Cenab-ı Hak, Âl-i İmran Suresinde şöyle buyuruyor: “Sonra (Cenab-ı Hak), o gam ve kederin peşinden, üzerinize bir emniyet ve güven duygusu indirdi. Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hâli verdi. Bir kısmınız ise can derdine düşmüş, Allah hakkında Câhiliye devrindekine benzer gerçek dışı şeyler düşünüyorlar: ‘Bu işi kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!’ diye söyleniyorlardı. De ki: ‘Bütün yetki ve karar Allah’ındır.’ Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları bir şeyler saklıyor ve kendi aralarında: ‘Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik’ diyorlardı. De ki: ‘Siz evlerinizde olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı. Allah, sizin içinizden olanı sınamak ve kalblerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp pırıl pırıl yapmak içindir ki, bunu başınıza getirdi. Allah sinelerin özünü dahi bilir.” (3/154)
Bediüzzaman Hazretleri bu âyetteki fesahat hakkında şöyle diyor: “İşte bu âyette bütün hece harfleri mevcuttur. Bak ki, telâffuzu zor, ağır, bütün harf çeşitleri beraber olduğu halde selâsetini, akıcılığını bozmamış. Belki bir revnâk (göz alıcı bir güzellik ve parlaklık) ve muhtelif tellerden uyumlu ve uygun, birbiriyle insicamlı bir fesahat nağmesi katmış. Hem şu mucizelik parıltısına dikkat et ki, hece harflerinden ‘yâ’ harfi ile ‘elif’ en hafif ve birbirine kalbolduğu, (birbirlerinin yerlerine geçtikleri) için iki kardeş gibi her birisinin yirmi bir kere tekrarı var. ‘Mim’ ile ‘Nun’ birbirinin kardeşi ve birbirinin yerine geçtiği için her birisi otuz üçer defa zikredilmiştir.
“Sâd, Sin’ Şin’ mahreç (çıkış yerleri) bakımından sıfatça, sesçe kardeş oldukları için herbiri üç defa; “Ayn, Ğayn’ kardeş oldukları halde ‘Ayn’ daha hafif altı defa; ‘Ğayn’ ağır olduğu için yarısı olarak üç defa zikredilmiştir.
“Tı, Zı, peltek Zel, Ze’ mahreç bakımından, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için her birisi ikişer defa: ‘Lâm’ ve ‘Elif’ ile beraber ‘Lam Elif’ suretinde birleştiklerinde, ‘Elif’ harfinin ‘Lam Elif’ suretinde hissesi ‘Lâm’ harfinin yarısıdır. Onun için ‘Lâm’ kırk iki defa, ‘Elif’ onun yarısı olarak yirmi bir defa zikredilmiştir. ‘Hemze’ (güzel) ‘He’ ile mahreççe kardeş oldukları için ‘Hemze’ on üç, ‘He’ bir derece daha hafif olduğu için, on dört defa, ‘Kef, Fe, Kaf’ kardeş oldukları için ‘Kaf’ın bir noktası fazla olduğu için ‘Kaf’ on, ‘Fe’ dokuz, ‘Be’ dokuz, ‘Te’ on iki, ‘Te’ nin derecesi üç olduğu için on iki defa zikredilmiştir. ‘Rı’ ‘Lâm’ın kardeşidir. Fakat ebced hesabıyla ‘Ayn’ iki yüz, ‘Lâm’ otuzdur. Altı derece yukarı çıktığı için altı derece aşağı düşmüştür. Hem ‘Rı’ telaffuzca tekerrür ettiğinden telaffuzu ağır olup yalnız altı defa zikredilmiştir.
“Hı, Ha, (peltek) Se, Dât’ harfleri telaffuzları zor ve ağır oldukları ve bazı münasebet cihetleri için, birer defa zikredilmiştir. ‘Vav’ harfi ‘Ha’dan ve ‘Hemze’den daha hafif ve ‘Ye’ den ve ‘Elif’ten daha ağır olduğu için on yedi defa ağır hemzeden dört derece yukarı, hafif eliften dört derece aşağı zikredilmiştir.
“İşte şu harflerin bu zikrinde harikulade bu muntazam vaziyet ile o gizli münasebet ile, o güzel intizam ve o dakik (hassas) ince nazım ve insicam ile iki kere iki dört eder derecede gösterir ki, beşer fikrinin haddi değil ki, şunu yapabilsin. Tesadüf ise, muhaldir ki, ona karışsın. İşte şu harflerin vaziyetindeki harika intizam ve garip nizam, lafzındaki fesahat ve akıcılığa vesile olduğu gibi, daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Madem harflerinde böyle intizam gözetilmiş. Elbette, kelimelerinde, cümlelerinde, mânâlarında öyle esrarlı bir intizam, öyle nurlu bir insicam gözetilmiş ki, göz görse ‘Maşaallah’ akıl anlasa ‘Barekallah’ diyecek.” (Yirmi Beşinci Söz)
Uhud Savaşında ilk andaki gerilemeden sonra sıkıntı sıkıntı üzerine, gam üstüne gam bütün problemler Sahabe Efendilerimizin üzerine binmişti. Ümitler kırılmıştı, sanki herşey bitmiş gibiydi. Efendimizin (S.A.S.) bile öldüğü söyleniyordu. Moraller bozulmuştu. İşte tam o sırada Cenab-ı Hak onlara emniyet verici bir uyku verince kalblerine, bir sekinet ve sükûnet geldi. Kendilerine gelip, morallerini buldular ve yepyeni bir neşve ile işlerine koyuldular… O sıkıntılı vaziyette maalesef bazıları da cahilce sözler söylemişlerdi. Evet âyette buyurulduğu üzere: “Allah bunları, iman edenlere yardımı olmadığından değil, nice nice hikmet ve iyi şeyler için ve özellikle içinizdeki ihlas, samimiyet ve nifak, bozguncuğu, tecrübe âleminde imtihana çekmek ve kalblerinizdeki gizli şeyleri ve vesveseleri, şüpheleri günahları ve temizlik için böyle yapmıştır. Şunu da bilmeli ki, Allah sinelere arkadaş olan ve onlardan ayrılmayan sırları ve gizlilikleri tamamen bilir. Şüphe yok ki, iki ordunun çatıştığı gün içinizden yüz çevirip Medineye dönenleri, herhalde kazanmış oldukları bazı hataları sebebiyle şeytan onların ayaklarını kaydırmak istedi. Muhakkak ki, Allah onların günahlarını affetti. Allah çok bağışlayıcı ve Halimdir.”
Kur’an sınırlı harf ve kelimelerle sınırsız mânâlar ifade eder. Her an taze nâzil olmuş gibi hep ter ü tazedir. Onun için, Kur’an-ı Kerime, belli bir zamanın olayları için inmiş bir kitap muamelesi yapamayız. O, her zaman olayların içindedir ve her seferinde de onlar için yeni manalar ifade etmekte ve yepyeni mesajlar içermektedir.
Yaşadığımız süreçle ilgili Kur’anî ilhamların üzerinde de düşünmemiz ve almamız gereken dersleri de almamız lâzımdır. zaten “Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmekte, rumuz ve işaretleri daha açık anlaşılmaktadır.” Hem de “zaman kaydını ızhar etse, itiraz edilmez.” buyuran Hz. Bediüzzaman, bedîülbeyan olan Kur’an’ın hep bu nazarla mütalaa edilmesini istemektedir. Bu âyetler de, Sure-i Yusuf’ta geçen kıssa-i Yusuf Aleyhisselam da bu nazar ve şuurla okunmalı ve derin mütalaa ve müzakerelerle bugün bize ne türlü mesajlar veriyor diye im’an-ı nazarda bulunulmalıdır…