Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar: “Birbirinizin kusurlarını araştırmayın, hasetleşmeyin, birbirinize düşmanlık beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, müslüman kardeşini küçümseyip hakaret etmesi yeterlidir. Her müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer müslümana haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Buhari, Nikah 45)
İnanmış sinelerin en büyük imtihanları, birbirleriyle olan imtihanları olmuştur. Dışa karşı imtihanlarda müslümanlar hep, himmetlerini bir noktaya yöneltmenin verdiği bereket sırrıyla başarılı olmuşlardır. Oysaki içe gelince, şeytanın zehirli oklarını görememişizdir hep.
Tıpkı, Allah Resulü’nün Tebuk seferinden dönüşte, “Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” sözünde ifade ettiği gibi. Dışa karşı savaşta imanınız sizi savaşa götürecek güçte ise siz savaşta gücünüzle, imanınızla gayret eder ve toplum psikolojisinin ve şehadet müjdesinin sihirli ikliminde bu zorlu maratonu geçiverebilirsiniz kolayca. Oysaki gerçek çatışma, arenalara taş çıkarırcasına içte yaşanmaktadır.
Nefis, Yusuf suresinde ne güzel anlatılır!: “Nefis, devamlı (kesiksiz) kötülüğü emretmektedir.” (Yusuf, 12/53) Ayette geçen “Emmâre” kelimesi, hiç aralıksız, büyük bir istek ve performansla, şartlandırırcasına, sonuna kadar azimle kötülüğü emreder, demektir. Adeta sürekli akan elektrik akımı gibi. Eğer biz bu akım karşısında, doğru bir akım oluşturamazsak, nefis, boşluk affetmediğinden bizde çokça bulunan boşluklardan giriyor içimize. İnsan durduğu anda sadece durmuş olmaz, o artık gerilemeye başlamıştır.
Birbirinizin kusurlarını araştırmayın!
Hadiste sıra halinde peşi peşine kardeşliğe zarar verebilecek noktalara işaret çekiliyor. Hadiste ifade edilenleri sırasıyla ele alacak olursak, büyük kavgaların başlangıçlarına baktığımızda, herhangi bir meselede, zan yoluyla beyan edilen fikirler gelir. Tabii ki su-i zan. Hüsn-ü zan ise her zaman kârlıdır. Doğru çıksa isabet eder. Yanlış çıksa kaybetmemiş, gıybet etmemiş ve önemli bir kavgayı önlemiş olur.
İnsanları en çok rahatsız eden bir şey de insanların özel hallerini araştırmaktır. Oraya buraya kulaklar yerleştirip, onu bunu dinlemek bir hastalıktır. İnsanlar bu zaafın çekirdeklerini bünyelerinde taşırlar. Oysaki bu, ahlaki olmadığı gibi insanların birbiriyle olan münasebetlerini bozmada da birebirdir.
Dünyada başkalarını dinleme bir insan hakkı ihlalidir aynı zamanda. Fert planından devletler planına kadar tecessüs/casusluk yani insanların halini araştırma, çirkin ve zararlı bir illettir.
Kıskançlığa dikkat!
Rekabet, eğer hayırda ve güzelliklerde, yıkmadan yapılan bir yarışma ise bunu Kur’an teşvik eder. Ama rekabet, beraberinde başka gayr-i ahlaki tavırları getiriyorsa bu, rekabet bahanesi altında işlenen başka günahları akla getirir. Nitekim modern toplumlarda da rekabetler kontrolden geçmekte ve bir kurala bağlanmaktadır. Müslüman ise fazladan olarak daha ahlaki ve duyarlı olmak durumundadır.
Haset, mümin kardeşinde olan güzel bir şeyin, ondan gidip sadece kendisinin olmasını istemektir. Dolayısıyla mümin haset edemez. Haset, insanı, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi yiyip bitirir ve onun ruhunu öldürür. Mümin, gıpta edebilir. Gıpta ise mümin kardeşinde olan o güzel hali beğenir, kendisinde de olmasını arzu eder ama bunun yanında o güzel hasletin kardeşinden gitmesini arzu etmez.
Hepimiz kardeşiz
Mümin, mümini sevmek zorundadır. Belki beğenmeyebiliriz, yanlış tavırları olabilir ama mümini sevmek Allah’ın ve Peygamberin emridir. Yanlışlıkları olsa da mümin kardeşimize sırt çeviremeyiz. Ona sahip çıkmak bir şekilde kucaklamak zorundayız. Allah Resulü, bizlere emrediyor: “Kardeş olun ey Allah’ın kulları!”
Evet, bu bir emirdir ve emri veren de sıradan bir insan değil, Allah’ın vazifeli Resulü, Efendimiz’dir. Günümüzde, gerek ülkemizdeki gerekse diğer ülke müslümanlarına izafe edilen yanlışlıklar, bizim onlara olan bakışımızı sorgulamaktadır. Yanlışlıklar, hatalar eğer hata ise o hataları onlar mümin diye savunmak herhalde hataya hata eklemek olur.
O hatalardan dolayı da mümini inançsız saymak veya imana ve İslam’a zarar verecek sözler söylemek, gerçek İslam’ın güzelliklerini görememek, görmede gecikmek ise ilk elden kayıplarımızdır.
İman, insanlarda anne-baba bir kardeşlikten daha güçlü bir kardeşlik tesis eder. Kardeş, kardeşine bazen güvenemeyebilir. Ama iman kardeşliği, kardeşini kardeşine her yönüyle güvenilir ve dokunulmaz yapar. Sonsuz bir güven tesisi kurar aralarında.
Ve gerçek kardeşliğin şartları sıralanıyor hadiste: Kardeş, kardeşine, öfkelenmeyecek, sırt çevirmeyecek, ihanet etmeyecek, zulmetmeyecek, mahrum bırakmayacak, hakaret etmeyecek. Şer olarak bir insana, bir müslüman kardeşini tahkir etmesi yeter.
Evet, gerçek iman, hayatın bir sigortasıdır. Gerçek imanla, bütün hayat sahipleri sigortalanmaktadır. Çünkü müslümanın müslümana, malı, ırzı ve kanı haramdır, koruma altındadır...
Allah içe bakar
Allah, bizim suretlerimize yani yakışıklı olup olmamamıza, dış şekillerimize bakmıyor. Allah, kalplerimize ve bir rivayete göre de amellerimize bakıyor. Kişi, muameleyle belli olur. Öyleyse hakiki iman sahipleri, yukarıda sayılan vasıfları taşıyor ve insanlar da bunları görüyorlarsa işte gerçek iman budur.
Müminler birbirlerini sevmiyorlar, birbirlerini anlamadan aleyhte konuşuyorlar, haset ediyorlar, hep birbirlerinin yanlışlıklarını nazara veriyor, suizanda bulunuyorlar, birbirlerini hoş görmüyorlarsa, yapılan iyilikler şekilde kalıyor kalpten gelmiyorsa, iman kalpte oturaklaşmamış demektir.
Öyleyse Kur’an’ın ifadeleriyle bu durumdakilere “Ey iman edenler! (Bir daha) iman edin Allah ve Resulü’ne” (Nisa, 4/136) ayetinin dediği gibi demek doğru olmaz mı?
BİR SORU-BİR CEVAP
Çocuğuma önce hangi dini
bilgiyi vereyim?
Bu soruyu bize Danimarka’dan yazan okurumuz Meryem Hanım sormuş.
Çocuğumuzun ileriki yaşlarda sağlıklı bir dinî duygu ve düşünce
gelişimi içerisinde olabilmesi için onu çocuk yaşlarda beslememiz
gerekir. Bu beslenme faaliyetinin yapılabilmesi için her çocukta olan
tekrarlama ve taklit etme özelliklerinden faydalanabiliriz.
Çocuğumuza dinî nitelikli olarak ilk öğreteceğimiz şeyler arasında,
dil gelişimiyle doğru orantılı olarak öncelikle ona; Kelime-i
Tevhid’i, Kelime-i Şehâdet’i, bunun yanında İslâm’ın şartlarını (Kelime-i
Şehâdet, namaz, oruç, hac, zekat), iman edilmesi gereken konuları
ezberletmekle iman öğretimine başlayabiliriz.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz
kelime ‘Lâ ilâhe illallâh’ olsun!” buyurmuşlardır. Sahabe efendilerimiz
de çocuklarına Kelime-i Tevhid’i yedi kez okutarak ezberletirlermiş.
Yukarıda sayılanlardan başka çocuğumuza öncelikle öğreteceğimiz
dualar arasında, kısa olan ve her namazda okunan Sübhâneke, Tahiyyât,
Fâtiha Sûresi ve salavâtlar (Allahümme salli ve bârik...) gelir. Bunun
yanı sıra yemek öncesinde okunacak duâ, İhlâs ve Kevser sûreleri
de öğretilebilir.
Nasıl öğreteyim?
Konuşmaya başladıktan itibaren ezberlemede herhangi bir zorluk
çekmeyen çocuklarımız bu dua ve âyetleri tekrarlayıp duracaklardır.
Peki bunları çocuklarımıza nasıl öğretmeliyiz? Kısaca özen, sabır ve sevgiyle...
Ona özel bir zaman ayırdığımızı hissettirerek, onun çocuk olmasının
getirdiği zorluklara sabrederek, çocuk olmasının getirdiği hususlardan
faydalanarak...
Çocuğunuzla oynaya oynaya, iki oyun arasına bir dua ezberi
sıkıştırarak, ezberleteceğimiz duayı ona duyurarak, seslice evin içinde
mırıldanarak, icabında duayı ezber anında takılıp ondan yardım
isteyerek öğretme yoluna gidebiliriz...
ÖRNEK HAYATLAR
O’nun kapısı varken başka kapıya gidemem
Adalet ve faziletiyle tanınan Horasan valisi Abdullah b. Tahir’in adamları, akşam evine gitmekte olan bir demirciyi hırsız zanlısı olarak içeri atarlar. Demirci masumdur, içeriye atılmayı gerektirecek bir suç işlememiştir.
Demirci, hapiste namazını kıldıktan sonra gözyaşlarıyla duaya yönelir: “Ey mülkün sahibi yüce Allah’ım! Benim suçsuzluğumu sadece Sen biliyorsun. Bana ancak Sen yardım edebilirsin. Kapına geldim Ya Rabbi, beni kapından boş çevirme!”
Aynı gece vali rüyasında dört güçlü kişinin gelip sarayını yıktıklarını, altını üstüne getirdiklerini görür. Tahtı tersine döndürülürken uyanır. Abdullah b. Tahir, hemen abdest alıp iki rekat namaz kılar ve tekrar uykuya dalar. Aynı hadiseyi tekrar yaşar ve uykusundan korkuyla aniden uyanır. Üzerinde bir mazlumun ahı bulunduğunu anlar. Derhal hapishane sorumlularını çağırtır, içeride suçsuz kimse olup olmadığın soruşturur.
Vali özür diliyor
Sorumlu: “Pek bilemem Sultanım, ama gece getirilen demirci, namaz ve dua kapılarını zorluyor. Ondan endişe ederim.” der.
Vali, derhal demirciyi getirtip dinler. Yapılan yanlışlığı anlar. Kendisinden özür dileyip bir torba gümüş akçe hediye eder. Helallik ister, ardından da herhangi bir sıkıntısı olursa kendisine gelmesini rica eder.
Demirci: “Hakkımı helal ettim. Fakat sıkıntılarım için size gelemem.” der. Vali, “Niçin?” diye sorunca: “Benim gibi bir garip için, senin gibi bir Sultanın tahtını birkaç defa tersine çeviren Sahibimi bırakıp başka kapıya sığınmam asla yakışık almaz, korkarım.” der ve oradan ayrılır.
TWİTTER : @aliihsandemirel