Türk siyasetinde bir Bülent Ecevit vardı. Nezaket ve tevazu sahibi, farklı görüşlere saygılı, şair ruhlu, entelektüel... Güç karşısında boyun eğmeyen, siyaseti zenginleşme aracı olarak görmeyen...
Aktif siyasette en uzun süre kalmış liderlerden biriydi. 1957’de girdiği siyaseti ara dönemler ve siyasi yasaklar hariç ölümüne kadar sürdürdü. Türkiye’nin dönüm noktaları ve değişim süreçlerinde hep adı vardı. Onu diğer liderlerden ayıran yönü, aynı zamanda bir düşünür, entelektüel ve şair olmasıydı. Değişime açık ve karizmatik bir liderdi. Kendi deyimiyle, ‘doğruluk tutarlılığı’ hayat felsefesiydi.
5 Kasım 2006’da kaybettiğimiz Ecevit, 1957-1972 arasında genç bir siyaset adamı olarak, İsmet İnönü’nün yanı başında yer aldı. Demokrat Parti’ye ve daha sonra Adalet Partisi’ne karşı verilen siyasi mücadelede ve kavgalarda hep ön saflardaydı. Gençlik hareketlerinin içinde bulundu. CHP’ye girdikten sonra genel sekreterlik gibi önemli bir görev üstlendi. İnönü’den sonra ikinci adamdı. 36 yaşında Çalışma Bakanı oldu. ‘Ortanın solu’ fikri ile devletçi CHP’yi Batılı anlamda bir sol parti yapma düşüncesindeydi. ‘Bu düzen değişmeli’ kitabı elden ele dolaşıyordu.
Liderliğe yükselişi, 12 Mart 1971 askerî muhtırasına karşı aldığı tutumla oldu. 12 Mart hükümetine bakan verilmesi konusunda İsmet İnönü ile ters düştü. Askerî yönetime karşıydı. Nihat Erim ara rejim hükümetine bakan veren İnönü’ye Ecevit hemen tepki gösterdi, CHP genel sekreterlik görevinden istifa etti. 1972’de CHP genel başkanlığına aday oldu ve 34 yıllık İsmet İnönü dönemini bitirdi. Yenilikçi fikirlerle halkın desteğini almayı başardı. Çok partili hayata geçildikten sonra CHP, ilk defa Bülent Ecevit’in genel başkanlığında seçim zaferlerine imza attı.
1974 ve 1977 genel seçimlerinde CHP’yi birinci parti yaptı. Ancak tek başına iktidar olacak sandalye sayısına ulaşamadı. MSP ile koalisyon kurarak bir tabuyu yıktı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yapan koalisyon hükümetinin başbakanıydı. Artık ismi dağa taşa ‘Karaoğlan’ diye yazılıyordu; ‘Kıbrıs fatihi, halkçı Ecevit’ti o. 1977 yerel seçimlerinde il genel meclisi oylarının yüzde 41,7’sini aldı. Belediye başkanlıkları seçiminde de oy oranı yüzde 48’di.
1974-80 yılları arasında Süleyman Demirel ile birlikte ülke yönetiminde söz sahibiydi. Artan şiddet ve terör olaylarının arkasındaki gerçeği biliyordu. Suikast girişimleri korkutamadı. ‘Kontrgerilladan hesap sormak bizim için bir borçtur’ diyerek ilk kez kontrgerilladan bahseden lider oldu. Ancak bu amacına ulaşamadı.
12 Eylül 1980’deki askerî müdahale ile siyasi yasaklı hâle gelen Ecevit, köşesine çekilmedi; Arayış dergisi ile demokrasiyi açıktan savunmaya devam etti.
CHP’den istifa edip siyasi mücadelesini yazılarla sürdüren Ecevit’i ne ardı ardına açılan davalar ne de hapis hayatı yolundan döndürebildi. Hiç susmadı. Siyasi yasakları ihlal ettiği gerekçesi ile hakkında 100’ün üzerinde dava açıldı. Devletin hariçteki nüfuzunu kıracak şekilde asılsız neşriyatta bulunmaktan TCK’nın 140. maddesi çerçevesinde yargılanıyordu! 3 Aralık 1981’de cezaevine girmeden önce BBC’ye verdiği röportajda; ”Dışarıda bir mahpus gibi yaşamaktansa, özgür bir insan olarak bir süre hapiste kalmayı tercih ederim.” diyordu.
Hapishanede ekonomik sıkıntılar içindeydi. Çevresi boşalmıştı. Kimse ziyaret etmeye cesaret edemiyordu. Rahşan Hanım, evinde para edecek ne var ne yok satmıştı. Ecevit’in mektuplarına cevap verecek maddi imkânlardan yoksun olduğunu bilen CHP İstanbul Gençlik Kolları’na mensup bir grup genç, Ecevit’e gönderdikleri mektupların içine 5’er lira koymaya başlamıştı. Hapishane yönetimi Ecevit’e gönderilen her mektubu açıyordu. Bu yüzden yönetim tarafından uyarılmıştı. Ecevit bir yolunu bulup genç sevenlerine mektuplarının içine para koymamaları tavsiyesinde bulundu. Onlar da artık mektupların içine para koymak yerine posta pulları koymaya başladı.
1987’de siyasi yasakların kalkmasının ardından yeni bir parti, yeni kadrolar ve yeni fikirlerle yoluna devam etti. 1980 öncesi CHP’de yapamadıklarını âdeta DSP ile denemiş, özellikle ‘dine saygılı laiklik’ söylemi ile dindar, muhafazakâr kitlelerin de ilgisini çekmeyi başarmıştı.
Okuyan, yazan, felsefe ve tarihe meraklı bir siyaset adamıydı. Ezberleri bozuyordu. Ona göre; Osmanlı’nın son sultanı Vahdettin’e ‘vatan haini’ denmesi doğru değildi. ‘İstese Padişah, yurtdışına hazineyi çıkarırdı ama o kendisine yetecek küçük bir miktar alarak ülkeyi terk etmişti.’ Bu düşünceleri devrim niteliğindeydi.
Demokrasiye balans ayarı diye tarihe geçen 28 Şubat sürecinden sonra, 1999’da yapılan seçimlerden DSP birinci parti çıktı; MHP ve ANAP ile kurulan koalisyon hükümetinin başbakanı Ecevit oldu. Askerin siyaset üzerindeki gölgesi sürüyordu.
Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi 28 Şubat sürecinde de bugünkü gibi saldırılara maruz kalmıştı. Sosyal demokrat Başbakan Ecevit bunlara hiç itibar etmedi. MGK’de sunulan brifing sonrasında, “Siz öyle düşünüyorsunuz. Ben eskisi gibi düşünmeye devam ediyorum.” diyerek 28 Şubatçılara karşı dik durdu.
Türk cumhuriyetlerinde açılan okullara hep sahip çıktı ve onlardan ‘Okullarımız’ diye bahsetti. Ecevit’e göre Gülen, ‘Çağdaş ve kuşku uyandırıcı tavırlardan uzak birisi’ydi. Hizmet Hareketi’ne saldırılar sürerken, 29 Şubat 2000’de Arnavutluk gezisi sırasında şöyle konuştu: “Bazı çevrelerce eleştirilmeyi göze alarak çalışmalarınızı tebrik ederim. Yurtdışındaki bu tür okulların gelişmesinden kıvanç duyuyorum. Bunu her vesileyle dile getirmeyi borç biliyorum. Osmanlı Devleti’nin çok geniş alanlara yayıldığı zamanlarda bile, Türk dili ve kültürü bu kadar geniş bir alana yayılmamıştı.”
Siyaseti zenginleşme aracı olarak görmeyen Ecevit’in adı hiçbir zaman yolsuzluklarla anılmadı. Başbakanlık ve bakanlık dönemlerinde mal varlığında artış olmadı. Dürüst bir devlet adamıydı. Eşi Rahşan Ecevit de lüks ve israfı sevmiyordu. Rahşan Hanım, kayınvalidesinin hediye ettiği yüzükleri bile takmadı.
Ecevit çiftinin hep mütevazı bir hayatı oldu. Evine gelen misafirlerine Rahşan Hanım, kendi elleri ile çay yapıp ikram etti. Ecevit devlet kadrolarında liyakate önem veriyordu. Farklı görüşlerden insanlarla çalıştı. Oran Sitesi’ndeki mütevazı evinde siyaseti noktaladı.
24 Eylül 1982’de Bülent Ecevit, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nden eşi Rahşan Ecevit’e yazdığı mektupta; "Toplumla birlikte sürükleniyoruz tünele. Kurtulursak toplumla birlikte kurtulabileceğiz ancak. Bunu da biliyoruz. " diyordu.
Rahmetle anıyorum..
Ali Emir Pakkan