Kin, insanı içten içe mahveden, kalbi öfkeye mahkûm eden bir hastalıktır. Kin önce kalpte başlar, daha sonra dile dökülür. Kalbinde kin tohumları yeşermiş, sevgisizlik dal budak sarmış bir insanın, sevgiden, hoşgörüden, tebessümden nasibini alması, kardeşlikten beslenmesi imkânsızdır.
Kin, sevgi, güler yüz, muhabbet, şefkat, merhamet gibi melekî özelliklerin yerine, öfke ve nefret gibi şeytanilikleri ilke edinmektir. İşte bu yüzden kin, insanın maddi manevi ufkunu körleştirir ve kalbini közleştirir. Kin sahibi insanın kalbinde, iman sönmeye yüz tutar, ihlâs ateşi küllenmeye başlar ve sevgi yalnızlık muamelesi görür. Kin, huzur kafilelerini muzır ordularına çevirir.
İnsan niçin kin güder?
Kinin başlıca sebepleri, aşırı dünya tutkusu, haset yangını, hırs yıkıcılığı, bencillik yalnızlığı, gaflet rüzgârları, hayâsızlık arsızlığı, öfke tufanı, fasıklık aldanışı, makam ve mevki isteği, en zirvede olma duygusu gibi pek çok dünyevi isteklerdir. Dünyada bu isteklerin peşinden fütursuzca koşanların cennet hayalleri suya düşer.
Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.s.) cennete hesapsız girmenin formülünü bize şöyle anlatıyor: “Kıyamet gününde cennet, hesapsız cennete giren bir kul gördü. Ona: “Sen hangi amelle bu dereceyi elde ettin?” diye sordu. Adam: “Benim fazla bir amelim yoktu. Fakat yatmadan önce kalbimde hiç kimseye karşı kin bulunmazdı.” diye cevap verdi.”
Efendimiz kini kalbimizden söküp atarak nasıl bir dereceye ulaşacağımızı en özlü bir şekilde ifade ediyor.
Kin kişiyi güler yüzlü olmaktan, samimiyetten, nezaketten, faziletli davranmaktan ve diğer insanlara karşı yardımsever olmaktan alıkoyar. Kişiyi adeta demirleştirir, betonlaştırır. Kin ile sevgi, kin ile iman, kin ile İslam, kin ile Allah ve Resulullah sevdası bağdaşmaz.
Kin putu, müminin kalbine yakışmayan, kalbinin imanî siluetini bozan bir yapıdır ve kalpten derhal devrilmesi gerekir. Bu putla mücadele, müminin imanını kurtarma acil eylem planının başlarında yer almalıdır. Bu uğurda öyle hırslanmalıdır ki, hem bu dünyasını hem de ahiretini kurtaracak çabayı sarf etmelidir.
Kindar insan her kötülüğü yapar
Kindar insan, muhatabına her türlü kötülüğü yapabilecek, her çeşit oyuna başvurabilecek ve ona zarar verebilecek ruh haline bürünmüştür. Ona karşı galip gelebilmek için haset eder. Onun başına bir musibet geldiğinde sevinir. Selamı sabahı kesecek şekilde gayri İslami davranır. Kibirli hareket eder. Hakaret eder. Ona karşı türlü türlü çirkin lakaplar takar. Şiddet kullanmaktan geri durmaz ve insanı insan yapan bütün bağları bir bir koparır.
Ve daha aklımıza gelmeyen pek çok yolla, arkadaşlık, akrabalık ve dini kardeşlik bağlarını kopararak günah stokunu çoğaltmaktan asla çekinmez. Bu tavır Allah’tan korkmazların, Allah’a kul olduğunu unutanların takındığı tavırdır. Bu davranışlar Allah’a ve ahiret gününe inanan insan profiliyle asla bağdaşmaz. Bütün bunlar kişinin şeytanileştiğinin bir göstergesidir.
“Rabbimiz, içimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma!” (Haşr sûresi, 59/10)
Haftaya bu konuya devam edeceğiz...
BİR SORU-BİR CEVAP
Namaz bittikten sonra musafaha yapmak sünnet mi?
Bu soruyu bize Numan Bey soruyor:
Musafaha yapmak, yani tokalaşmak sünnettir. Peygamberimizin kendileri bizzat musafaha yaptıkları gibi mü’minlere de musafaha yapmaları için tavsiyede bulunmuştur.
Bir hadis-i şerifte, “İki Müslüman karşılaşıp musafaha yaparsa, onlar ayrılmadan önce her ikisinin de günahını Cenab-ı Hak mağfiret eder.” (Ebû Dâvud, Edeb, 143) buyurmuşlardır.
Musafahayı sadece namaz sonrasına hasretmek doğru değil. Böyle bir âdet ne Sahabiler devrinde vardı, ne de “Selef” dediğimiz onları takip edenlerin asırlarında mevcuttu. Bu, daha sonraki zamanlarda meydana çıkmış bir âdettir.
Musafaha ne zaman yapılır?
Pek çok fıkıh alimi, camide namazdan sonra yapılan musafahayı sünnette yeri olmayan mekruh bir bidat olarak değerlendirirler. Çünkü sünnet olan musafaha ancak iki kişi karşılaştığı zaman yapılandır.
Ayrıca camide bu âdet devam ettirilirse, bazı bilmeyen kimseler bunu sünnet olarak kabul edip her zaman yapabilirler.
Özetle, namazdan sonra cami içinde veya dışında musâfaha yapmayı, cemaatle namazın ayrılmaz bir parçası gibi algılayarak topluca yapılan bir merasim hâline getirmek uygun değildir...