İsmail Ünal mahlaslı yazar 200 ve 2001 yıllarında Amerika’da iki defa on beşer gün M. Fethullah Gülen Hocaefendiyi ziyaret etmiş ve “Fethullah Gülen’le AMERİKA’DA BİR AY" isimli bir kitapta huzurda tuttuğu notları günü gününe ele almıştır. Ben bunlardan bir soru-cevap bölümünü aktarmak istiyorum:
Günümüzdeki dinî hizmetler, dünyanın içinde bulunduğu şartlar gereği, öncekilerden kısmen farklı bir mecra izliyor gibi. Efendimiz (S.A.S.) zamanında birbirini takip eden hadiseler vardı ve O’nun tebliği bu çizgide gelişmişti. Bugün ise, bir yerde yıllarca ulaşılan tecrübelerin, aynı vetireye ihtiyaç duyulmadan başka yerlere taşındığı görülüyor. Bu tecrübelerin başka yerlere taşınmasına, başka boyutta yeni bir Endülüs tecrübesi gibi bakılabilir mi?
Bugün dünya, eskiye nazaran çok küçülmüş görülüyor. Eskiden bir yerden diğerine üç ayda ulaşan haberler bugün anında ulaşıyor; aylarca süren seyahatlerle varılan yerlere, bugün bir-iki saat zarfında varılabiliyor. O bakımdan, artık hiçbir ülke bugün diğer ülkeleri nazara almadan, onlarla şu veya bu şekilde münasebete girmeden, müessir ve müteessir olmadan devam edemez. Bu bakımdan, dîn-i mübîn-i İslâm adına yapılacak hizmetlerde de, bütün dünyanın alacağı tavırlar çok önemlidir ve mutlaka dikkate alınmalıdır.
Efendimiz (sav) zamanında, bir zincirin halkaları gibi bir seyir takip edilmişti. Fakat bugün, manzara farklıdır, şartlar farklıdır. Hiç kimse, kölesinin, işçisinin, hizmetçisinin dinini, düşüncesini merak etmez. İkinci olarak, din adına başkalarına anlatacağınız hususlarda, en azından onlardan önde olmanız gerekir. İçtimaîde, ekonomide bugün için ortaya koyabileceğiniz misaller yoksa, başkalarına teklif edeceğiniz modeller yoksa, onlar üzerinde asla müessir olamazsınız. İnsanlar, sözden çok, davranışa bakarlar. Bugüne kadar, kendi misalini ortaya koyamayan hiçbir hareket muvaffak olamamıştır. Dolayısıyla, Batı ülkelerinde muvaffak olmanın yolu, onların arayışta olduğu hususlarda, onlara modeller teklif edebilmektir. Bugün, Amerika İle, Avrupa İle Batı, gücünün zirvesindedir. Meselâ Amerika, Osmanlı Devleti'yle mukayese ettiğimizde, sanki Kanunî dönemini yaşıyor gibidir. Burada hayat dopdoludur, insanlar meşguldür; dünyayı kazanma tutkusu, herkesin vaktini bütünüyle doldurmaktadır. Önce, onlarda dine ihtiyaç duygusu uyarmak lâzım; ruhlarında âhiret endişesi hasıl etmek lâzım ve onların, manevî açlıklarını hissetmeleri lâzım. Oysa ki modern hayat, âdeta bunların hissedilmemesi üzerine dizayn edilmiş gibi. Fakat, hiç şüpheniz olmasın; bir gün burada, hem de bütün Batı'da da büyük manevî sarsıntılar yaşanacak. İşte o sarsıntılar döneminde insanlar arayışa geçecek; tutunacak manevî dallar arayacak. Eğer tam bu dönemde önlerinde İslâm'ın altın düsturlarını, Kur'an'dan nebean eden Nurları görürlerse, hiç tereddüt etmeden ona sarılabilirler. Bir yanda, bütün parlaklığıyla ortaya konan, kendisini ispatlamış düsturlar, diğer tarafta onları arayan sarsıntı içindeki insanlar, milletler.. işte bu kaderdenk noktasında dîn-i İslâm, bütün haşmetiyle bir güneş gibi tulû edebilir.
Bütün Izdırabım, İnsanların Allah'ı Bulması Yolundadır
Bütün duam, bütün ızdırabım, insanların Allah'ı bulması, O'na inanması yolundadır. Her gün, yana yakıla dua ediyorum: Allah'ım, ne olur, bahtına düştüm" diye sızlanıyor ve "ne olur Allah'ım, insanlar Seni tanısın, Sana inansın!" diye dua ediyorum. O kadar ki, bunun için her gün birkaç defa ölüp ölüp dirilmeye razıyım. Bunu anlamayanlar, imanın ne olduğunu bilmeyenler, onun hasıl ettiği zevk-i ruhanîyi tatmamış olanlar, Cennet'in lezzetini, Cehennem'in işkencelerini ruhlarında hissetmeyenler, insanlığın ızdırabını bir defa olsun ruhlarında duymamış olanlar, kalkıyor, sizin ızdırabınızı, derdinizi, çabanızı başka mecralarda görmek istiyorlar.. Devletmiş, hükmetmiş, siyasetmiş… maksatları bunlar olup, bütün hayatlarını bu yolla elde edecekleri menfaate bağlamış bulunanlar, iman adına, Kur'an adına çekilen ızdırapları da aynı kategoride değerlendiriyorlar. İşçisiyle, çiftçisiyle, bir nahiyede vazife yapanından Cumhurbaşkanına kadar her seviyedeki memuruyla, hakimi ve savcısıyla, dünyanın sultanı da olsa, herkes imana, herkes Kur'an'a muhtaçtır; dünyası adına muhtaç olduğu gibi, bundan çok daha ötede âhireti adına muhtaçtır. Nasıl camide, hacda insanlar arasında hiçbir ayrım yoktur, ölüm de, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan herkese gelmektedir ve herkes, Allah'ın huzurunda, dünyadaki makamına bakılmaksızın sorguya çekilecektir. Hattâ dünyada ferah-feza yaşamış olanların sıkıntısı orada çok daha fazla olacaktır. Bu bakımdan, himmet elimizi herkese uzatmak mecburiyetindeyiz. Bu, bizim herhangi bir makamda, herhangi bir mevkide gözümüz olduğu manâsına gelmez. Aslında, ülkemizin, milletimizin geleceği gibi, dünyanın ve bütün insanlığın da geleceği, iman ve Kur'an adına sergilenecek samimi ve doğru gayretlere bağlıdır. Yarının neler getireceğini bilmiyorlar; insanlığı bekleyen dehşetli hâdiseleri, felâketleri bilemiyorlar. Bunu bilmedikleri gibi, dehşetli inkılâpların peşi peşine sökün edeceği hiret'i de bilmiyorlar, bilemiyorlar.