Bizim tarihimizde demokrasi hep darbelerle kesintiye uğramış.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1972, 12 Eylül 1980, ve 28 Şubat 1997’de askerler hükümetleri düşürdü.
27 Mayıs darbesinde Başbakan idam edildi.
Her darbede insanlar tutuklandı, işkence edildi, öldürüldü.
Büyük acılar yaşandı.
Benim babam gazeteci ve bu dönemleri hep bize anlatır.
Babamın gazetesi daha çok dindar, muhazakar bir kitleye hitap ediyordu.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunuyordu. Avrupa Birliği üyeliğimizi destekliyordu.
Babamın hayali standartları yüksek, özgür bir ülkeye kavuşmaktı.
2002’de tam da bu idealleri gerçekleştireceğini vaad eden bir parti iktidara geldi.
Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan siyasal İslamcı Refah Partisi'nde siyaset yapmış sonra yenilikçi bir hareket başlatıp partilerinden ayrılmışlardı.
Siyasal İslam gömleğini çıkardık dediler. Dini siyasete alet etmeme sözü verdiler. Herkesi kucaklayacak daha önemlisi ülkeye tam demokrasiyi getireceklerdi!
Avrupa Birliği üyeliği için pek çok yasa değişti.
Batı Ve ABD, Erdoğan’a inandı. Babam ve gazetesi de...
Ancak rüya kısa sürdü.
Erdoğan 2012’den itibaren bütün gücü ele geçirince demokrasiden saptı. Kendisi ve 4 bakanı ile ilgili pek çok yolsuzluk iddiası vardı.
Yargıya gidip aklanmak yerine yargıyı ortadan kaldırdı.
Kendi medya organlarını kurdu.
Babamın gazetesinden de kayıtsız destek istedi.
Ancak demokrasi ve hukukun yanında kalmaya devam edince gazete, iktidarın acımasız saldırıları başladı. Demokratları, liberalleri ve kendisi gibi düşünmeyen muhafazakar, dindar bir grubunu ( Gülen hareketi) yok etti.
16 Temmuz 2016’de, Türkiye yeni bir darbe girişimi ile karşılaştı. Ancak bu öncekilere hiç benzemiyordu! Senaryosu önceden yazılmış kanlı bir oyun sahnelendi.
Tıpkı Almanya’da 1933’teki şaibeli parlamento binası yangını gibi.
Hitler bu yangını bahane ederek nasıl bütün yetkileri eline aldıysa Erdoğan da onun yolunu izledi. 16 Temmuz’u bahane ederek rejimi değiştirdi.
Bir gece binlerce hakim, savcı, polis, subay İhraç edildi.
Gazeteciler tutuklandı.
Çoğu korkunç işkenceler gördüler.
Bazıları linç edildi! ( Ölenlerin sayısı bilinmiyor.!
Derin devlet, demokratik sivil bağımsız ve barışçıl bir hareketi kendisi için öteden beri tehlike görüyordu. Ülkede bu vasıflara sahip Gülen hareketi kitlesel bir soykırıma uğratıldı.
Yunanistan’a kaçarken Ege’de ve Meriç ırmağında botu batarak ölenleri duydunuz mu?! Ne yazık ki içlerinde kadın, çocuk ve bebekler de vardı.
Benim aileme gelince.
Babamın gazetesi kapatıldı.
Üniversitemizin kapısına kilit vuruldu.
Annemin öğretmenlik yaptığı özel okul da aynı akıbeti yaşadı.
Babam yurt dışına çıkabilen gazetecileri, Alman yazar Stefan Zweig’e benzetiyor. Zweing, Nazi zulmünden kaçmış ve sığındığı Brezilya’da Batılı ülkelerin Hitler’e yeterince karşı çıkmamasından dolayı umutsuluğa kapılıp intihar etmişti.
Biz ise hiç umudumuzu kaybetmedik.
Ben bunları anlatırken şu anda ülkemde 700'e yakın bebek hapiste.
200’e yakın gazeteci ise esir!
Savaş görmüş insanların birden ihtiyarladıkları söylenir.
Karşınızda 21 yaşında ama kendini 40’larında hisseden biri var.
Savaş görmedim ama darbe gördüm.
Zulmün sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyoruz.
Not: Bu konuşma dünyanın sayılı üniversitelerinin birinde, hocasının talebi üzerine bir öğrenci tarafından yapılmıştır.