27 Mayıs ihtilalinden sonra Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye'ye atılan iftiraların ardı arkası kesilmedi. Doğu Menzil Komutanı Faruk Güventürk, Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerine “Ülkemizde sadece kızıl komünistler yok… Bir de yeşil komünistler var; onlar da Nurculardır. Rusya’dan onlara 50.000 Ruble para geldi.” diye beyanat vermişti. Mustafa Birlik ve Ahmed Feyzi Kul ağabeyler de Faruk Güventürk’e “Sen kimin paşasısın ve kimin maşasısın?” diye çıkardıkları gazetede cevap yazmışlardır. Bu yüzden de mahkemelik olmuşlardır…
Bu hususta Mehmet Şengül Hocamız da şunları anlatmıştı:
Bir gün meşin şapkalı, tek elinde deri eldiven bulunan bir zat geldi: “Bana Kur’an öğretir misin?” dedi. “Tabiî, benim vazifem” dedim. Koltuğunda kıvrılmış bir Elif Cüzü vardı. O gün Kur’an, öğrenmeye başladı. Ertesi gün “Bana bir odalı kiralık yer lâzım, yardımcı olur musun?” dedi. “Tabiî” dedim. Daha sonraki gün de, “Ev aramaktan vazgeç; senin de başını yakmayayım. Ben gidiyorum” dedi. “Hayırdır, sen kimsin?” dedim. Benim talebelikten tanıdığım ve çok sevdiğim, memleketimizden bir âbimizin ismimi verdi ve selâmını söyledi. Sonra da dedi ki: “Ben şu anda bir kâtilim ve aranıyorum.”
Bu esrarengiz adamın durumu beni ciddi meraklandırdı… Bir kenara oturduk bütün derdini bana anlattı: “Bir dönem ben komünist idim… Birkaç adam öldürmüştüm. Neticede müebbet hapse mahkum oldum. Yıllarca hapishanede kaldım. Benim gibi dört beş kişi daha vardı; biz hapishanenin kabadayılarıydık.
Hapishane Müdürü de biz kabadayıları kullanırdı. Bir gün hapishane müdürü bizi çağırdı ve “Coplarınızı hazırlayın YEŞİL Komünistler geliyor, onlara haddini bildirin” deyip bizi kapıya gönderdi.
“Elleri zincirli ve kelepçeli on on beş kadar insan… Baktım kimseye zararı olmayan herkese faydalı yakinen tanıdığım mahallemizden bir zatın on beş on altı yaşlarında oğlu Mehmet (Berber Mehmet. A. Aymaz) de var. Arkadaşlarıma dedim ki, ‘Sakın müdahale etmeyin bu işte bir yanlışlık var.’
“Mehmet de beni tanımıştı. Öğle namazı vaktiydi. ‘Ramazan abi, namaz kılmamız lâzım’ dedi. Ben ‘Tamam buyurun’ dedim. O, ‘Ama abdest almamız gerekiyor’ deyince, onlara abdestlerini aldırttım, namazlarını edâ ettiler. Sonra Mehmet konuşmaya başladı. Biz de konuşmasının tesirinde kaldık. İkindi vakti girince, namazlarını kıldılar. Bir sohbet daha… Sonra akşam onları odalarına yerleştirdik.
“Ben komünistim ama Müdür beyin dediği yeşil komünistlik nasıl oluyor hiç duymamıştım… Mehmet’e dedim ki, ‘Ula oğlum senin ne işin var komünistlerle” deyince ‘Ne komünistliği abi! Ben Müslümanım Elhamdülillah’ dedi.
“Öbür gün hapishane Müdürüne gittik: ‘Müdür bey! Kalk seni yeşil komünistlerin yanına götüreceğiz” dedik ve birlikte gittik. ‘Mehmet, bu bizim Müdürümüz… Dün bize anlattıklarını buna da anlat’ dedik. O da yine sohbet etti. Müdür bey dâhil hepimiz eli kolu sıvadık, biz de namaza başladık ve sohbetlere devam ettik.
“Daha sonra bütün mahkumları sinema salonuna doldurup, Mehmet’e ‘Bunlar bizim hapis arkadaşlarımız… 500-600 kişi var. Bize anlattıklarını şimdi bunlara da anlat’ dedik. Böylece zamanla hapishanede namaz kılmayan kimse kalmadı.
“Hapishane Müdürü, Adliye Vekaletine; ‘Cânîlerin ve zânilerin yıllarca hapishanede ömürlerini çürüteceğinize, üç ay Risale-i Nur okutun; karıncaya basmaz, memleket ve milletimize faydalı insanlar olduğunu görebilirsiniz.’ diye bir rapor tanzim etti.”
İşte meşin şapkalı, deri eldivenli bu zat Denizli hapishanesinde ıslah-ı hal etmiş, tevbe etmiş ama komünist arkadaşları peşini bırakmamışlar. Bayram günü gelip bunu mukaddesata küfrederek tahrik etmişler. Bu da dayanamayıp silahını çekmiş, ateşlemiş ve kaçmış… Berber Mehmet de onu Mehmet Ali Hocama Kur’an ve İslamiyeti iyice öğrensin diye göndermiş. Aradan geçen on beş sene sonra da otobüs garajında karşılaşmışlar. Hocamıza affa uğrayıp hapisten çıktığını söylemiş…