Çağın hastalığı: Haset ve tedavi yolları

Ali Demirel

Ali Demirel

13 Ara 2018 11:20
  • Haset nedir?
    Haset kelimesi, çekememezlik, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak kişiden o nimetin gitmesini istemek, kıskanmak manâlarına gelir. Haset ile kıskançlık genelde karıştırılır. Anlamları birbirine yakındır. Ancak kıskançlıkta daha ziyade “Onda olmasın, bende olsun!” duygusu hakimdir. Haset ise karşısındaki insanda hiçbir nimet olmamasını istemekle beraber ona kötülük gelmesi arzusu içinde olmaktır.
    Haset, kalpte bulunan, insanı kötülüklere sürükleyebilen en önemli gayr-i ahlâkî özelliklerden ve psikolojik rahatsızlıklardan birisidir. Bu hastalık, bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesi ve kaynaşması ile daha da kronik bir hale gelebilir. 
    Haset, çirkin huyların en zararlılarından olmakla birlikte derecesi itibarı ile farklı olabilmektedir. Kimi insanda haset virüsü bir an için gelip gider. Kiminde ise bünyeye iyice yerleşir, bütün benliğine hâkim olur ve gittikçe de artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset türü budur. Zira böylesi insanlar, zamanla haset ettiği kişi veya kişilere hayat hakkı tanımamaya kadar varan bir kin ve nefret içinde olabilirler.

    Efendimiz haset hastalığını nasıl anlatıyor?
    Hadislerde haset kelimesinin hem yukarıdaki anlamda hem de “gıpta” mânasında kullanıldığını görüyoruz. Bir hadiste, “İki kimseye haset etmek câizdir” denildikten sonra bunlardan birinin Allah tarafından kendisine verilen serveti hak yolunda harcayan, diğerinin de Allah’ın verdiği ilimle amel edip bu ilmi başkasına öğreten kimse olduğu belirtilmiş (Müsned, 2/9; Buhârî, İlim, 15), böylece haset kelimesi “imrenme, hayırda rekabet” anlamında kullanılmıştır ki buna gıbta diyoruz.
    Öte yandan hadislerde, “Bir şeyi sahibinden kıskanmak, onu çekememek” mânasındaki haset hastalığı hakkında oldukça sert ifadeler yer alır. Buna göre, “Bir kulun kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz” (Nesâî, Cihâd, 8); “Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi haset de iyilikleri mahveder.” (İbn Mâce, Zühd, 22)
    Bir başka hadiste de kinle hasedin önemli sosyal problemlere yol açan ahlâkî hastalıklar olduğuna işaret edilir. (Müslim, İman, 243)
    Peygamberimiz Efendimiz (s.a.s.) başka bir hadislerinde ise müminlerin kardeş olduğunu bildirerek hasetten, kıskançlıktan, kin duymaktan uzak durmamızı belirtmiş ve bizlere şu öğütte bulunmuştur: “Dedikodunun peşine düşmeyin. Başkalarının kusurlarını araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Kin gütmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” (Buhârî, Edeb, 57)

    Haset virüsü vücuda nasıl yayılır?
    Haset, ciddî bir psikolojik hastalıktır. Nitekim bazı psikiyatristler hasedi, belli aşamalara ayırarak şöyle sıralarlar: Rekabet hissiyle dışa vuran kıskançlık, hazımsızlığa, hazımsızlık mukabele şeklinde ortaya çıkan çekememezliğe, çekememezlik de hezeyana dönüşür. 
    Bu yüzden ciddî bir manevî hastalık olan haset, bir su-i ahlâka dönüşmeden, insanın hoşgörü ve başkalarına ait meziyetlere tahammülünü arttırma çalışmaları yapması, kendi kabiliyetlerini geliştirme ile uğraşması, kıskançlığın derecesini azaltabilecektir.
    Bir insanda haset hastalığı varsa, onun için birçok çekememezlik sebebi hazır demektir. Bu ise insanın istikametini bozan bir durumdur.
    Haset hastalığı böyle sürüp giderse, önceleri bir kişi veya iki kişiye karşı hissedilen bu duygu genişler ve insanın tamamen his ve duygu dünyasını kaplar, bütün iyilik ve güzelliklere kapalı hâle gelir ve hatta saldırganlaşır.
    Bu saldırganlık hâlinden, muhatabını gıybet etmek, iftira ile karalamak gibi düşmanlık duygularına varıncaya kadar daha farklı hastalıklara girme ihtimali vardır.
    Aslında nefsin kölesi olmuş böyle bir insanın alnı secdeden kalkmasa da hayır adına oraya buraya koştursa da içinden bu duyguları söküp atmadıkça, görünme, alkışlanma, insanların nazarında mevki sahibi olmak gibi arzuları yok olmadıkça, hakiki insan olmayı zevk etmesi zor olacaktır. 
    Çünkü böylesi zavallı ruhların bütün derdi, karşısındakini küçük düşürmek olduğu için yine küçük düşen kendisi olacaktır. Başkalarının ayağını kaydırmayı, bitirmeyi düşünürken kendi ayağı kayacak, kendisini bitmeye doğru götürecektir.

    Haset hastalığı ilk defa ne zaman ortaya çıktı?
    Her şey bir İlahî ferman ile başlamıştı. Hâlbuki ne de güzel bir hayatı vardı İblis’in. Cennet’te idi. Allah’a ibadet ve itaatle vaktini geçiriyor, günden güne de O’nun katındaki yerinin yükseldiğini hissediyordu. Bu hissediş onu daha çok kamçılıyor, manevi hayatın derecelerinde mesafeler kat etmeye devam ediyordu. 
    Nerden çıkmıştı şimdi bu? İyice huzursuz olmaya başlamıştı son zamanlarda. Şimdiden içinde bir düşmanlık hissi belirmeye başlamıştı bu çamurdan yaratılacak olan varlığa karşı. Haset içini kemiriyordu.
    Allah, “Ben, yeryüzünde bir halife var kılacağım.” buyurmuştu: İblis hilafet makamını kendine layık görüyordu. Yıllarca Allah’a itaat ve ibadetle eğilmiş olan nefsi artık başkaldırmış ve sürekli vesvese verir olmuştu. 
    Demek Rabb ne cinler âleminden ne de meleklerden var edecekti halifeyi. Ama melekler nurdan, cinler ise ateşten yaratılmışlardı. Yani maddeleri itibariyle yeryüzünde var edilecek halifeden daha üstün idiler. Çünkü o halifenin çamurdan yaratılacağını duymuştu.
    Melekler sadece kendilerine emredileni yapıyorlardı. Yani mutlak bir itaat içerisinde idiler. Dolayısıyla yeryüzünde halife olabilecek iradeye sahip değillerdi. Cinler ise nefs sahibi idiler. Yani sürekli bir imtihanla yaşıyorlardı. Nefislerinin kötü yönlendirmelerine karşı durabildikleri ölçüde Allah’a daha yakın hale geliyorlar, nefislerine itaat ettikleri zaman ise O’ndan uzaklaşıyorlardı. 
    Kendisi ise yıllarca ibadet ve itaatle Allah’a en yakın varlıklardan birisi olmuştu. Şimdiye kadar nice nimetlere mazhar olmuştu. Hem kendi maddesi olan ateş tabi ki çamurdan daha üstün idi. Aslında her yönüyle hilafete layık olan kendisi idi.
    Nasıl kendisi layık olmasın ki Allah onu “…(insandan) daha önce, (vücudun gözenekleri-ne) nüfuz eden çok sıcak ateşten” (Hicr, 15/27) yaratmıştı. Nüfuz edici, zehirleyici, yakacak mahiyette bir ateş... Ateşin en iyisinden, güneşin ateşinden, yıldırımları oluşturan bir ateş… Ateşin dumansız olanından, en halisinden, en safından bir ateş...” (Rahman, 55/15)
    Özünde bulunan hafiflik, yakıcılık, sürat, irti¬fa gibi üstün özellikler hiç çamurun özellikleriyle bir tutulabilir miydi?
    Âdem topraktan idi ve toprağın unsurlarını taşıyordu. Kendi cevheri olan ateşin özelliklerine karşılık toprağın cevherinde ağırlık, cid¬diyet, hilim, vakar, hayâ, tevazu ve sebat gibi vasıflar vardı ama içindeki haset duygusu ile nefsinin vesveseleri ona gerçekleri göstermiyordu. Adeta gözünün önüne takılan bir kılın esiri olmuş, yıllardır gördüğü hakikatleri artık göremez hale gelmişti.
    İblis, bu düşünceler içerisinde hasmını daha yakından tanımaya karar verecekti. Hz. Âdem daha iskelet hâlinde iken bir şekilde onun boşluklarından girip vücuduna nüfuz edecekti. Sonra da, “Ben bunu mağlup edebilirim. Bunda çok boşluklar var.” diyecekti. (Müslim, Birr, 111) Çünkü insanın kalbinde bir bant gibi kayıt yapan, meleğin ilhamının geldiği santralin yanı başında bir de şeytanın yağdıracağı şüphe, tereddüt ve vesvese oklarına hedef olabilecek bir alıcı görmüştü. (Tirmizî, Tefsir, 35)
    Ve günü geldiğinde Allah tarafından Hz. Adem’in varlığına secde emri gelmişti. (Bakara, 2/234) İblis de orada idi. İşte korktuğu başına gelmişti. Şimdi ne yapacaktı? Şimdiye kadar hiç böyle bir imtihanla karşılaşmamıştı. Meleklerin hepsi de secde etmişlerdi. Bekleyen bir kendisi kalmıştı. Şuuru, vicdanı ve gözünün önünde olan her şey secde etmesini söylüyordu. 
    Hatta aklı bile İlahi Ferman’ı dinlemesi gerektiğini fısıldıyordu ama ah nefsi yok muydu? Ona bir türlü söz dinletemiyordu. İçindeki fırtınalar ve feryatlar ona, “Sen Âdem’den üstünsün, sen zaten meleklerden de üstün idin, nasıl çamura secde edersin!?” diyor diğer yandan ise Rabbin gazabı ve ferman dinlememenin ebedi cezası gözlerinin önüne geliyordu. Büyük bir çıkmazda idi; ya itaat edip kurtulacak ya da isyan edip ebedi olarak Huzur’dan kovulacaktı.
    İşte tüm bu cinnet duyguları içerisinde birden şimşek gibi kararını veren İblis “Ben, ondan hayırlıyım. Beni bir tür ateşten yarattın; onu ise bir tür çamurdan yarattın!” (A’râf, 7/12) diyerek semada ilk isyanın, İlahi Ferman’a karşı ilk direnmenin başlatıcısı oldu.
    Hâlbuki övündüğü ve kendisini üstün gördüğü maddi temeli de kendinden değildi. Onu da Allah yaratmıştı. Ama hasedi, kibri yüzünden tüm bunları unutuvermişti. Hasedi onu baştan çıkarmıştı. 
    Bu şekilde haset hastalığı şeytan ile birlikte ortaya çıkmış oluyordu. Bundan sonra en temel gayesi şu olacaktı şeytanın: Ya bizzat kendisi insanlığı ateşe sürükleyecek veya insanlar içinden kendisine tapan kulları aracılığıyla bunu yapacaktı.
    Bu hedefe ulaşmak için ise insandaki en zayıf damarlar olan; tatmin olmayan hırstan, dehşetli hasetten ve sınır tanımaz kin ve öfkeden içeriye girecekti. Kendisinin gayyaya düşmesine sebep olan bu okları, insanlığın mahvı adına yine onlara doğrultacaktı acımasızca.

    Haset hangi tehlikelere kapı aralar?
    Haset duygusu, her şeyden önce kişinin kendisini rahatsız edecek bir duygudur. Çünkü bu duygunun etkisi altındaki bir insan, karşısındaki kişinin sahip olduklarından dolayı haset duyduğunu anlasa, bencilliğinden ötürü kısmen de olsa rahatsızlık hisseder. 
    Bu rahatsızlığının yanı sıra, iç dünyasının derinliklerinde mahrum kalmış olma duygusunu beslemek ve büyütmek, hasta değilse bile insanı ruhen çökertebilecek hale getirebilir. Böyle bir insan, enerjisinin büyük bir kısmını, kendisi ve başkaları arasında gereksiz mukayeselerle harcar. Bu da diğer insanlara karşı haset duymasına, onlarla kendisi arasında iletişim, arkadaşlık ve dostluğu ile ilgili engellerin oluşmasına sebep olur.
    Haset, insanın kendi hayatı ile ilgili olumlu bir şeyler yapmasına, sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmesine mani olur. Ayrıca insanı lüzumlu işlerinde ve öncelikli sorumluluklarında hareketsiz ve tutuk bir halde bırakır. Hasedin büyüklüğüne göre ahlakî bozukluk daha da büyük hale gelebilir. 
    Hasetçi bir zihin, tabir caizse haset tarafından yoldan çıkarılmıştır. Ama kişinin bundan haberi yoktur. Haset eden, anlaşılmaz bir şekilde kendisinde bulunmayan nimetlerin yokluğundan dolayı rahatsızlık duymaktadır. Bu rahatsızlık, aynı zamanda âdil olmaya, Cenâb-ı Hakk’ın adaletine, sağduyuya ve diğer erdemlere karşı da olumsuz bir tavır takınmadır. 
    Haset eden kimse nefsinin kölesi gibi yaşamaktan, bir beden hamalı olmaktan kurtulamaz. Çünkü hayalleri kirli, düşünceleri hep başkalarını ezme ve yıkma yönünde olduğu için bayağı ve adi, fikirleri ise hep sisli, bulanık ve bir yanar-döner gibi zikzaklıdır. Gönül dünyasını kin, nefret, kibir ve tahammülsüzlük sardığı için doğru göremez, doğru düşünemez ve doğru değerlendirme yapamaz.
    İyiliklere karşı kötülük ve vefasızlıkla mukabelede bulunur, güzellikleri -eğer başkasından gelmişse- çirkin görür. Çünkü ona göre tek güzel, tek doğru kendisidir. Bundan dolayı kendisine dayandırılmayan en önemli insani değerlerin, yine insanlığın istifadesine sunulmasına karşı dahi savaş ilan eder. 
    Sanki o bu haliyle “İyilik ve güzellikler benim tarafımdan yapılıyorsa yapılsın ve o zaman iyilik; iyidir…” demeye çalışmaktadır. Hatta bu İblisçe düşünce o kadar ileriye gidebilir ki, “Eğer ben Cennet’e giremeyeceksem başkaları da girmesin” sapkınlığına kadar götürebilir insanı. 

    Haset hastalığının özellikleri nelerdir? 
    1. Haset virüsü öyle tehlikeli bir virüstür ki insanı içten içe kemirir. “Neden bende değil de onda?” sorusu beyninde dolanır durur her daim. Eğer kendince mantıklı bir sebep bularak bu soruyu yok etmezse haset, yeni kıvılcımlanan ateş gibi yavaş yavaş büyümeye başlar. Bir zaman sonra da öyle büyür ki insanın içindeki bütün duyguları yok eder.
    En yakın arkadaşıymış, akrabasıymış, kardeşiymiş, hiç sorun değil değildir. Hele bir de kendisini o kişiden üstün görüyorsa haset ateşi söndürülmesi imkânsız bir yangın olarak insanın iç âlemini cehenneme çevirir. Bu yangın o kişiyi yakar, yavaş yavaş eritir. 
    2. Hasetçinin içi daralır, uykusu kaçar. Haset edilenin perişanlığı istenirken, hasetçi perişan olur. Bunun yanında haset edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz. O halde, kişi bir âhiret hesabı ve korkusu çekmese bile aklın gereği olarak bu yararsız azaptan kurtulmayı istemelidir.
    3. Biraz düşününce, haset eden aslında karşısındaki kişiye değil de Allah’ın takdirine kızmış, onu kabullenmemiş demektir. Çünkü her şeyi veren Allah’tır ve bizim bilmediğimiz şekilde herkese adil bir dağıtım yapmaktadır. Eğer kişi bunu düşünmez ve başkasının elindekine göz dikerse bu sefer kendi elindekinden de mahrum olur.
    4. Haset hastalığının en kötü özelliklerinden birisi karşıdaki kişi bir sebeple hasedini açığa vurmadıkça bunu bilememektir. Çok yakın birisidir, yediğin içtiğin ayrı gitmiyordur ama aslında içten içe seni çekemiyordur. İşlerin kötü giderken sana şirin görünür. Ama şansın döner de o kişinin önüne geçmeye başlarsan ilk fırsatta gerçek yüzünü gösteriverir.
    5. Diğer bir kötü yanı da sen göze batmamak istersin, umursamazsın, arkadaşının da seninle sevineceğini düşünürsün. Hatta mutlu olur diye heyecanlı heyecanlı anlatırsın. Ama bu yaptıkların karşındakine ters yansır. Çeşitli bahaneler ileri sürerek uzaklaşmaya başlar. Hele bir de onun el attığı yerler kurur da senin sahip olduklarına sahip olamazsa. İşte o zaman o kişiyi tanıyamazsın artık.

    Hastalığın dereceleri nelerdir?
    1. İnsan, haset ettiği kişide bulunan nimetin yok olmasını ister. Bu nimet kendi eline geçsin veya geçmesin önemsemez. Yeter ki kıskanılan kişi o nimeti kaybetsin, zarara uğrasın. Kıskançlığın ve hasedin en tehlikelisi budur.
    2. Kişi, haset ettiği kişinin sahip olduğu nimetin kendisine geçmesini ister. Amaç, o nimete sahip olmaktır.
    3. Başka bir kişideki nimetin aynısını veya benzerinin kendisinde olmasını ister. Kendisi de sahip olamayacaksa, karşısındaki kişinin de sahip olmasını istemez.
    4. Başka birinin sahip olduğu nimetin benzerinin kendisinde de olmasını ister. Ancak kıskandığı kişinin nimetinin yok olmasını istemez. 
    Bu maddelerden sadece sonuncusu zararsızdır.

    İnsan niçin haset eder?
    1. Düşmanlık: Birisine karşı beslenen düşmanlık sonucunda haset ve kıskançlık duyguları gelişir. Bunun sonucunda kavga, tecrid etme, yok etme, vb. çekişmeler ortaya çıkar.
    2. Birisinin üstünlük taslamasına karşılık: Bir insanın başka bir insana karşı üstünlük taslaması ve diğer insanları küçük görmesi durumunda, buna karşı kıskançlık ve haset duyguları oluşabilir.
    3. Amacına ulaşamama endişesi: Kişinin belirlediği hedeflere, amaçlara ulaşmasında karşındaki kişiyi rakip görmesinden dolayı kıskançlık oluşabilir.
    4. Makam, mevki sevgisi ve liderlik arzusu: Bazı insanlardaki aşırı statü, makam, mevki, hükmetme hırsı, kıskançlığa ve haset duygulara sebep olabilir.
    5. Kötü huyluluk ve cimrilik: Bazı kişiler gereksiz yere insanlardaki nimetleri kıskanarak Allah’ın nimetine karşı cimrilik ederek bu duygularının esiri olurlar.
    6. Kibir: Haset etmenin en büyük sebeplerinden birisi de kendini beğenme diyebileceğimiz kibirdir. Bundan dolayıdır ki haset eden körkütük bir hazımsızlık heykeli haline gelir ve piri sayılan İblis’i sevindirir. Kibirlenen, kibrinden dolayı hak ve hukuk çizgilerini göremez, duyamaz ve hissedemez. Çünkü hakikat perdesi kibirlilere kapalıdır. 
    Bu nedenlerle insanlarda; güzellikte, bilgide, düşüncede, malda, parada, makam-mevkide, şöhrette kendisinden daha üstün olan kişileri gördüklerinde ya da öyle olduklarına inandıklarında, kıskançlık duyguları oluşabilir.

    Hasetten korunma yolları nelerdir?
    Şimdi de haset hastalığına maruz kaldığını düşünen bir kimsenin, korunma yollarına bakmaya çalışalım.
    Rabbimiz Felak suresinde şöyle buyurur:
    “De ki: Sabahın Rabbine sığınırım: Yarattığı şeylerin şerrinden; Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden; Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden; ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” (Felak, 113/1-5)
    Bu sure-i şerifede dört şeyin şerri/kötülüğünden Cenâb-ı Hakk’a sığınılması emredilmiştir. Kendisinden Allah’a sığınılması emredilen bu kötülük kategorileri:
    1. Mahlukların şerri,
    2. Gece karanlığı vesilesi ile meydana gelebilecek şerler,
    3. Büyü yapanların şerleri ve,
    4. Haset ettiği zaman hasetçinin şerri.
    Burada özellikle son hususu ele almak istiyoruz. Haset eden kişi, haset ettiğine fiilî zarar vermeye kalkabileceği gibi, hasetçinin kalbinin ve tavırlarının ürettiği şerareler de göz değmesinde olduğu gibi haset edilen kişiyi etkileyebilir. Belki bir gün bu şerare ve etkiler daha müşahhas olarak tesbit de edilebilir. 
    Her ne olursa olsun Kur’an-ı Kerim’de yer yer vurgulandığı üzere Allah dilemedikçe kimseye bir zarar erişmez. Yine Allah dilemedikçe kimseye bir fayda da erişmez. Ayrıca bir kimseye bir zarar eriştiğinde de bunu Allah’tan başka da kimse savamaz. 
    Şu halde Allah’a samimi sığınma, kişiyi kendisine gelecek şerlerden koruyacağı gibi gelen zararlı giderme de birinci derecede ödemlidir.
    Efendimiz (s.a.s.), yatağına yatmadan önce mübarek ellerini birleştirir, İhlâs, Nâs ve Felak surelerini bir arada üç defa okur, avuçlarına üfledikten sonra bütün vücudunu sıvazlar, öyle yatardı (Buharî, Fedâilü’l-Kur’an, 14; Müslim, Selâm, 50). En başta bu uygulama bize bir rehber olabilir.
    Haset edenin şerrinden sığınmak için daha başka tedbirler de alınabilir. 
    1. Haset edenin yaptığına sabretmeli ve sabırsız davranarak onun seviyesine inmemelidir.
    2. Haset eden Allah’tan korkmasa, halktan utanmasa ve hatta terbiye dışı davranışlarda bulunsa da haset edilen kişi takva ve adaleti elden bırakmamalıdır. 
    3. Kalbinde haset edene pek yer vermemeli ve fazla düşünmemelidir. Onu fazla düşünmek, ona mağlup olmanın başlangıcı olur. 
    4. Haset edene karşı kötü muamele yapmamalıdır. Onu bağışlamalı, hatta belki imkan varsa ona iyilikte bulunulmalıdır. Haset edenin kendisine ne gibi kötülükler düşündüğüne de aldırmamalıdır. 
    5. Hasede uğrayan Allah’a olan itimadında sebat göstermelidir. Çünkü bir insanın kalbinde Allah’a itimat kökleşmişse, o insan hiçbir kimseden korkmaz. 

    Haset hastalığının tedavi yolları nelerdir?
    1. Hasetten vazgeçmek için onun zararını bilmek yeterlidir. Fakat bunun yanında, haset eden kimsenin bir insanı aldatma, ona nasihat etmeyi terk etme, insanları sevmek yolundaki İslâm’ın açık emirlerini kâle almama, insanların zarara uğramaları halinde bundan en çok sevinecek olan insî ve cinnî şeytanların emellerine alet olma gibi hiç de küçümsenmeyecek suç ve günahların işlenmiş olacağı unutulmamalıdır. 
    Bu menfi özellikleriyle kalbin saflığını ve temizliğini gideren ruhi ve kalbi bir hastalık olan haset, Nebiler Serveri’nin ifadeleriyle ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini de yıkıp yok eder. (Ebu Davud, Edeb, 44)
    2. Haset eden kimsenin içinde sürekli bir çekememezlik ateşi yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü haset eden, haset ettiği kimsede nimetin arttığını gördükçe rahatsızlık ve sıkıntısını çoğalır. Hasetçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. Adeta amansız bir hastalığa düşer. Bu ise kişinin ancak kendine düşman olanların isteyebileceği bir durumdur. 
    Daha önce de ifade edildiği gibi haset öncelikle haset edenin kendisini ezer, mahveder, yandırır. Bunun yanında haset edilen kimseye o hasedin zararı ya azdır ya da hiç yoktur. Öyleyse akıllı kişi, âhiret hesabı ve korkusunu temel alarak aklının gereğini yerine getirmeli ve bu yararsız azaptan kurtulmayı istemelidir. Hasedin âhirette sebep olacağı ceza da oldukça önemsenmelidir. 
    3. Hasedi tedavi etmenin bir diğer yolu, bu menfi duygunun isteklerini yerine getirmeyerek, hatta aksini yaparak haset duygusuna hükmedebilmeyi öğrenmektir. Mesela içteki haset duygusu birisini kötülemesini istediğinde kişi, bunu şeytanın kendisi için hazırladığı tuzağa düşmek demek olduğunu anlayarak tersini yapmaya çalışmalı ve nefsine ağır da gelse o kişiyi övmelidir. 
    Haset duygusu, kendisinden birisine karşı kibirli davranmasını istediğinde, bu duygusuna karşı koyarak tevazu göstermelidir. Yine haset duygusu cimriliği, vermemeyi fısıldadığında, cömert davranmalı, kendisini verme konusunda zorlamalıdır. Kişinin bu türden müspet davranışları, karşısındaki insanı memnun eder ve onun tarafından da sevilmesine sebep olur. 
    Bu şekilde karşılıklı sevgi başlar ve zamanla haset hastalığı da yok olur. Baştan zorla yapılan bu davranışlar zamanla insanın kişiliği, ikinci bir fıtratı haline gelerek kökleşir. Neticede şeytan bu gelişmeden hoşnut olmayacak, olumlu gelişmeyi engellemek isteyecektir. 
    Müspet davranışlarının kendine olan güvensizlikten, bir takım endişe ve korkulardan ileri geldiğini öne sürerek onu yoldan çıkarmaya çalışacaktır. Fakat mü’min şeytanın vesvesesine kendisini kaptırdığında sapacağını, ziyana uğrayacağını unutmayarak, daimi bir gayret ve çaba içerisinde bulunmada Allah’tan sabır ve azim dileyecektir.
    4. Haset eden eğer aklı başında biriyse düşünmeli, hatasını anlamalı ve karşısındakinden hak helalliği istemelidir. Bu kötü düşünce yine geldiğinde “Ben ondan daha layığım.” diye düşünmek yerine “O benim arkadaşım, mal-mülk-imkân arkadaşımdan daha önemli değil, bugün ona veren Allah yarın bana da verir.” diyerek arkadaşlık duygusuna zarar vermemelidir. Asla unutmamalıdır ki; Müslüman gıpta eder, münafık haset eder.

    Hocaefendi hasedi nasıl anlatıyor?
    “Nasıl ki gayrimeşru şehvet hisleri karşısında insanın, iradesinin hakkını vermesi onu bir iffet abidesine dönüştürür; başkalarına verilen güzellikler karşısında kişinin hasede düşmemesi, hırs göstermemesi onu bir istiğna kahramanı hâline getirir; aynen öyle de vifak ve ittifakın sağlanması için insanın, iradesinin hakkını verip kendisine rağmen yaşaması onu bir fazilet âbidesi hâline getirir.
    Evet birileri, mü’min olduklarını iddia etmelerine rağmen size akıl almaz kötülükler yapabilirler. Yürüdüğünüz yollara taşlar, dikenler atabilirler. Yollarınızı yürünmez hâle getirip, yürüdüğünüz istikametteki köprüleri yıkabilirler. Sizi toplumdan bütün bütün tecrit etmek isteyebilirler. Ama eğer siz, vifak ve ittifak hatırına birer fazilet âbidesi olmaya namzetseniz, bütün bunları görmezden gelmeli, “Bu da geçer yâ Hû!” deyip yolunuza devam etmelisiniz. 
    Yürüdüğünüz yollardaki köprüler yıkıldığında, başka bir yerde kendinize ipten tahtadan yeni köprüler kurmalı; ayrılığı kendilerine şiar edinmişlere rağmen ayrılığa düşmeden Allah’ın izni ve inayetiyle yürüyüşünüze devam etmelisiniz.
    Onlar, kıskançlık ve hasetle sizden kilometrelerce uzağa savrulmuşlardı. Hakkınızda, “Hareketin önünü kesin. Hayat hakkı tanımayın. Onların hakkından gelin.” gibi laflar ediyorlardı. Hem de bütün bu zulümleri irtikâp ederken onların ciddî ve makul hiçbir gerekçeleri yoktu. Bilâkis onları buna sevk eden saik, rekâbet hissiydi, kıskançlıktı, hasetti. En masumlarında bile bir hiss-i tenâfüs vardı. Kendilerine göre alan bölmeye, bölüşmeye çalışıyorlardı. 
    İşte bir hak yolcusunun bütün bunları görmezlikten gelerek, sanki yokmuş gibi kabul ederek hep durduğu yerde durması onun adına çok büyük bir fazilettir.”
    Yazımızı bir dua ile bitirelim: Rabbimiz bizi haset hastalığından ve bu hastalığın yaymış olduğu her türlü kötülükten muhafaza buyursun. 

    13 Ara 2018 11:20
    YAZARIN SON YAZILARI