“Cennet ucuz değil, Cehennem lüzumsuz değil”

Ali Akpınar

Ali Akpınar

14 Eki 2020 10:35
  • Bir seher vaktinde yine bir baba çocuğundan, yuvasından koparılmıştı. E… de bunlardan biriydi. Henüz 3,5 yaşında olan E…, babasının alındığından habersiz, günlerce, belki haftalarca annesine sürekli, “Babam nereye gitti, ne zaman gelecek, neden gelmiyor?” gibi sorular yöneltiyordu. Bu sorulara aldığı cevaplar onu tatmin etmiyor olacak ki babasının gidişine, geri dönmeyişine bir anlam veremiyor, zihnindeki belirsizliği dile dökemiyordu. Ancak şunlar geliyordu onun aklına: “Anne, ben babamı bir kere öpmemiştim, ona üzüldü de onun için mi gelmiyor? Ben yaramazlık yaptığım için mi gelmiyor? Nerede uyuyor babam şu an, dışarıda mı? Yemek yiyebiliyor mu?” Küçük yaşında bilinç altında nasıl bir karmaşa yaşadığı, nasıl bir mücadele verdiği bilinmiyordu E..’in. Her hafta telefon görüşmelerinde “Baba, ne zaman geleceksin?” diye sorduğunda babası, yutkunarak, “Kızım, şu an çalışıyorum, işlerim bitince geleceğim. Para kazanayım ki sana bisiklet alabileyim, başka hediyeler alayım.” dese de E.., belli belirsiz bir tebessümden sonra tekrar “Ama baba, ne zaman geleceksin? Biz hep seni bekliyoruz ama sen hiç gelmiyorsun.” diyordu. 

    E…, bayram münasebetiyle artırılan bir kişilik kontenjandan yararlanarak babasını ziyarete gidiyor. İki ay sonra ilk defa görebilecek babasını. Cezaevine geldiklerinde E…, annesine, “Biz babama gitmeyecek miydik, burada dedem kalmıyor muydu?” diye sorunca annesi, E…’in, dedesini ziyarete geldiği günleri ve etrafta gördüklerini unutmadığını fark ediyordu. Askerler, gardiyanlar, yakınlarını ziyaret için gelmiş olan insanların hüzünlü bekleyişleri, ardı ardına geçilen kapılar… derken, nihayet babasını göreceği yere ulaşabilmişti E… Babasını görünce sevincinden koşup ona sarılmak ve doyasıya öpmek gelmişti içinden ama arada geçit vermez cam vardı; babasını görüyor ama ona dokunamıyor, kucağına atılamıyor, sarılamıyor, öpemiyordu onu. Annesi ahizeyi kulağına tutunca başladı içini çeke çeke ağlamaya yavrucak. Babası da annesi de E…’nin o gün görmüşlerdi bu kadar içli ağladığını. E…, babasıyla karşılıklı ağlaşırken cefakâr annesi hem eşine hem de kızına metin görünebilmek için gözyaşlarına hâkim olmaya çalışsa da birkaç damlanın süzülüp akmasına engel olamıyordu. Cam arkasından babasıyla telefon aracılığıyla konuşa konuşa az da olsa rahatlayan E…, babasının elini yakalamaya çalışıyor, aradaki camın engel olması nedeniyle bunu başaramıyordu. Babası yanağını cama dayayınca E…, onu öptüğünü varsayarak camı öpüyor, sonra kendisi yanağını uzatıp babasına öptürüyordu. Bu hâl, masum yüzünde gülücükler açtırıyordu E…’in. Bir yandan da “Baba, ne zaman geleceksin, niye gelmiyorsun? Gel haydi, gidelim.” demeyi de ihmal etmiyordu E… 

    E…’nin babasıyla konuştuğu kabinin hemen yanındaki beş yaşındaki çocuk da bir yıldır hasretini çektiği babasını ziyarete gelmiş. Babasının yokluğunu fazla hissetmesin diye annesi tarafından kreşe gönderiliyormuş. Kreşin günlük aktivite ve oyunlarının yanında bir de dua saati varmış etkinlik olarak. O dua saatinde tüm çocuklar öğretmenleri ile beraber minik ellerini kaldırıp Allah’tan (c.c.) bir şeyler isterlermiş. Çocuk ya; kimi bisiklet, kimi paten, kimi dondurma, kimi ayakkabı, giysi, kimi de akülü araba istermiş Rabb’inden. Bir gün öğretmen, çocuklara “Allahü Teâlâ’dan ne istediniz duanızda?” diye sorunca beş yaşındaki yavrunun cevabı diğerlerine göre çok farklı olmuş. Boynunu bükerek, hüzünlü bir eda ile “Ben babamın gelmesini istedim öğretmenim.” deyivermiş. Arkadaşları bunu duyunca çok şaşırmış. Babasının durumundan haberdar olan öğretmen de çok duygulanmış bu yaşı küçük, duası büyük yavrunun sözlerine. O günden sonra öğretmen, duaya başlarken “Önce arkadaşınızın babasının gelmesi için dua edelim.” demiş çocuklara ve bütün çocuklar önce bu mahzun arkadaşları için dua ediyor ve onun babasının gelmesini istiyorlarmış Allahü Teâlâ’dan. 

    Dört yaşındaki M…’in babası da E…’in ve beş yaşındaki yavrunun babası ile aynı koğuşta kalıyormuş. Bir buçuk yıldır babasına kavuşmayı bekleyen M…, telefonla görüştüğünde her defasında “Yeter artık baba, bırak çalışmayı artık, gel, seni çok özledim.” diyor, babası da “Kızım, işim bitsin, geleceğim. Sen benim için bol bol dua et. Allah (c.c.) senin duanı kabul eder.” diye karşılık veriyormuş. Annesinin de hatırlatmasıyla babasına sürekli dua eden 4 yaşındaki M…, bir gün “Anne, ben çok dua ettim ama babam gelmedi, artık dua etmeyeceğim.” deyivermiş. İlk defa duyduğu bu tepki karşısında çok şaşıran ve üzülen anne, “Kızım, biz duaya devam edelim. Baban bir gün bize sürpriz yapacak, çıkıp gelecek.” demiş. Bir gün, vitrindeki ailecek çektirdikleri fotoğrafa gözü takılan M…, fotoğrafa uzun uzun baktıktan sonra, “Anne, keşke şu fotoğrafın içine girebilsem de oradaki babama sarılabilsem, onu öpebilsem, Çok özledim babamı.” demiş.

    Sözünü ettiğimiz miniklerin babaları görüşten sonra koğuşa döndüklerinde onları kapıda, “Gözünüz aydın! Aileleriniz nasıllar, iyilerdir İnşallah.” sözleriyle karşılayan arkadaşlarının kızı İ… ise hem yaşadıkları şehrin uzaklığı hem de Korona salgını nedeniyle 8-9 aydır babasını ziyarete gelemiyormuş. Her hafta telefon görüşmesini büyük bir heyecanla bekleyen İ…, babasıyla konuşmaya doyamıyor, görüşme hiç bitmesin istiyormuş önceleri. Ne var ki son iki aydan bu yana artık babasıyla konuşmak istemezmiş. Sebebini annesi öğrenmeye çalışsa da söylemiyormuş İ… Allahü Teâlâ bilir ya, bu minik yavru babasına olan özlemine ve onun gelmesini çok arzu edip sabırsızlıkla beklemesine rağmen babasının bir türlü gelemeyişine, gelmeyişine çok üzülmüş olacak ki kendince babasına tepkisini böyle gösteriyor olsa gerek. Bilmiyor ki yavrucak, babası her gün, her daim bu çok sevdiği kızının simasını gözünün önünde tutuyor, kokusunu hep burnunda hissediyor. Ve İ…’nin kendisini özlediği kadar, belki ondan çok daha fazla kendisi kızını özlüyor ve ona kavuşmak için can atıyor. Ama…

    Bir diğer yavru C… ise babasını kendisinden ayırdıklarında 2 yaşındaydı. Hiçbir rahatsızlığı yoktu. Ne var ki babasından ayrı kaldığı iki yıl içinde onun özlemi ve belki de büyüklerinin bilemediği iç dünyasındaki fırtınaların oluşturduğu travmalar nedeniyle otizm hastası olmuştu C… Babasına kavuşmuştu artık ama gördüğü tedavi ve aldığı eğitimlerle iyileşmek için, babasının da desteğiyle mücadele veriyordu şimdilerde.

    Bir başka bebek… Babası ailesinden koparıldığında o annesinin karnında, doğacağı günü bekliyordu. Aradan geçen zaman içinde yürümeye, konuşmaya başlamıştı A… Fakat babası bu yavrusunun ne doğumunu, ne yüzünü, ne emeklemesini görebilmiş, ne sesini duyabilmişti. Üç yıllık hasretten sonra evine dönebilen baba, hiç görmediği kızı A…’ya kavuşmanın mutluluğunu yaşarken, onu ilk defa gören A… ise babasını bir yabancı gibi algılamış, ilk günlerde ondan uzak durmuş, babası kollarını açıp “Haydi kızım, gel!” dediğinde onun kollarına atılmaya çekinmişti. Üç yıldır göremediği kızına duyduğu özlemle onu kucağına alıp sevgiyle sararak özlemini gidermek isteyen bir babanın bu  sevinci yaşayamayışı ne hazindi! Haksız yere tutuklanıp sevdiklerinden üç yıl ayrı tutulmasına mı yansındı, kızının doğumunu ve büyümesini göremeyişine mi yoksa onun kendisini bir yabancı gibi görüp de “Babacığım!” diye koşup kucağına atılmayışına, kızını bağrına basamayışına mı yansındı!

    Dramlar, trajediler bitmiyordu ki. Ailesinden kilometrelerce uzaktaki şehirde tutuklu olan bir başka babanın 4 yaşındaki yavrusu S… da bir buçuk yıldır hasret babasına. Hem uzaklık hem de maddi imkânsızlıklar sebebiyle ziyaretine gidemiyor ve devamlı “Babamı istiyorum.” diye gözyaşı döküp duruyor. Bir gün bir aile dostlarının evine gittiklerinde, babasının arkadaşı olan ve kendisinin de *amca” diye hitap ettiği kişiyi orada görünce “Amca, sana baba diyebilir miyim?” sözleri dökülüverir S…’nin dilinden.

    Yalnız minikler mi bu acıları yaşayanlar? Değil elbette. Her yaştan pek çok çocuk farklı acılar, farklı sıkıntılar yaşıyor. Meselâ, 24 yaşındaki B… Dört yıldan beridir babasının gelmesini bekleyen B…, olmaz olası darbe girişiminden sonra kendisi gibi okuldan atılan arkadaşıyla dertleşirken, darbe sırasında babası katledilen arkadaşının şu sözleriyle kendi acısının yanına arkadaşanın da acısını ekler: “Sen şükret ki babanla telefonda konuşabiliyorsun, açık ya da kapalı görüşlerde onu görebiliyorsun. Evet, dört yıldır babandan ayrısın ama beş yıl da geçse on yıl da geçse Allah (c.c.) ömür verdi ise bir gün baban çıkıp gelecek ve kavuşacaksınız. Ya ben ne yapayım? Babamı bu dünyada bir daha hiç göremeyeceğim, onun sesini duyamayacağım; babam evimize hiç gelmeyecek.” 

    Hangi birini anlatalım! Hangi babanın, hangi annenin, hangi çocuğun dramını, acısını yazalım! O kadar çok ki!.

    Yaşananlar, yaşatılanlar, Üstad Bediüzzaman’ın şu sözlerini kulaklarımızda bir kere daha çınlatıyor: 
    “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil.”

    14 Eki 2020 10:35
    YAZARIN SON YAZILARI