Soru: “Dört aylık hamileyim. Üç ayrı doktora gittik. Gerekli tahlilleri de yaptırdık. Üç doktor da dünyaya geldiği takdirde çocuğumuzun zihnen özürlü olacağını söylüyor. Çok zor durumdayız. Ben aldırmak istemiyorum ancak eşim benim gibi düşünmüyor. Ne yapacağız bilemiyoruz.” (Rumuz: Dertli)
Bazı sorular vardır. Cevabını bilirsiniz ama hani cevaplandırmak istemezsiniz. Sorunun zorluğundan değildir bu elbette. Cevabın karşı tarafta oluşturacağını bildiğiniz zor durum belki de. Bu soru da öyle.
Ama madem böyle bir soru soruldu. Cevabını vermeye çalışalım.
Dinimize göre bir cenin, anne rahminde canlandıktan sonra annenin hayatı söz konusu olmadığı sürece hiçbir mazeretle aldırılmaz. Aldırılması bir nevi cinayet olur.
Bu girişten sonra şöyle bir soru soralım:
Cenin, hamileliğin hangi safhasından itibaren -Kur’an’ın ifadesiyle- nefis veya insandır?
Bu konuda İslam âlimlerinin farklı görüşleri söz konusu. Bazıları cenine, ruhun üflenmesini beyan eden hadisten hareketle hamileliğin yüz yirminci (120.) gününden sonra, bazıları ise döllenme gerçekleştiği dakikadan itibaren nefis/insan ismini takmıştır.
Buradan hareketle ilk görüşe göre döllenmeden itibaren, ikincisine göre hamileliğin yüz yirminci gününden sonra cenin kürtaja tabi tutulamaz. Çünkü artık o nefistir, insandır, hayat hakkı vardır ve bu hak, onun Yaratan’ından aldığı tabii hakkıdır. Bu hakkı onun elinden ne anne-baba, ne de devlet alabilir.
Ceninin hayat hakkına riayet etmeme ona karşı işlenmiş bir cinayettir. Doğduktan sonra bir çocuğu öldürmekle anne rahmindeki cenini öldürmek arasında fark yoktur.
Peki günümüzdeki tıbbî bilgiler ışığında döllenme olduğu andan itibaren cenin kürtaja tabi tutulamaz görüşü daha doğru ve buna bağlı olarak yüz yirmi gün etrafındaki hükümler dönemin bilgilerine dayandığı için bugün geçersiz değil midir?
Evet geçersizdir. Neden mi?
Önce şu 120 gün meselesinin dayanağını ele alalım. Efendimiz (s.a.s,) bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar.
“Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddette “alaka-rahim duvarına asılı nesne” olur. Sonra bu kadar müddette “mudga-bir çiğnemlik et” olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir.” (Buhari, Bedü'l-halk, 6) buyuruyor.
Hadiste bahsedilen bu üç safha toplam yüz yirmi gün ediyor. Bazı fakihler buradan hareketle yüz yirminci güne yani ruh üfleninceye kadar ceninin rahim duvarına asılı kan pıhtısı, çiğnemlik et olup canlılık kazanmadığına zann etmiş ve kürtaj yapılabilir hükmünü vermişlerdir. Onlara bu şekilde düşündüren ikinci önemli husus dönemin tıbbî bilgileridir.
Hâlbuki bugün doktorlar tam aksini söylüyor. Döllenme olduğu andan itibaren cenin anne rahminde canlılık kazanıyor. Günümüzde pek çok araştırmacı bu canlılığı ispatlayan çeşitli çalışmalar yapmış durumda.
Dolayısıyla aslında düşük yapma, kürtaj vb. hükümlere hiçbir şekilde temel olmayacak hadisten hareketle verilen bu hükmün geçerliliği ortadan kalkmış oluyor.
Bu bilgiler ışığında tekrar ifade etmek gerekirse, ilk günden itibaren yaşama hakkını Yaratanından alan o nefse, zihnen özürlü olacak, sakat doğacak, ömür boyu bize yük olacak, sağlık harcamalarına yapılacak masrafla milli servet heba edilecek vb. hangi gerekçeyle olursa olsun kürtaj yapılabilir denemez.
Sadece böylesi bir hamilelik, annenin hayatını riske ediyor ise zaruret söz konusu olduğu için doktor kararıyla bu yola başvurulabilir. Bunun dışında hiçbir şekilde ceninin hayatına kast etme yetkisi kimsede yoktur.
“E peki ben şimdi bile bile zihinsel özürlü bir çocuğa mı sahip olayım? Bunları yazması kolay. Ömür boyu bu derde nasıl katlanayım?” diyebilirsiniz.
Böylesi sorulara cevap vermenin ne kadar zor olduğunu yazının başında da ifade etmiştim. Elbette sizi anlıyorum.
Anadolu’da bir söz vardır, bilirsiniz: “Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar” diye. Ama işte burada imanımız devreye girmeli değil midir?
Allah sizin ve çocuğunuzun kaderini bu şekilde takdir buyurdu ise yapılacak şey Yunus diliyle “Gelse Celalinden cefa/Yahut Cemalinden vefa/İkisi de cana safa/Kahrın da hoş, lütfun da hoş” deyip sabretmek değil midir?
Hayat baştan sona bir imtihandır ve bizim ne ile, ne zaman, nerede ve nasıl imtihan edileceğimizi elbette sadece İlahi irade belirler...