Zulme karşı dik duran cennet hanımefendisi: Hz. Esma

Ali Demirel

Ali Demirel

23 Kas 2018 17:17
  • Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın kızı Hz. Esma, yaşadığı dönemler ve bulunduğu konum itibariyle İslam kadınlık âleminde mutlaka tanınması, bilinmesi gereken önemli bir isim, mümtaz bir şahsiyettir. O, Hz. Aişe annemizin ablası olması itibariyle Peygamber Efendimiz’in baldızı, cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Hz. Zübeyr bin Avvam’ın eşi, Emevi saltanatına karşı Hicaz bölgesinde halifeliğini ilan eden Hz. Abdullah bin Zübeyr’in de annesidir. 
    Allah Resûlü’nün risaletten önce de babasıyla çok iyi dost olması, Hz. Esma’ya iman davasında ilklerden olma ve ön safta bulunma fırsatı vermiştir. Efendimiz’e ilk vahiy geldiğinde 16 yaşlarında bir genç kızdı. 
    Hz. Esma, Mekke’de İslam’ın duyurulması ve yayılması için gayret gösteren hanımlardan biridir. Ev ev dolaşarak ulaşabildiği herkese Allah Resûlü’nün risaletini ve Kur’an ayetlerini anlatırdı. Başta Hz. Hatice validemiz olmak üzere Mekkeli ilk müslüman kadınların evlerde yürüttükleri bu faaliyetler, kadınlar arasında günümüze kadar gelen evlerde kurulan sohbet meclislerinin ve ders halkalarının ilk örnekleridir. 
    Peygamber Efendimiz, Mekke’de risaletinin ilk on yılında pek çok zorluk ve sıkıntı yaşadıktan sonra nihayet ilahi emirle hicret yolculuğuna çıkacağı zaman dostu Hz. Ebu Bekir’in evine gelmiş, Hz. Aişe ve Hz. Esma da orada bulunduğu halde hicret kararını açıklamıştı. Allah Resulü ve babası için hemen yol hazırlıklarına girişen Hz. Esma, birinde su diğerinde yiyecek olan iki çanta hazırladı. Bunların ağzını bağlamak için de o dönemde kadınların beline bağladığı yere kadar uzanan kuşağını ortadan ikiye bölüp kullandı. Bu manzarayı gören Kâinatın Efendisi ona “zâtu’n-nikâteyn-iki kuşak sahibi” lakabını verdi ve bu davranışının karşılığında cennette kendisine iki kuşak verileceğini müjdeledi. 

    Hicretin sırdaş şahidi
    Herkesten gizlenmesi gereken yolculuğun selametle sonuca ermesi için de Hz. Esma’ya tarihi bir görev düşüyordu. Allah Resûlü’nü ve babasını aramaya gelen Ebu Cehil ve ekibine onların yerini söylemedi. Çok hırslanan cehaletin babası hamile olan Hz. Esma’nın yüzüne şiddetli bir tokat vurdu ve küpesini düşürdü. Tekmeledi. Hıncını alamayıp kılıcını çıkararak konuşmazsa öldüreceğini söyledi. Ancak ne kadar zorladılarsa da babasıyla Peygamberimizin nerede olduğunu onlara anlatmadı. 
    Resûlullah ile Hz. Ebu Bekir, Sevr dağındaki mağarada üç gün üç gece gizlendi. Hz. Esma da geceleri onlara yiyecek ve haber getirdi şehirden. Oysa o vakitlerde Hz. Esma, Hz. Abdullah bin Zübeyr’e hamileliğinin son aylarını yaşıyordu. Ancak bu zorluğa aldırmadan saatlerce yürüyüp Sevr dağına geliyor, kayalıkların arasından mağaraya kadar tırmanıyordu. 
    Hz. Esma zor zamanlarda paniklemeyen, kararlı, akıllı bir hanımdı. Bu karakteri ile dedesi Ebu Kuhafe’nin Hz. Ebu Bekir’e yönelik kızgınlığının da önüne geçmişti. Çünkü Ebu Kuhafe henüz iman nurunu kalbinde duymamış, İslam uğruna oğlunun yaptığı fedakârlık ve harcamaları da hoş karşılamıyordu. Hz. Ebu Bekir’in şehirden ayrıldığı duyulduktan sonra Ebu Kuhafe evlerine geldi ve giderken bütün paraları da götürüp götürmediğini sordu. Allah yolunda vermede hep en önde duran Hz. Ebu Bekir gerçekten tüm parasını yanına almış, çoluk çocuğuna bir şey bırakmamıştı. Hz. Esma ise dedesine bunu fark ettirmemek için küçük taşlar toplayıp paraların durduğu yere koydu ve üzerini örttü. Gözleri görmeyen Ebu Kuhafe kumaşın üzerinden dokunup yeteri kadar paraları kaldığına inanarak teselli oldu.
    Hz. Esma’nın hicreti de çok önemli bir olaya vesile idi müslümanlar için. Doğum yapmasına az bir zaman kala ailesiyle birlikte hicret yolculuğuna çıktı. Medine yakınlarında Kuba’ya varınca doğumu gerçekleşti. Bu kutlu çocuk muhacirlerin Medine’de doğan ilk ferdi olduğu için büyük bir sevinçle tekbirlerle karşılandı. Çünkü Medine’li Yahudiler müslümanlar için “Biz onları büyüledik, onların burada çocukları olmayacak.” diyordu. Hicretin ilk senesi Hz. Abdullah dünyaya gelince ehl-i iman mutlu olmuştu. 

    Fitne zamanlarında Hz. Esma
    İslam’ın ilk tebliğ edildiği günlerden başlayarak Asr-ı saadeti, raşit halifeler devrini, fitne zamanlarını yaşayan Hz. Esma, ömrünün son yıllarında Emevi saltanatına karşı isyan eden oğlu Hz. Abdullah’a verdiği destekle güçlü karakterini göstermiş, tarihe geçmiştir. Hz. Abdullah bin Zübeyr’in Mekke’de halifelik yaptığı dokuz senenin ardından şehit edilişi İslam tarihinde kalpleri sızlatan hüzünlü bir sayfadır. Hz. Esma’yı tanıma ve tarihi rolünü görme adına bu dönemi de hatırlamakta fayda var. 
    Şöyle ki, Kerbela’da Allah Resûlü’nün torunu Hz. Hüseyin başta olmak üzere ehl-i beyti katlettiren Yezid’in ölümünden sonra Hz. Abdullah bin Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan etti. Hicaz, Mısır, Irak, Horasan ve Kuzey Arabistan’ın büyük kısmı da bunu kabul ederek ona itaatlerini bildirdi. Hz. Abdullah dokuz sene halife olarak yönetimin başında kaldı ancak Emevi saltanatının başına geçen Abdülmelik bin Mervan, tarihe Haccac-ı Zalim olarak kaydolan Haccac bin Yusuf es-Sekafî komutasında büyük bir orduyu onun üzerine gönderdi. Mekke’yi kuşatan Haccac, Ebu Kubeys dağının üzerinden Beytullah’a mancınıklarla taş attırmış, duvarlarını yıktırmıştır. 
    Hz. Abdullah bin Zübeyr kendi ailesi ve taraftarları ile Haremi Şerif’te yedi ay mahsur kaldı. Kuşatmanın uzaması ve sıkıntıların, açlığın artması üzerine oğulları dâhil taraftarları kendisini terk etti. Hz. Abdullah’ın yanında sadece Zübeyr isimli oğlu ile annesi Hz. Esma ve küçük bir topluluktan ibaret bazı arkadaşları kaldı. O zaman Hz. Abdullah annesinin yanına varıp teslim olmakla vuruşarak ölmek arasındaki kararı için istişare yaptı. Hz. Esma’nın bu noktada oğluna nasihatleri, yeryüzünde hakikat adına mücadele eden bütün insanlar için rehber niteliğindedir. 
    “Oğlum, sen kendini daha iyi bilirsin. Hak üzere olduğun ve halkı Hakk’a çağırdığından eminsen sebat et. Şüphe yok ki ashab ve arkadaşların hep hak üzere öldürüldüler. Kendini Ümeyye oğullarına teslim edip oynatma. Eğer muradın sadece dünya ise ne fena bir kul imişsin sen ki, kendini ve beraberindekileri helake sürüklemiş oldun. Eğer dersen ki ben hak üzere idim, fakat ashabıma zayıflık ve fütur gelmekle ben de zebun oldum, bu da hür olanların söyleyeceği söz değildir. Dünyada daha ne kadar müddet baki kalacaksın, ölüm evladır. Koyun derisi yüzülmekten elem duymaz, sen Cenab-ı Hak’tan yardım isteyip azminde ısrar eyle.” 
    Hz. Abdullah da bu görüşteydi zaten, ancak annesinin fikrini almak istemişti. Onun sözleriyle azmi kuvvetlendi ve o gün 73 yaşında şehit düştü. Emevi askerleri sevinçlerinden tekbir getiriyordu. Bu manzarayı gören Hz. Abdullah bin Ömer, Hz. Abdullah bin Zübeyr doğduğu zaman Kuba’da sevinçlerinden tekbir getiren sahabileri hatırladı ve “Mü’minler bu zatın doğumunda ferahlarından tekbir getirmişlerdi. Bunlar ise öldürülmesiyle ferahlanıp tekbir getiriyorlar.” dedi. 

    Ey hutbesi bitmeyen hatip!
    Haccac-ı zalim, Hz. Abdullah’ın başını Şam’a Abdülmelik’e gönderdi. Cesedini de Mekke’de kabristanın üzerinde olduğu dağın sağ yanında bir yere astı. Hz. Esma alıp defnetmek istediyse de izin vermedi. Hz. Esma’yı yanına çağırttı ancak Hz. Esma zalimin ayağına gitmedi. İkinci seferde tehdit ederek çağırttı; yine gelmeyince kalkıp kendisi onun yanına gitti. Hz. Esma’ya, “Allah’ın düşmanına ettiğimi nasıl buluyorsun?” diye sordu. Hz. Esma, “Sen onun dünyasını mahvettin, o da senin ahiretini. Resûlü Ekrem bize Sakif oğullarından bir kezzab ile bir helak edicinin zuhur edeceğini haber vermişti. Kezzabı gördük. Helak edici de sensin.” cevabını verdi. 
    Hz. Abdullah’ın cesedi günlerce orada asılı kaldı. Hz. Esma altıncı gün Mekke sokaklarına çıktı ve oğlunun cesedinin asılı olduğu yere gitti. Hayatı boyunca olduğu gibi yüz yaşında da hiç sarsılmadan, dimdik ayakta duruyordu. Asılı cesedin karşısına geldi ve “Ey hutbesi bitmeyen hatip, hutbeden ne zaman ineceksin. Zulüm bitmez sen hutbene devam et!” dedi. 
    Sonra halka dönüp şöyle haykırdı:
    - Biliyor musunuz Abdullah ölümsüzlüğü temsil ediyor. Siz onu başsız görüyorsunuz ama o zulme karşı mücadelenin faziletini ve ölümsüzlüğünü temsil ediyor. Bu çok büyük bir hutbedir. Bu hutbeyi her yerde dinleyemezsiniz, gelin gelin bu hutbeyi izleyin…” 
    Herkes şaşırmıştı. Üzerlerinde şoku kısa sürede atlatan halk akın akın Hz. Abdullah’ın mübarek bedenine, “Hutbe dinlemeye gidiyoruz!” diyerek gelmeye başlamıştı. Bu durumdan endişe eden Haccac naaşı indirip defnettirdi. Bundan sonra Hz. Esma çok yaşamayıp rahmet-i Rahman’a kavuştu. 
    O, zulme karşı dik duruşu, örnek kulluğu, teslimiyeti, tevekkülü ve sabrı ile bütün müminlere örnek bir hayat yaşamıştı.

    BİR SORU-BİR CEVAP
    Babanın haram kazancından hanımı ve çocukları yiyebilir mi?
    Bu soruyu bize “Soru” rumuzlu okurumuz soruyor.
    Dinimiz, anne ve çocukların geçimini babanın üzerine verir. Ayet-i kerimenin ifadesiyle anne ve çocukların helal yollardan yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir. (Bkz. Bakara, 2/233) Bu, Cenab-ı Hak tarafından babanın omuzlarına yüklenmiş dinî bir yükümlülüktür. 
    Aile reisi olan baba, başta kendisi olmak üzere hanımının, çocuklarının ve nafakaları üzerine olan -babası ve annesi gibi- kimselerin nafakalarını helâl yoldan kazandığı para ile karşılamak durumundadır.
    Helâl kazançla yetinmeyip, geçim derdini bahane ederek, iman zayıflığından dolayı harama teşebbüs eden, hatta daha da umursamaz bir tavra girerek, kazancının tamamını haram yoldan karşılayan kimse, başta kendisi olmak üzere, aynı kazançtan yedirdiği aile fertlerinin bütün mesuliyet ve günahını üzerine almış olur.
    Çünkü bakmakla mükellef olduğu fertlerin bu meselede bir mesuliyet ve suçu yoktur. Dolayısıyla, onlar mecbur kaldıkları için haram kazançtan yemektedirler. Bu sebepten, günaha girmiş olmazlar.
    Sorumluluk babaya aittir
    Fıkıh kitaplarımızda konu ile alakalı şöyle bir kayıt vardır:
    “Kocasının, aslen meşru olmayan bir yoldan temin ederek geçirmiş olduğu bir yiyeceği yemesinde, bir elbiseyi giymesinde hanım için bir günah yoktur. Günah, kocanın kendisinedir.” (Reddü’l-Muhtar, 5/247)
    Çocukların durumu da bundan farklı değildir. Çünkü hanımın nafakası nasıl kocasının üzerine ise çocukların geçimi de babaya aittir. Çocuklar da babalarının kendilerine haramdan getirmiş olduğu nafakadan faydalanmak mecburiyetinde kaldıkları için, o haramdan doğacak günah babalarına aittir.
    Ne zaman ki çocukların eli iş tutar, kendi ihtiyaçlarını kendileri temin edecek seviyeye gelir, helâl yoldan para kazanma durumuna ulaşırlarsa, artık kendi kazançlarını yemeleri gerekir.

    ÖRNEK HAYATLAR
    Peygamber Efendimiz’in gençliği nasıldı?
    Efendimiz’in (s.a.s.) on dört-on beş yaşlarına geldiğinde diğer gençlerden farklı biri olduğu her halinden belli oldu. Allah, O’nu cahiliyyenin bütün kötülüklerinden ve ayıplarından korudu. Hilmi, sabrı, şükrü, adaleti, tevazusu, iffeti, cömertliği, cesareti, hayâsı ve vakarı ile kısa sürede halkın parmakla gösterdiği fazilet, ahlak ve şeref timsali bir genç oldu.
    Hiç bir zaman halktan uzaklaşmayan Efendimizin sosyal ilişkileri son derece iyiydi. İnsanlara iyilik eder, yardımlarına koşar, düşenin elinden tutup kaldırırdı. Hal ve hareketleri ile sevilip sayılan bu genç, doğru sözlülüğü, eminliği, iyilikseverliği, kötülüklerden uzak durması, aklı başında insanların hoşlanmayacağı işlere yaklaşmaması sayesinde daha o yaşta gıpta edilerek örnek gösterildi. “el-Emîn” lakabı ile anılarak büyük değer verildi. 
    İnsanlarla iyi ilişkilerin yanı sıra yanında kaldığı aileye karşı sorumluluklarını da en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etti. Yalnızca ailenin koyunlarını otlatmayıp, her konuda yardımlarına koştu.

    Günahlardan hep uzak durdu
    Mekke’ye misafir olarak gelenlere yemek ve zemzem ikram etme görevini üstlenen amcası Ebû Tâlib, zemzem kuyusunun yıkılan yerlerini tamir etmeye karar verdiğinde çocuklarını ve yeğenini yanına çağırarak kendisine yardım etmelerini istedi. Mekkeli gençlerle çok güzel arkadaşlıklar kuran Efendimiz, amcasına daha fazla yardım etmek için arkadaşlarının yanına koştu. Durumu anlatarak yardım istedi. Olumlu cevap veren arkadaşları elbirliği ile işi kısa zamanda bitirdiler. 
    Bütün Mekkeliler tarafından takdir edilen Efendimiz, gençliği boyunca putlara tapmaktan ve günahlardan uzak durdu. Bir konuşma sırasında Mekkelilere Efendimizin gençliğini anlatan Nadr b. Hâris şöyle diyordu:
    “Muhammed aranızda büyüyen, her halini bildiğiniz bir gençti. Gençlik yıllarında onun hal ve hareketlerinden çok memnundunuz. O sizin en doğru sözlünüz, en güvenilir olanınızdı. Olgunluk çağına ulaşıncaya kadar en küçük bir hatasına şahit olmadınız. Şimdi siz getirdiğini getirince ona sihirbaz yaftasını yapıştırdınız. Vallahi o sihirbaz değildir…” (İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 2/403)

    TWİTTER : @aliihsandemirel

    23 Kas 2018 17:17
    YAZARIN SON YAZILARI