanılamaz. Mesele çok hassastır. En ufak bir yanlışlık ilaç kullananların hayatını tehlikeye sokabilir. Halbuki temsilde  anlattığımız ilacın elementlerini de biz bulup kavanozlara doldurarak getiriyoruz.

    Şimdi, acaba tesadüfen, akılsız, şuursuz maddi sebeplerle bir karışımdan ibaret olan bir ilaç bile meydana gelmezse, bundan çok daha harika olan bir insan hücresi nasıl meydana gelebilir? Bir insanda ortalama 100 trilyon hücre, her hücrede bir milyona yakın protein, her proteinde ortalama 8 bin aminoasit bileşiği vardır. Her bileşik de beş elementten meydana geldiğine göre bir proteinde 40 bin element (atom) var demektir. Mesela bin beyaz bilya ile bin siyah bilyayı, beyazlar altta siyahlar üstte dizelim. Bundan sonra bilyaları karıştıralım. Daha sonraki karıştırmalarla, bunların kendi kendilerine tesadüfen, beyaz bilyaların altta, siyah bilyaların ilk defa olduğu gibi üstte dizilme ihtimalleri kaçta kaçtır? Yanyana yazıp okuyamayacağımız bir sayı karşımıza çıkar. Halbuki yüz milyonluk bir hücrede 10 katrilyon atom, her saniye karışıyor. Ama tekrar aynı ritme girip hayat sağlanıyor. Bunun için, sonsuz bir ilim, bir irade, bir kudret gerekir. Bunların tesadüfen olamıyacağı aşikardır. Zaten hücreyi sadece proteinlerden  ibaret de sayamayız. Sırf DNA ve RNA maddeleri açısından baksak yine muazzam bir harika ve mucize ile karşılaşırız. Çünkü bir tek DNA maddesi, bin cilt kitap malumatını içinde taşımaktadır. Bunun akılsız ve şuursuz hangi sebeb veya hangi kör tesadüf yaratmış olabilir? Evet sebebler ve tesadüfler bir hücreyi yaratamazsa, binlerce  hücreden meydana gelen bir  dokuyu hiçbir şekilde yaratmazlar. Bir dokuyu yaratamayanlar, binlerce dokudan meydana gelen bir organı hiç yaratamazlar. Hele hele bu, 5000’ den fazla vazife yapan karaciğer gibi bir organ ise!... Bir organı yaratamazlarsa yüzlerce organdan meydana gelen insanı, insanın akıl ve şuurunu, vicdan  ve kalbini, onların ince ve hassas duygularını, bu akılsız ve şuursuzlar hiç bir şekilde asla ve kat’ a yaratamazlar. 

    Soru:  Sebeblerin yaratıcı olamayacağının ikinci yolla isbatını anlatırmısınız?
    Cevap:  Bu meseleyi, birbirine zıt düşen  sebepler noktasından ele alacak olursak: Sebeb maddi ise, tesir edebilmesi için sebeb olduğu şeyin yanında veya bizzat içinde bulunması gerekir. Mesela, bir evi usta ve işçiler yapıyorsa, evin yanında ve içinde bulunmaları gerekir. Şimdi buna göre bütün bu canlıları sebebler yaratıyor, diyenler bilmelidirler ki, bir tek insanın tek bir canlı hücresinde, her bir saniyede en az 12 tane bileşim oluşmaktadır. Yani bir saniyede ortalama bir insan vücudunda en az 100x12=1200 trilyon bileşim oluşup durmaktadır. Hem de faydalı bir biçimde. Eğer zararlı bileşimler oluşsa, yaşama imkanı olamaz. Ayrıca  her bir bileşim iki veya daha fazla elementten meydana gelmektedir. Hem her bir bileşim için özel sıcaklık ve özel  basınç gibi şart ve ortamların da hazır olması gerekmektedir. Bu durumda her bir bileşimin aradığı sıcaklık şartı öbürlerine, basınç şartı da başkalarına zıt olabilir. O  zaman bazı yüksek şartlar kendilerinden düşük şart ve ortamları yok ederler. Yani tek bir hücre içinde bile birbirine zıt binlerce şartın varlığını kabul etmek zorundayız. Halbuki canlıların sıcaklıkları ve basınçları bellidir. Akılsız ve şuursuz maddi sebebler,  herşeye  rağmen bu uyumu sağlayabilirler mi?

    İşte böyle bir durumda , her an herşeyin her durumunu bilen, birşeye çok işler yaptırabilen, küçük bir varlığa binlerce hikmet takıp binlerce vazife gördürecek şekilde  ayarlayan ilim, hikmet, kudret sahibi bir Yaratıcı bunları yapacaktır. Eğer  Allah’ ın varlığı kabul edilirse her şey kolaylaşır. Mesela her nefes alışımızda, farkına  varabildiğimiz pek çok hikmet vardır. Çünkü nefes alırken hem kanımız temizleniyor, hem vücut sıcaklığımız sağlanıyor, hem de nefes dışarı verilirken ses tellerine temas ederek konuşmamız sağlanıyor. Ayrıca kanda özümlenen oksijenin %20’ si beyne gidiyor. Eğer beyne gitmezse, oksijensiz kalan beyin hücreleri tedavi edilemeyecek şekilde zarar görür, hatta ölür.

    Soru:Sebepler konusunda üçüncü imkansızlık sebebini de izah eder misiniz ?
    Cevap: Meseleyi “Bir varlığın birliği, âhenk ve tenasübü varsa, bir elden çıkmıştır.” Prensibinden ele alacak olursak, şu güzel varlıkları ve onları âhenkli düzgün vücudlarını akılsız, şuursuz ve birbirinden  habersiz sebeblere ve kör tesadüflere havale etmek mümkün değildir. Bu sanat harikalarını sebeblere ve tesadüflere havale etmek demek onları, eğri büğrü, tenasüpsüz, ahenksiz ve dengesiz, işe yaramaz bir külçe yığını haline  terketmek demektir. Yaratılışta mesela güneş sisteminde, güneşi bir sebebe, dünyayı bir  başka sebebe, ayı ise çok daha başka bir sebebe havale etmek demek, nizamı, intizamı, ahenk ve düzeni darmadağın etmek demektir. Aynı şekilde bir bütünlük arzeden bir canlının her bir organını apayrı bir sebebe vermek de yine onları işe yaramaz, çirkin vaziyetlere terketmek demektir. Çünkü doğuştan itibaren vücut organları tam bir ahenk ve tenasüple büyüme göstermektedirler. Ayrıca dikkat edecek olursak canlılara yapılan masraflara ve takılan cihazlara göre hislerin ayarlandığını da fark ederiz. Mesela, bütün duyguları geliştirilmiş,  en ince hislerle donatılmış ahsen-i takvim sırrına  mahzar insan ile durumu çok gerilerde olan fare arasında  yapılacak  bir mukayese, bizi  ne  yaptığını gayet iyi  bilen hikmetli bir sanatkarla  karşılaştıracaktır. Yoksa bu işi kör, sağır ve şuursuz sebebler yapmış olsaydı, insana, pisliklerden hoşlanan lağım farelerinin hisleri de tesadüfen verilebilir, çok kötü durum ile karşılaşabilirdi. O  zaman bu gelişi güzellik karşısında ne zooloji, ne botanik ne de  temelli her hangi bir ilim düşünülebilirdi. Çünkü ilimler tesadüfü  incelemez.

    Ayrıca, eğer  bütün bu sanat harikaları maddi sebeblere verilecek olursa o zaman şöyle  orantı karşımıza çıkar; maddi sebeblerin en çok temas ettiği ve en çok meşgul olduğu madde daha  değerli olmalıdır.  Halbuki maddi sebeblerin temasından çok uzakta  bulunan ve fevkalade  sanatlı küçük canlıları inceleyecek olursak, sebebleri yaratıcı zannetmenin kadar yanlış bir fikir olduğunu iyice anlamış oluruz. Çünkü mikrop gibi küçük bir  canlıdaki duygular, maddi sebeblerin eseri olsaydı, fil ve gergedan  gibi sebeblerin daha çok iyi temas etme imkanı buldukları canlılardaki hislerin,  cihazların daha harika birer sanat eseri olmaları gerekirdi. Cisim-cihaz ve duygu tenasübüne göre bir orantı kurarsak, mikroptan milyonlarca  daha büyük olan bir  filin, bulunduğu yerden çok uzakları görmesi, çok uzak mesafelerden işitmesi gerekirdi. Ayrıca pireden daha süratli harekket etmesi, kartaldan daha keskin bir bakışla çok uzaklarda bulunan şeyleri ayrıntıları ile görüp tanıması, köpekten çok daha iyi koku alması, insanlardan daha zeki ve kabiliyetli olması ve her yönüyle  fevkalade bir durumda ve konumda bulunması gerekirdi. Çünkü sebebler mikroskobik bir canlıdan daha çok filin vücudu ile temas imkanına sahipler. Bu durum beynin küçüklüğüne de verilemez. Çünkü beyni küçük olan nice çok zeki hayvanlar da vardır.
    Bilakis, madde rikkat peyda ettikçe yani incelip küçüldükçe hayat şiddet peyda etmekte yani hayati fonksiyonlar o nispete göre kuvvetlenmektedir.
    Ayrıca sebebler onların dış yüzleri ile daha çok temastadırlar. Halbuki, beyin ve kalb gibi canlının iç organları yani maddi sebeblerin pek temas edemedikleri iç tarafları, onların dışlarından daha harikadır. O zaman, bu güzellik ve mükemmeliyetler sebeblere verilemez.

    Abdullah  Aymaz 
    04 Oca 2021 10:44
    YAZARIN SON YAZILARI