M. Fethullah Gülen Hocaefendi, yeryüzü mirasçılarının üçüncü vasfından bahsederken, bu vasfın AKIL, MANTIK VE ŞUUR üçlüsüyle İLME YÖNELMEK olacağını ifade ediyor.
Bediüzzaman Hazretleri Yirminci Söz’de peygamberlerinin mucizelerinin, âhir zamanda gelişecek olan ilim, fen ve teknik olarak ulaşılacak zirvelere ve nirengi noktalara birer işaret olduklarını, bu ilham kaynaklarından istifade edilmesi gerektiğini söylüyor. Her peygamberin mucizesi, böyle bir gelişmeye işaret olur da Son Nebî, Ahirzaman Peygamberi Habîbullah Muhammed Aleyhisselam'ın en büyük mucizesi olan Kur’an’ın insanlığa meydan okuyan belağat ve BEYAN MUCİZESİ de çok önemli bir hususa işaret olmaz mı? Elbette olur. Onun için Üstad Hazretleri bu mesele için, insanlık âhir zamanda herşeyiyle ilme fenne yönelecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır, hüküm ve kuvvet ilmin eline geçecektir, ilimlerin, düşüncelerin geniş kitlelere kabul ettirilmesinde fesâhat, belağat ve ifade üstünlüğü, herkesin alâka duyduğu bir mevzu hâline gelecektir, diyor… Evet, medya gücü, maksat ve meramı ifade de kullanılan, filmler, romanlar hatta karikatürler bile insanlar üzerinde çok etkili olacaktır. Evet çizilen bir karikatür ile kitlelerin nasıl tahrik edildiğini, insanların teröre nasıl kurban edildiğini, İslamiyetin bu anarşist ve teröristler yüzünden nasıl bir fobi haline getirildiğini gördük… Âhir zamanda ilimlerin en parlağı olan İFADE GÜCÜ kendisini gösteriyor ve toplumları yönlendiriyor...
Tabii her şey, bunlardan ibaret değil…
Cenab-ı Hakkın nasıl KELÂM Sıfatı varsa ve o sıfattan semadan, suhuflar, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an nâzil olmuşsa, yine O’nun irade vasfından tekvini kanunlar, sünnetullah denilen, fennî ve teknik ilimler gelmektedir. Semavî kitapların ortaya koydukları kanunlara uymanın mükafâtı âhirette olduğu gibi, isyan etmenin cezası da âhirettedir. Ama irade vasfından gelen kanunlardan istifade etmenin, yani çağınla yüzleşip hesaplaşmasının mükafatı dünyada olduğu gibi o tekvînî kanunlara isyan edip, geri kalmanın, çağın gerisinde tembel tembel oturmanın cezası da dünyadadır. İşte geri kalmış ülkeler ve onların perişan insanları…
Hocaefendi diyor ki: “Evet son birkaç asırlık boşluğu aşmamız, marifette doygunluğu ulaşmamız; yıllar ve yıllar boyu yaşadığımız ezikliğin şuur altı tahribini onararak bir kere daha kendi kendimizi isbat etmemiz, ilmin, İslamî düşünce menşurundan geçirilerek temsil ve ifade edilmesine bağlıdır.”
Yoksa gençlerimizin beyinlerini başkalarına emanet edersek yakın geçmişte başımıza gelenler her zaman bizlere musallat olabilir. Yani Hocaefendinin tabiriyle: “Gençlerimiz içinde bulundukları çağı ilmiyle, tekniği ile, teknolojisiyle yakalayacaklarına değişik kamplara ayrılara Marksçılık, Durkheimcilik, Lenincilik, Maoculuk oyunu oynamaya başladılar. Kimi komünizm ve proleterya diktatörlüğü rüyalarıyla avundu, kimi gidip Freud kompleksine saplandı… Kimi aklını varoluşçuluğa kaptırarak Sartre’e takıldı… Kimi Marcus deyip salya attı… Kimi de ömrünü Camus’un hezeyanları arkasında geçirmeye durdu. Evet bu ülkede bunların hemen hepsi yaşandı ve bu işin dâyeliğini de sözüm ona ilim yuvaları yüklendi. Bu buhranlar döneminde bir kısım kara ses ve kara ağızlar durmadan dini, dindarı karalıyor ve sürekli batı menşe’li çılgınlıkları nazara veriyorlardı. (…)
“Şimdi biz, içlerimizde bulantı, gönüllerimizde sızı bu karanlık dönemi ve o günün serkârlarını kendi mesâvileriyle başbaşa bırakarak, geleceğimizi inşâ edecek düşünce işçilerinden bahsetmek istiyoruz.
“Evet gençlerimize aşılayacağımız ilmî düşünce sayesinde, batıdan asırlar ve asırlar önce de gerçekleştirdiğimiz gibi, onların, ilimle, fikirle kaynaşıp bütünleşmesini sağlayıp mutlaka kendi yenilenmemizi (Rönesansımızı) tahakkuk ettirmeliyiz. Maşeri vicdanda duyulan mâkus mukadderâtın ızdırabı, yıllar ve yıllar boyu maruz kaldığımız vesâyet hayatının hâsıl ettiği hafakanlar birkaç asırlık istismarın insanımızda meydana getirdiği reaksiyon, şimdiler itibariyle bizde yeniden Âdem nebinin feryatlarına, Yunus Peygamberin sızlanışlarına, Eyyub Aleyhisselamın iniltilerine denk âh ve efgâna vesile olmuştur. Hatta şu anda, bu duygu ve düşüncenin iticiliği (harekete geçiriciliği) ve tarihi tecrübelerin kılavuzluğuyla mesafelerin büzülmeye başladığını ve varılacak noktaya birkaç adım kaldığını hisseder gibiyiz.”
Günlerin bahara döndüğü şafakların şafakları kovaladığı şimdilerde hem ümitleniyor, hem bekliyor hem de Rabbimize yalvarıyoruz.”
“Biz de kendi mâzi kendi mânâ köklerimize sığınacak ve örneklerimizi zamanın bulandıramadığı Lâhûtîliğin enginliklerinden alacağız. Felsefi düşünceden tasavvuf gerçeğine, dinin yerleşmiş tarz ve telakkisinden ahlâkî boyutuna kadar birer kaneviçe gibi, her zaman övündüğümüz ve bizim için de zamanın ALTIN DİLİMİ sayılan AK ÇAĞLAR’dan alacak ve onun üzerinde atkı atkı geleceğin dantelâsını öreceğiz. Bu dantelada, Mevlânâ Taftazânî ile yan yana gelecek, Yunus Mahdum Kulu ile aynı seccade üzerinde oturacak. Fuzulî Akif’i kucaklayacak, Uluğ Bey Ebu Hanife’ye selam çakacak, Hoca Dehhânî İmam Gazalî işe dizdize gelecek, Muhyiddin İbn-i Arabî İbn-i Sina’ya gül atacak, İmam Rabbanî Beziüzzamanın müjdesiyle coşacak… ve koskocaman bir geçmiş, o devâsâ düşünceleri, devâsâ kâmetleriyle bir araya gelecek ve bize kurtuluşun ve dirilişin büyüsünü fısıldayacak…”
İnşaallahü’r-Rahman…