“Islah”, kavramının Kur’ânî bir mefhum olduğu çok açık. Kur’an, onlarca âyet-i kerîme ile ıslah vurgusu yapıyor. Kur’ân’ın iz düşümünde tesis edilen kültür ve medeniyetimizde; inancında ve davranışlarında erdemli olan erkeklere “sâlih”, kadınlara ise “sâliha” denmiştir. İyiyi, güzeli ve faydalı olanı netice veren işler için ise “sâlih amel” kavramı adeta abideleştirilmiştir. Sâlih veya sâliha kimse; önce kendisi doğru olan kimsedir. Böyle bir kimse önce kendisini eğitir, düzeltir. Faydalı ve yarayışlı işler yapar. Salâhın zıddı olan fesattan uzak durur. Yeryüzünde âsâyişin, sulhun ve selametin temsilcisi olur. Kur’ân-ı Hakîm’in ve Sünnet-i Sahîha’nın ruhuna uygun yaşar. “Muslih” kimse ise; kendisi bizâtihî böyle olmakla birlikte, insanlığın faydası için durmak-dinlenmek nedir bilmeyen küheylanlar gibi koşturan kimsedir. O, muhataplarının dünya ve ahiretlerini mamur kılmak için mütemadi ceht ve gayret gösteren bir ıslahat kahramanıdır!
Sâd sûresinde Cenâb-ı Allah, mealen şöyle buyurmaktadır: “Yoksa iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanları yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir mi tutacaktık? Yahut günah işlemekten sakınanları günaha batanlar gibi mi sayacaktık?” (Bkz. Sâd (38), 28). Evet, bu dünyada inanıp erdemli ve faydalı işler yapanlarla yeryüzünde fesat çıkaranlar; günah işlemekten sakınanlarla günahta boğulanlar asla bir tutulmayacaktır. Herkes ilâhî adalete göre hak ettiği karşılığı görecektir. Bu âyette sorulu bir anlatım tarzının seçilmesi, zikredilen mükâfat ve mücâzatın kesinliğini vurgulamayla ilgilidir. Aslında Yahudileri merkeze alan, ancak onlar üzerinden Kur’ân’ın bütün muhataplarına mesaj veren başka bir âyet-i kerimede ise şöyle buyurulmaktadır: “Kitaba sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin (yani muslihlerin) mükâfatını zayi etmeyiz.” (Bkz. A‘râf (7), 170). Evet, âyetin sibâkından anlaşıldığına göre, “iyiliğe çalışanların ecrini biz asla zayi etmeyiz” buyurularak, insanlığın mabeynindeki bozgunculuk temayülü ima edilmektedir. Kişilerin; bir imtihan vesilesi olarak fıtratlarına yerleştirilen beşerî garîzelerini ve menfi temayüllerini aşarak sulh ve ıslah için çalışmaları halinde bunun karşılığını yüce Allah’ın kendilerine eksiksiz vereceği teninat altına alınmış bulunmaktadır.
Yüksek ahlâki değerler manzûmesi olan dinimizi bize irşad ve tebliğ eden Yüce Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, her hususta olduğu gibi bu hususta da mükemmel bir örneklik sergilemiştir. Onun tedriciliği esas alan eğitim sisteminde ıslah karakteri ağır basar. O hem sâlih bir kul ve hem de insanlık tarihinin gördüğü en muhteşem ıslahçıdır. 23 yıllık kısa sayılabilecek peygamberlik dönemiyle birlikte, câhiliye olarak bilinen karanlık bir dönem kapanmış ve yitik geceler aydınlık ufukları sürgün vermiştir. O’nunla salallâhu aleyhi ve sellem bahtiyar olan saâdetli günlerde, o zulmetli topraklar bir sulh adacığına dönüşmüştür.
O’nun tesis ettiği sistem; önce fertlerin, sonra ailelerin ve sonra da toplumun ıslahını gaye edinir. Zira fertler ailenin, aileler de toplumun özüdür. Fertler düzelirse aileler, aileler düzelirse toplum düzelir. Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in eğitim nizamında ıslah düşüncesi tabandan başlayarak, yetkinlik-sorumluluk dengesi içinde, toplumun bütün katmanlarını kuşatır.
1. FERDİN ISLAHI
Bir insanın sağlam ve sıhhatli olması, maddi ve manevi azalarının sağlıklı olması ile mümkündür. Öyleyse her bir muhatap, mahruti ve bütüncül bir usulle değerlendirilmelidir. Problemler tespit edilmeli ve ayrı ayrı ele alınmalıdır. Zor zamanlarda kimi fertlerin zihinleri yorulabilir. Duyguları yıpranabilir. Böyle kimseler mütemadiyen dert ve tasa izhar edebilirler. Endişeli bir halet-i ruhiyeye bürünebilirler. Yara bere içindeki bir ferdin salâh çizgisine çekilmesi ise ancak bu yaraların iyi etüt edilip, sebepleri ile birlikte tespit edilmesi ve ferden ferda mualece uygulanması mümkün olacaktır. Hatta sorunların teşhisinden (müşahhas hale getirilmesinden) sonra, ferdin ıslahının hangi yollarla ve nasıl yöntemlerle yapılacağını da ayrıca ele alıp tespit etmek, bu hususta lazım olan itinayı sergilemek gerekir. Ortak akla müracaat edilerek, nitelikli ve gayretli bir usul belirlenebilir ve çözüm uğrunda gerekli sabır da gösterilebilirse zamanla virüslü hücreler, tertemiz hücrelerle elbette yer değiştirecektir.
O sallallâhu aleyhi ve sellem; “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir” (Bkz. Buhârî, “Îmân” 39; Müslim, “Müsâkat” 107) buyurarak fertlerin sâlih dâirede kalmalarının ne kadar hayati olduğunu ortaya koymuştur. Bu hadis-i şerif aynı zamanda ferdin hayatında “kalp” unsurunun ne kadar önem arz ettiğini de ortaya koymaktadır. Öyleyse ıslah ahlâkının temel parametresi ve ana ilkesi kalp ahlâkıdır. Kalpler yeniden ritmini yakalayıncaya kadar durmadan çabalamak ve kendi insanımızı bir defa daha ahenk çizgisinde buluşturmak son derece mühimdir. Kalp ile tekallüp kelimelerinin aynı kökten geldikleri unutulmamalıdır. Kalpler bir o tarafa bir bu tarafa savrulabilir. Fıtraten, hilkaten bu böyle. Dolayısıyla kalp üzerinde sürekli bir ıslah ameliyesi icra etmek gerekiyor.
2. AİLENİN ISLAHI
Aile, kadın ve erkeği asil bir duygu etrafında, onları bedenî ve ruhî sükûnete ulaştıran yegâne yapıdır. İslâmiyet açık ve net bir şekilde aileyi yüceltmiştir. Onu cemiyet hayatının merkezine yerleştirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır” (Bkz. Rûm (30), 21). Sağlıklı toplumun inşası da ancak sağlıklı bir aile işleyişi ile mümkün olabilir. İnsan için kalbin fonksiyonu ne ise toplum için ailenin fonksiyonu da odur. Öyleyse ailelerin sâlih dairede kalabildiği ölçüde toplum da sâlih dairede kalacaktır. Aile bir okuldur. Fertlerini eğitir ve geleceğe hazırlar. Sâlih bir ailede birlik, beraberlik, kaynaşma, sevgi, saygı, şefkat ve fedakârlık duyguları hâkimdir.
Aile kurumu aynı zamanda bir imtihan vesilesidir. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kişinin imtihanı ailesi, malı, çocuğu ve komşusu iledir. Namaz, oruç, sadaka ve iyiliği emredip, kötülükten sakındırma işte bu imtihan için kefaret olur” buyurmuştur (Bkz. Buhârî, “Mevâkîtü’s-salât” 4). Peygamber Efendimiz döneminde, bu duygularla dantela gibi örülen bir aile portresi çıkıyor karşımıza.
Ancak diğer taraftan Sahîh-i Buhârî’de Abdullah b. Ömer’in bir kavli olarak yer alan bir rivayet var ve çok dikkat çekici. Şu şekilde: “Hz. Peygamber zamanında hakkımızda vahiy indirilir korkusuyla hanımlarımıza karşı söz söylemekten ve istediğimiz gibi davranmaktan çekinirdik. Ancak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem vefat edince istediğimizi söylemeye ve rahat davranmaya başladık!” (Bkz. Buhârî, “Nikâh” 81). Hadis, bir cihetten Hz. Peygamber devrinin bu konulardaki üstünlüğünü ortaya koyuyor belki ama bir cihetten de salah-fesat dengesinin ne kadar kaygan bir zeminde ilerlediğini bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
3. CEMİYETİN ISLAHI
Ve en nihâyetinde O sallallâhu aleyhi ve sellem, tolumun ıslahını şu sözleri ile bayraklaştırıyor ve mukaddes bir vazife olarak omuzlarımıza yüklüyor: “İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi) ve bir gün başladığı gibi yeniden bir gurbet dönemi yaşayacaktır. Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” (Bkz. Müslim, “İman” 232 (ilk kısmı); Tirmizî, “Îmân” 13). Evet, O’nun sallallâhu aleyhi ve sellem düşünce ve amel dünyasında üretkenlik vardı. İşleri sağlam ve kaliteli yapmak vardı. Muhataplarının gönüllerinde Din-i Mübîn-i İslâm adına bir his ve heyecan uyandırma adına bitmek tükenmek bilmeyen bir azim ve irade ortaya koymak ve bu uğurda çeşitli yol ve yöntemleri mütemadiyen araştırmak ve bulmak vardı!
Ancak O’nun bu nurlu beyandan anlaşılmaktadır ki ifsadın yolları da sayısız ve ehl-i fesat her zaman çok olacak. Sâlih dâire kalmak ise çok zor. Ehl-i salâh her zaman garîb kalacak ve âdeta gurbet içinde gurbet yaşayacak!
Bir taraftan ehl-i fesâdın bitmek tükenmek bilmeyen haset ve düşmanlıklarına tahammül gösterirken diğer taraftan ıslah yollarını arayanlar ise bizzat Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından müjdelenmişlerdir…