Soru: “Zaman zaman farklı sebeplerle aynı duygu düşüncelere, aynı ideal ve hayallere gönül vermiş, ömür adamış insanların araları bozulabiliyor ve birlik beraberliği sarsıcı istenmeyen şeyler yaşanabiliyor. Böylesi durumlar Asr-ı saadette de yaşanmış mıdır? Yaşanmışsa Allah Resulü nasıl hareket etmiştir?” (Selim S.)
Evet, ne güzel ifade etmişsiniz. Aynen dediğiniz gibi zaman zaman aynı ideal ve hayallere gönül vermiş adanmış rular arasında da bazı gerginlikler olabiliyor ve uhuvvet duygusu sarsılabiliyor.
Esasında uhuvvet bir davanın muvaffakiyete ulaşabilmesi için o dava mensupları arasında olmazsa olmaz denebilecek katiyette bulunması gerekli olan bir duygudur. Bu duygu, dava erlerini birbirlerine kenetleyen adeta birer vida hükmündedir.
Zaman zaman bu vidanın dişlilerinin yumuşayıp gevşeyebiliyor. Fertler kendi kardeşlerinin kusurlarıyla uğraşmaya başlıyor. Bunun neticesinde de kırılmalar, darılmalar, küsmeler ve geçimsizlikler meydana gelebiliyor.
Halbuki başkalarının kusurlarıyla meşgul olan, kendi kusurlarını göremez ve kendi güzelliklerini de gösteremez. Ayrıca, basit bir kusur görüp de hemen tenkit etmenin aynısıyla mukabeleyi netice verdiği çok vâkîdir. Bu sebeple her şeye rağmen uhuvvet bağını zedeleyebilecek unsurlardan azami derecede kaçmak gerekiyor.
Allah Resulü uyarıyor: Aranızı bozmayın!
Müslümanların aralarındaki vahdet, uhuvvet ve muhabbete büyük önem veren Allah Resûlü’nün (s.a.s.), kaynaklarımıza baktığımızda bu konuyla ilgili uyarı niteliğinde bazı beyanlarda bulunduğunu görüyoruz.
Mesela bir gün Efendimiz, ashabına:
- Size, (nafile) namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şeyi haber vereyim mi? diye sorar.
Sahabiler, “Evet!” deyince de,
- Arabulmak, barıştırmaktır! Çünkü aranın bozulması, saçı kökünden kazır demiyorum, dini kazır, buyurur. (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 56)
Nebiler Serveri, başka zaman ise şu tarihi hakikate dikkat çekiyor:
“Geçmiş ümmetleri gidermiş olan şey size de sızıp sirayet etti: Haset ve adavet. Bu kökten kazıyıcı hasletler, onların tüylerini değil dinlerini kazıdı. Nefsimi kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakiki manada iman etmiş olamazsınız...” (Müsned, 1/164, 165)
Mailinizde böylesi durumların Asr-ı saadette yaşanıp yaşanmadığını, yaşanmışsa Allah Resulü’nün nasıl hareket ettiğini sormuşsunuz.
Bu konuyla alakalı geçtiğimiz günlerde, kendisini Siyer alanında yaptığı birbirinden istifadeli araştırmalarıyla yakından tanıdığımız peygamberyolu.com sitesi yazarlarından Yücel Men Hocamız “Sahabe arasında yaşanan gerginlikler ve nebevî dokunuş” başlıklı bir makale kaleme aldı. Bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
Efendimiz, sahabeyi nasıl uzlaştırıyor?
Yücel Hoca yazısında Allah Resulü’nün böylesi durumlarda nasıl hareket ettiğini örnekleriyle açıklıyor.
İşte o örneklerden bir tanesi:
Münafıkların başı Abdullah İbn-i Übeyy İbn-i Selûl, Müreysi gazvesi dönüş yolunda Annemiz Hz. işe’ye büyük bir iftira atar. Bununla da kalmayıp adamlarını kullanarak iftirayı toplum içerisinde yayar.
Bir müddet bekleyen Allah Resûlü, Mescid-i Nebevî’de bir konuşma yapıp halka hitap ederek şöyle buyurur:
- Ey Müslümanlar! Ailem hakkındaki iftirasıyla beni üzen bir adama karşı kim bana yardım eder? Ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu iftirayı ortaya atanlar öyle bir adamın adını dillendirdiler ki onun hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum.
Bunun üzerine ayağa kalkan Evs kabilesinin lideri Hz. Sa’d İbn-i Muaz şöyle der:
- Yâ Resûlallah! Bana izin ver! Onun boynunu vuralım! Eğer Evs’ten ise hemen boynunu vururuz. Yok eğer Hazrec’ten ise emredersen biz bu emri de yerine getiririz.
O sırada mescitte bulunan Hazrec kabilesinin lideri Hz. Sa’d İbn-i Ubade de ayağa kalkar. Kabile taassubunun devreye girmesi ile öfkelenir ve Hz. Sa’d İbn-i Muaz’a dönerek şöyle der:
- Allah’ın beka ve ebediyetine yemin ederim ki sen yanılıyorsun. Sen onu öldüremezsin, öldürmeye güç yetiremezsin. Eğer iftiracılar Evs kabilesinden olmuş olsalardı, onların boyunlarını vurmak istemez ve böyle de konuşmazdın. Sen bize cahiliye devrindeki davayı tekrar güttürmek; onu aramıza yeniden sokmak mı istiyorsun?! Halbuki Allah onu yok etmiştir!
Bu sefer de Evs’ten Hz. Useyd İbn-i Hudayr ayağa kalkar ve Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’ye dönüp şöyle haykırır:
- Allah’ın beka ve ebediyetine yemin ederim ki sen yanılıyorsun! Vallahi biz muhakkak onu öldürürüz. Sen münafık olmalısın zira münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun.
Bir anda ortam elektriklenir. Sinirler iyice gerilir ve iki kabilenin mensupları birbiriyle çarpışma niyetiyle Mescid-i Nebevî’nin içerisinde ayaklanır.
Allah Resûlü, kendi derdini bir köşeye bırakır. Onları sakinleştirmeye çalışır. Nihayet sakinleşip sustuklarında Allah Resûlü de sükût buyurup oturur.
Her ne kadar herkes sakinleşse de Allah Resûlü, bu türlü durumlarda yaşananların değil izinin tozunun bile Müslümanların kalbinde ve kafasında kalmaması için işin peşini bırakmaz. Onları tamamen birbirine kaynaştıracak, birbirini samimi bir şekilde sevecek ve birbiri için yaşayacak hale getirinceye kadar olayı takip eder.
Bir müddet sonra kırgınlığın kökünü kazımak için önce Hz. Sa’d İbn-i Muaz’ın elinden tutarak Evsli bazı sahabilerle Hz. Sa’d İbn-i Ubade’nin evine gider. Onlarla oturup konuşur. Onları birbiriyle konuşturur ve Hz. Sa’d’ın ikram ettiği yemekleri birlikte yiyerek dağılırlar.
Aradan bir vakit geçtikten sonra da bu sefer Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’nin elinden tutup Hazreclilerle Hz. Sa’d İbn-i Muaz’ın evine gider. Birlikte oturup konuşurlar. Hz. Sa’d’ın hazırladığı yemeyi hep beraber yiyerek dağılırlar.
Evet, müminlerin arasını düzeltip barıştırmak, kaynaştırmak ve aralarındaki kardeşliği tekrar inşa etmek hem Allah’ın emri, hem Peygamber Efendimiz’in güçlü bir sünneti, hem de Allah katında ecri bol ve büyük bir ameldir.
Bu hakikatin altını ısrarla çizen Yücel Hoca, yazısının finalinde hepimize şu tarihi uyarıda bulunuyor:
“İnsanlık tarihi, adeta dinler, devletler ve medeniyetler mezarlığı gibidir. Hep var olma hedef, hayal ve heyecanıyla yola çıkan bu yapılar, kendi bünyelerindeki birlik ve beraberliği canlı tutamamaları ve birbirine düşmeleri yüzünden bir müddet sonra tarih sahnesinden çekilmiştir. Çünkü fitnenin hâkim olduğu yapılar, zamanla fesada uğrar, içten içe çürür ve kendi kendini tüketir. Dışarıdan müdahalelere mukavemet gösteremeyecek kadar zayıflar ve bir hamleyle devrilir gider...”
Yazının detayı için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.