KUR’ÂN’IN KADRİ VE GURBETİ

Ali Akpınar

Ali Akpınar

22 May 2020 11:02

  •      Büyük değişimlerin büyük lütuflarla, büyük lütufların da büyük fedakârlıklarla olacağı şüphesizdir. Bundan 14 asır önce, karanlıklar içinde kalmış, insanî değerlerini kaybetmiş bir cahiliye toplumunda büyük bir değişim yaşandı. Şirk ve küfür, imana; yalancılık, dürüstlüğe; bencillik, diğerkâmlığa; zulüm, adalete; acımasızlık merhamete, menfaatçılık, yardımlaşmaya; ırkçılık, kardeşliğe; korku, güvene; endişe, huzura; savaş, barışa bıraktı yerini. Bu değişim bir günde, bir gecede yaşanmadı elbette; ama vahyin indiği ilk gün ile bir önceki gün de aynı değildi. Çünkü bu gece, büyük bir inkılâbın, insanlığın mâkus tâli’inin değişiminin ve dünyaya örnek bir medeniyetin oluşumunun başlangıcıydı.  
         Bu inkılâbın ilk başladığı Kadir Gecesi, ‘kadrini’, mukaddes misafiri Kur’ân-ı Kerim’in nazil olmasından almaktaydı. Orijinalliğini kıyamete kadar koruyacağını Sahib-i Kur’ân’ın vaad buyurduğu İlâhi Kelâm, ulvî âlemlerden semamıza, önceki İlâhî kitapları da kapsayıcı mahiyette bir hidayet rehberi, dünya ve ahiret saadetini kazanmanın kılavuzu olarak vahy ile nazil olurken, onun muhatabı Efendimiz aleyhissalâtü vesselam da bütün nebilerin seyyidi olarak başka hiçbir peygambere verilmemiş bir paye ile serfiraz oluyordu. Elbette o geceden, zaman ve mekân da nasibini almıştı. Hiçbir zamanın ve toplumun bir daha ulaşamadığı ‘Asrı Saadet’ o geceyle başlamış ve nazil olduğu Ramazan ayı da, on bir ayın sultanı olmuştu. Hele indiği gece, bin aydan daha hayırlı kılınarak Müslümanlara, önceki ümmetlerin ancak ömürlerinde elde edebilecekleri ecri bir gecede kazanabilme, böylece bir ömrü hayırla ihya etmiş gibi semeredar kılabilme imkânı bahşedilmişti.
         Böyle kutsî bir gece ile başlayıp bir avuç insanla yavaş yavaş gelişen bu kutlu hareketle insanlık; Kur’ân’ın aydınlatıcı şuâlarının, Efendimizin (s.a.v) rehberliğinde ceste ceste hayatın bütün ünitelerine nüfûz etmesiyle 23 sene zarfında en âlî medeniyete kavuşmuştu. Bu büyük inkılâbı ve onun oluşturduğu örnek medeniyeti zamanın en güçlü devletleri olan Bizans ve Sasani imparatorlukları dahi durduramamış, engelleyememişti.    
         En geniş maddi imkanlara ve insan gücüne rağmen düşmanların bile durduramadığı, yok edemediği, değersizleştiremediği bu muazzam Kur’ân medeniyetininin sonraki asırlarda gelişimini ne yazık ki asıl sahipleri olan biz Müslümanlar engelledik. Âlemlere rahmet, Seyyidü’l-Kâinât, Mefhar-i Mevcudât Hz.Resûlullah’ın (s.a.v.) ve Kur’an için verdikleri mücadeleler, yaptıkları fedakârlıklar sebebiyle insanlık tarihinin belki en şerefli nesli olan ashâb-ı kiramın temelini atıp inşasını başlattığı ve Râşid Halifeler ile sonraki  nesillerin binbir emekle devam ettirdiği bu muazzam Kur’an medeniyetini kendi ellerimizle tahribe yöneldik. Onun mimarlarının türbelerini, minarelerinden şehadetler yükselen camilerini, ilim yuvaları medreselerini, muhteşem saraylarını koruduk ama bunlara ruh veren, mânâ kazandıran Mûcizü’l-Beyan Kur’an’ın kadrü kıymetini hakkıyla idrak edemeyip onu hayatımızdan çıkarmakla medeniyetimizin aslî hüvîyetini tahrip ettik. 
    Evet, milyarlarca müslüman olarak Kur’ân’ı okuduk, belki milyonlarca hafız yetiştirdik ama Kur’ân’dan uzak bir hayat yaşadık. Bu ters orantı, bize bir hakikati gösteriyor ki Kur’an, sadece sathî bir okumak ya da anlamını bilmeden ezberlemek için inmemişti. O, mânâ ve muhtevasını anlayıp kavramak ve anladığını yaşamak için gönderilmişti. İnsana her dâim canlılık bahşeden Allahü Hayyü’l-Kayyûm’un kelâmı olan o Kur’an’ın, indiği Kudret Gecesinden bu yana canlılığını devam ettirmesi, Müslümanın hayatında hayat bulmasıyla kâimdi. Fakat bu hakikati özellikle 3 asırdan bu yana göz ardı edişimiz, Kur’ân’ın kadrü kıymetini idrak ve takdirden uzak kalışımız, bunun sonucunda ondan mahrum bir gurbet yaşamamız, Aliya İzzetbegoviç’in gözünden kaçmayacak ve o, şöyle diyecekti: “Kur’ân’ı yaşama zorluğundan kurtulmak için mi acaba insanlar hep Kur’ân’ın okunması ve kırâati ile meşgul olmuşlar!” 
    Bu sözlerimizden, Kur’an’ı okumanın, tilavetin, ezberlemenin önemsiz olduğu manası çıkarılmasın. Bunların her biri ayrı öneme sahiptir. Ancak Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Rehber-i Ekmelimiz (s.a.v) ve onun kutlu ashabının yaşantılarına baktığımızda, onların Kur’ân’ı sadece okumakla ya da ezberle yetinmeyip hayatlarının her alanında onu yaşadıklarını ve meleklerin dahi imrenerek baktığı zirvelere bu sayede çıktıklarını; kendilerinden sonraki asırları bile aydınlatan yıldızlar hâlini bu sayede aldıklarını müşahade etmekteyiz.
         Kur’ân’ın hidayet ve nur oluşu ve hayata tatbik edildiğinde büyük bir değişim ve inkılâp gerçekleştimesi sadece indiği asra ve o asrın insanlarına mı şamildir? Elbette ki öyle değildir. Mütekellim-i Ezelî olan Rabbimiz (c.c.) Kur’ân’ın tüm zamanların ve mekânların üstünde olduğunu beyan buyurduğuna ve bu İlâhî Kelâm canlılığını her daim koruduğuna ve dolayısıyla onda bir değişiklik olmadığına göre, asırlardan beri ve bilhassa günümüz dünyasında yeni bir asr-ı saadetin yaşanamayışının asıl müsebbib ve sorumlusu Kur’an değil, ondan uzaklaşan ve uzaklaşmakla kalmayıp Kur’ân’ın ortaya koyduğu davayı garip ve sahipsiz bırakan biz Müslümanlarız. Nitekim, Kur’an’ın hayata uygulanışının en bariz örneği Efendimiz (s.a.v) Kur’ân davasını sahipsiz bırakan, ona sımsıkı sarılmayan, hayatına tatbik etmeyen insanları gayb-âşina gözüyle görecek ve “Bir zaman gelecek ki Kur’ân bir vadide, onlar başka bir vadidedir.” diyecektir. 
    Evet Kur’ân’la aynı vadide olmak için, Münezzilü’l-Kur’an Allahü Azîmü’ş-Şân’a (c.c.) kurbet (yakınlık) ile, Kur’ân’ın gurbetine son vermekle; Kadir Gecesi’nin kıymetini takdir de onu inmesiyle şerefli kılan Kur’ân’ın kadrini bilmekle mümkündür. Kur’ân’ın kadri de sadece bir gecede ya da bir ayda değil, onu her gün, her an hayata tatbikle kâim olur.
    22 May 2020 11:02
    YAZARIN SON YAZILARI