Soru: “Hz Hızır (a.s.) ile Hz Musa (a.s.) yolculuğu esnasındaki çocuğun öldürülmesini nasıl anlamalıyız? İlgili ayette Hz. Hızır ben bunları kendiliğimden yapmadım dediğinden Allah’ınmuradını sorgulamak yanlışına düşmek istemiyorum. Öte yandan bir baba ve modern hukukun işlediği bir dünyada büyümüş biri olarak henüz suç olan bir fiili islememiş bir çocuğun öldürülmesini nasıl anlamam gerektiğini de bilemiyorum. Yardımcı olabilir misiniz?” (Süleyman Akar))
Müsadenizle sorunuzu Üstad Hazretleri’nin şu hayatî ölçüsü çerçevesinde cevaplandırmaya çalışalım:
“Her hadisede iki sebep vardır: Biri zâhirîdir ki, insanlar ona göre hükmeder ve çok defa yanlış sonuca varmakla zulmederler. Diğeri hakiki sebeptir ki, Kader-i İlâhî ona göre hükmeder ve aynı hadisede beşerin zulmünün altında adalet eder.” (26. Söz, 1. Mebhas)
Evet, her hadisenin biri görünen ve insanlara, onların tercih ve fiillerine bakan sebebi, bir de ancak akla görünen, hakikî ve kadere bakan sebebi vardır. İnsanlar, daha çok zahirî sebebe göre hükmeder ve çok defa da yanılırlar.
Mesela, bir kişi iftiraya uğrayıp işlemediği bir suçtan dolayı hapse atılabilir. Hakim, iftira olduğunu bilmez ve elbette şahide göre hükmeder. Bu hükmüyle hakim zulmetmiş olmaz, fakat verilen hüküm, hükmün sebebi açısından zulümdür. Fakat kader, buna müsaade etmiştir. Çünkü bu kişinin gizli kalmış bir suçu vardır ve kader, onu bu suçu dolayısıyla cezalandırmış ve adalette bulunmuştur.
Yani kader, hem sebep, hem de netice noktasında daima adalet eder. İnsan, kaderin adaleti altında zulmederken kader, insanın zulmü altında adaleti yerine getirir.
Bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Hızır (a.s.) kıssasında apaçık görürüz. Kur’ân-ı Kerim, bu kıssa ile pek çok gerçeklerin yanı sıra bu önemli gerçeği de anlatır. Söz konusu kıssa, Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın bir yolculuğu hakkındadır.
Hz. Musa (a.s.), insanlık âleminin zâhirinde, Hz. Hızır (a.s.) ise bâtınında vazifelidir. Hadiseleri anlamak ve doğru yorumlamak zâhir ile bâtını birlikte görmeyi gerektirdiği için Cenab-ı Allah (c.c.), Hz. Musa’ya bâtında yolculuk, bir bakıma seyr u sülûk veya miraç yaptırır.
Bu yolculukta Hz. Hızır, bindikleri gemiyi deler; masum bir çocuğu öldürür; yıkılmakta olan bir duvarı doğrultur ve karşılığında ücret almaz. Yapılan bu üç işten birincisi sahibinin izni olmadan yapıldığı, ikincisi mutlak manâda dinin zâhir hükümlerine ters olduğu, üçüncüsünde ise emek ücretsiz kaldığı için Hz. Musa, Hz. Hızır’ın bu üç davranışına da itiraz eder.
Oysa Hz. Hızır (a.s.), gemiyi sağlam gemileri gasp eden kraldan kurtarmak ve böylece geminin sahipleri elinde kalmasını sağlamak için delmiş; masum çocuğu ise o çocuk büyüdüğünde şerli biri olup hem kendisinin ebedî helâkini hazırlayacağı ve hem de anne-babasını yoldan çıkaracağı için öldürmüş ve böylece hem çocuğun, hem anne-babanın dünyası da âhireti de kurtulmuş, bunlara ek olarak Cenab-ı Allah, o anne-babaya salih bir oğul lûtfetmiştir. Hz. Hızır (a.s.), yıkılmakta olan duvarı da onun altında iki yetime ait hazine bulunduğu ve yetimlerin büyüyünce bu hazinelerine sahip olmaları için doğrultmuştur.
Söz konusu üç hadisenin cereyan ettiği Hz. Musa-Hz. Hızır kıssasının maddî âlemde geçtiğini düşünmek biraz zordur. Çünkü Hz. Hızır’ın yaptıklarından özellikle ilk ikisi dinin zâhirî hükümlerine terstir ve bundan dolayı da Hz. Musa (a.s.), haklı olarak itiraz etmiştir.
Dolayısıyla bu yolculuk -Allahu a’lem- kader ve/veya maneviyat ya da misal âleminde yapılmış bir müşahede olmalıdır. Müşahede sâdık rüyalara benzerse de rüya uykuda iken görülmesine karşılık müşahede, uyanıkken cereyan eder. Rüyalar gibi maddî âlem ölçüleri içinde o da çok kısa sürebilir.
Bu âlem-i misal yolculuğunu yapan birinin yanında, maddî dünyada o anda başkaları da bulunsa bile bunlar, o yolculuktan habersizdirler. Bu sebeple Hz. Musa ile Hz. Hızır bu esrarengiz yolculuğu birlikte yaparlarken Hz. Hızır ile buluşacağı yere kadar Hz. Musa’ya yoldaşlık yapan genç yol arkadaşı, bu yolculukta yoktur.
Cenab-ı Allah (c.c.), manevî yönden büyük mertebe sahibi olmayan mü’minlere de müşahede bahşedebilir. Dolayısıyla Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın yolculuğu sadece ruhî bir müşahede olmanın da ötesinde, Hz. Musa’nın bedeninin o anda ruha yakın, belki ruhun kılıfının sahip olduğu bir şeffafiyet kazanmasıyla, ruh-beden birlikte gerçekleşmiş olması da mümkündür.
Sorunuza gelecek olursak; Hz. Hızır’ın (a.s.) masum bir çocuğu gelecekte şerli biri olacağı için öldürmesi, dinin zahirine göre tamamen terstir. Nitekim dine göre, gerçekleşmeyen bir suçtan dolayı birini öldürme, açıkça katle girer. Dolayısıyla, arz edildiği üzere, Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Hızır (a.s.) yolculuğunun maddî âlemde geçmiş olduğunu kabul etmek zordur.
İkinci olarak, maddî âlem açısından o çocuğu öldüren, Hz. Hızır olmasa gerektir. Nasıl maddî âlemde ölümün hastalıklar, kazalar, cinayetler gibi maddî-zahirî sebepleri vardır ve bunların ötesinde canı Hz. Azrail (a.s.) alır, hatta onun da ötesinde Mümît olarak ölümü Cenab-ı Allah (c.c.) yaratır. Bunun gibi söz konusu masum çocuğun ölmesinde Hz. Hızır (a.s.), Hz. Azrail’in fonksiyonunu yerine getirmiş ve çocuk maddî âlem açısından yine bir sebeple ölmüş veya öldürülmüş olmalıdır. Aksi halde Hz. Hızır haksız yere insan öldürmüş olur ki, bunu düşünmek ve kabul etmek, mümkün değildir.
İşte hayatta meydana gelen veya kişinin yaşadığı her hadisenin insanlara ait görünür bir sebebi ve manâsının yanı sıra, bir de baş gözüyle görülmez, Cenab-ı Allah’ın küllî hikmetinin gerektirdiği ve kadere bakan asıl sebebi ve manası vardır.
Hz. Musa ile Hz. Hızır arasında geçenlerden anlıyoruz ki, Hz. Hızır’ın misyonu, eşya ve hadiselerin görünmeyen iç yüzüyle, yani kaderî boyutuyla ilgilidir. Fakat biz dünyada görünür sebeplere bakarak hükmederiz. Tabiî ki bu hiçbir zaman, meselenin gerçeği araştırılmayacak demek değildir.
Ama geleceğe, gelecekle ilgili beklentilere veya tahminlere bakarak hüküm vermeyiz. Hatta hadisenin gelecekte alacağı şekille alâkalı güçlü tahminlerimiz ve bilgilerimiz olsa bile yine de bu, hukukî kararlarımızda gerekçe teşkil etmez. Dolayısıyla, Hz. Musa (a.s.) Hz. Hızır’a itiraz ederken Şeriat açısından haklıdır ve her defasında ikaz edilmesine rağmen her üç hadisede de hemen itiraz etmesi, O’nun hakperestliğini gösterir.
Bu sebeple, gemi zahiren bir başka sebeple veya başkası tarafından delinmiş, çocuk, az önce ifade ettiğimiz gibi bir başka sebeple ölmüş veya zahiren başkası tarafından öldürülmüş olabilir. Fakat nasıl zahirî bir sebeple ölen her insanın canını alan Hz. Azrail veya yardımcılarından biri, hatta bunlar da birer sebep olarak ölümü gerçekten yaratan Cenab-ı Allah ise, Hz. Hızır (a.s.), masum çocuğun ölmesinde Hz. Azrail’in fonksiyonu türünden bir fonksiyon görmüş olmalıdır. (Ali Ünal, Külli Kaideler, 2/234)
Burada konumuz açısından önemli olan ise hadiselerin görünen yüzü ve sebebinden başka görünmeyen, kadere bakan ve hikmet yüklü boyutları ve sebepleri vardır. Hadiselerin bu boyutunda tamamen adalet, daha da öte bilhassa mü’minler için rahmet söz konusudur. Dolayısıyla hadiselerin zâhirine bakarak Cenab-ı Allah’tan ve kaderden şikâyetçi olmak, -hâşâ- onlarda haksızlık ve çirkinlik görmek, çok büyük hata olur.