Soru: “Abi, malumunuz son yıllarda her geçen gün dozajını artırarak devam eden bir zulüm sağanağı yaşıyoruz. Mazlumlar zalimin zulmü altında inim inim inliyor. Meriç’te canlarımız gidiyor. Zulmün artmasıyla beraber dualar da artıyor ama mazlumun yüzünü güldürecek bir gelişme hala yok. İnanın Rabbimizin zalime verdiği mühleti neden sonlandırmadığını anlayamıyorum. Geçen gün oğlum, “Baba yoksa Allah bizi duymuyor mu?” diye bir soru sordu. Şok oldum. Daha fazla uzatmak istemiyorum. Sorum şu: Allah neden zalime bu kadar mühlet veriyor?” (Cengiz Y.)
Sizi gayet iyi anlıyorum. Benzer bir soruyu oğlum bana da sormuştu. Rabbimiz bizi elbette duyuyor, zalimin zulmünü şüphesiz biliyor.
Şu var ki, yaşanan zulüm bize has değil. Öteden beri hak ve hakikat davasına omuz veren talihliler benzer süreçler yaşamışlar. Onlar, böylesi zulümler karşısında bir taraftan iradelerinin hakkını verip üzerlerine düşeni yaparlarken diğer taraftan Allah’a yönelmiş ve sığınmışlar.
Allah da onlara hadiselerden haberdar olduğunu bildirip teselli etmiş, beşerî gerçeklere dikkat çekmiş, imtihan gerçeğini hatırlatmış, iman, azim, ümit, sabır ve kararlılıkla yollarına devam etmeleri gerektiğini haber vermiş.
Ve ardından da bu sürecin arkasında yatan ilahî bir sünnete dikkat çekmiş: Mühlet!
Evet, zalime verdiği mühlet!
İlgili ayet-i kerimeyi beraber okuyalım:
“Mûsâ’ya Tevrat’ı verdik. Kur’ân hakkında senin halkının yaptığı gibi onun hakkında da ihtilâf edip kimi iman, kimi inkâr etti. Şayet Rabbinin, insanlara mühlet verme vaadi olmasaydı, elbette haklarında nihâi hüküm verilmiş, iş bitirilmiş olurdu. Bu gerçeğe rağmen, senin halkın hâlâ, Kur’ân’dan ve azaptan yana derin bir tereddüt ve şüphe içindedir.” (Hud Sûresi 11/110)
Peki mühlet nedir?
Allah, niçin başta zalimler olmak üzere kullarına mühlet veriyor?
Verilen mühlet karşısında mümin nasıl ve hangi şuurla hareket etmeli?
Bu soruların cevabını kıymetli arkadaşım İlahiyatçı-Yazar Yücel Men Hoca’ya bırakmak istiyorum. Kendisi geçtiğimiz günlerde “Bir sünnetullah olarak mühlet azap mı rahmet mi?” başlıklı bir makale kaleme almıştı. Yazının detayını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:
https://www.peygamberyolu.com/bir-sunnetullah-olarak-muhlet-azap-mi-rahmet-mi/#.XZJTBtIzbIU
Şimdi yukarıda sorduğumuz soruların cevaplarını vermeye başlayalım:
Mühlet, Cenab-ı Hakk’ın, kullarını, isyan ve azgınlıkları, suç ve günahları, zulüm ve haksızlıkları dolayısıyla cezalandırmak için acele etmeyip kendilerine bir süre tanımasıdır.
Bu süre, muhataba, suça, suçun derecesine, zamana ve şartlara göre değişkenlik arz edebiliyor. Kimisine saatler, kimisine günler, kimisine haftalar, kimisine aylar, kimisine yıllar, kimisine ömür, kimisine de asırlar (Nuh kavmi ve İblis gibi)…
Peki, Rabbimizin zalime verdiği mühletin hikmeti/hikmetleri nelerdir?
1. İnsanı çok iyi bilen ve tanıyan Yüce Yaratıcısı, düşünüp aklını başına alması, kendisinden hasıl olan söz ve fiillerin, nefsine ve etrafına etkisini görüp pişman olması, tevbeye yönelmesi ve kırıp döktüklerini toparlaması için kendisine vakit tanır.
Günahkâr, asi kullarını hemen cezalandırmaz. Hilminin ve sonsuz rahmetinin bir neticesi olarak onlara, hayaya, hayra, hakka ve ilahi huzura geri dönüş imkânı sunar. İradelerinin hakkını verip her türlü günah ve haktan arınmalarını bekler.
Bilenlerin de bu konuda onları uyarıp ikaz etmelerini, ahireti, akıbeti ve ilahi adaleti hatırlatıp nasihatte bulunmalarını ister. Böylece onlara hidayete ermeleri, hakikati anlamaları, terbiye olmaları ve pişman olup koptukları fıtrata ve doğru yola geri dönmeleri için bir fırsat verir.
İlgili ayeti buyurun beraber okuyalım:
“Peygamberleri onlara: “Hiç gökleri ve yeri yaratan yüce Yaratıcı hakkında şüphe edilebilir mi? O günahlarınızı affetmeye çağırıyor ve muayyen bir süreye kadar size müsaade ediyor, mühlet veriyor.” dediler.” (İbrâhim Sûresi 14/10)
2. İnsanlar, ceza gerektirecek bir fiil ortaya koyduklarında çoğu zaman dışarıdakiler olayı, olayın boyutlarını, niyeti, yapılanın suç olup olmadığını ya da meydana getireceği hasarı tam ihata edip kavrayamazlar.
Bundan dolayı o anda verilecek cezayı ya da mükafatı, gereksiz veya adaletsiz bulup ilahi icraatı eleştirebilirler. Bu da isyana davetiye çıkarmak olur. Bu çerçevede verilen mühlet, olayın bütün taraflar için netleşmesine zemin hazırlar.
3. Bazı insanlar özellikle de azgınlar, kendilerine bahşedilen imkanlara ve hakikati bilmelerine rağmen, hakkı, halkı, adaleti ve ahlakı her türlü cezayı hak edecek seviyede ihlal eder ve rahatlıkla çiğnerler.
Zulüm, fitne, fesat, şer ve şiddet, hayat felsefeleri haline gelir. Haklı-haksız, masum-mücrim ayırt etmeksizin önlerine çıkanı ezer geçerler. Yapıp ettikleri kat kat cezayı gerektirir ki Allah da bu despotların cezalarını artırmak için kendilerine mühlet tanır.
Bu sürede onlar daha bir azgınlaşır ve zalimleşirler. Böylece hem burada hem de ötede cezaların en büyüğüne, en dayanılmazına ve en reziline, ehil hale gelirler.
Nitekim bu hakikati bakınız Rabbimiz nasıl anlatıyor:
“O kâfirler kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onlara zelil ve perişan eden bir azap vardır. Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır…“ ( l-i İmran Sûresi 3/178, 179)
4. Müminler, hata, isyan ve günahları sonrası kalplerinde bir pişmanlık, vicdanlarında bir darlık, hayatlarında bir huzursuzluk hissederler. Yaptıklarının en başta Allah’a karşı bir saygısızlık olduğunu anladıkları anda hemen O’nun adres gösterdiği arınma kurnalarına koşarlar.
Böylece O’nun kendilerine tanıdığı vaktin, hakkını verir; zulüm ve günah uçurumundan yuvarlanırken tevbe ve istiğfar ipine tutunur ve kurtulurlar. Muhasebeye yönelir ve hayırlı kul olma basamaklarını tekrar tırmanmaya başlarlar.
5. Allah’a inanmayan ya da O’nun kullarına zulmeden zalimler ise yapıp ettiklerine karşılık başlarına bir musibet gelmemesini, haklılıklarına delil sayarlar. Meydanı sahipsiz zanneder ve başıboş hareket ederler. (Bkz. En’âm Sûresi 6/44)
Sanki kendilerine hiç hesap sorulmayacağı zehabına kapılır, vicdansızca herkese ve her keseye ilişirler. Kendi karar ve kuruntularını, adaleti temin ve tesis adına vaz edilen hukuk kurallarının yerine koyarlar.
Kendilerine verilen mühleti haklarında hayır sanırlar. Nebilerin ve alimlerin yaptığı nasihat ve ikazlara kulak tıkar ve hakkı hakikati hatırlamak istemezler. Bunun üzerine Allah, onlara, her şeyin, her zevkin ve her türlü nimetin kapılarını açar. Neticede hak ettikleri cezalarını artırmış olurlar.
“Kendilerine verilen öğütleri terk edip unutunca üzerlerine her şeyin, her zevk ve nimetin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak yakaladık da bir anda bütün ümitlerini kaybediverdiler!” (A’raf Sûresi 7/182, 183)
Bu önemli konuya isterseniz çarşamba günü kaldığımız yerden devam edelim.