Tek parti döneminde Bediüzzaman Said Nursi'ye talebe olmak hapsi, işkenceyi, sürgünü ve hatta ölümü göze almak demekti. Bugünkü gibi Kur'an tefsiri okuyor, hizmet ediyor diye yüzlerce kişi tutuklanıp hapse atılıyordu. O günlerde de cezaevlerinde mazlumlar ölüyordu. Hâfız Ali onlardan biriydi...
Hafız Ali (Ergün), 1898 yılında Isparta İslâmköy’de dünyaya geldi. İmamlık yapıyordu. Kur'an öğretiminin yasaklandığı dönemde onun talebesi hiç eksik olmadı. 1929 yılında Bediüzzaman ile tanıştıktan sonra hayatını Risâle-i Nur’a vakfetti. Bediüzaman’ın ifadesi ile onun gayreti ile İslamköy, “Nur Fabrikası” halini aldı. Şartlar ağırdı. Matbaa yoktu. Baskı ve zulüm vardı. 15 yıl evinden hiç çıkmadan üstadından gelen Risaleleri yazdı. Evinin duvarlarındaki gizli bölmelerde Kur'an tefsirlerini saklıyordu.
1943'te Üstad ve talebeleri gözaltına alınarak Denizli'ye sevk edildi. Hafız Ali de hayvanların taşındığı bir vagonla Denizli'ye getirildi. Hapiste Üstadı ile tekrar buluştu! İşkenceden geçirildi. Korkusu yoktu. Hakimin ‘Risâle-i Nur’da yazılı Hafız Ali sen değil misin?’ sorusuna, 'benim' cevabını verdi. Bediüzzaman’ın en büyük yardımcısıydı. Hücrede, mum ışığında Risaleleri çoğaltmaya devam etti. Kibrit kutularına yazılan Risaleler elden ele dolaşıyor ve dışarıya ulaşıyordu.
Üstad defalarca zehirlenerek öldürülmek istenmişti. Denizli hapsinde bir kere daha zehirlendi. Bunu fark eden Hafız Ali, bir gün Nur Talebelerini yanına topladı. “Ben dua edeceğim, siz âmin deyin.” diyerek duaya başladı: “Ya Rab, bu millet ve vatan Risale-i Nur’a muhtaç. Eğer Üstad vefat ederse Kur’an davası yarım kalacak. O Nur kahramanının canını alma, benim canımı al ve benim ömrümü ona ver”
Amin sesleri zindan duvarlarını inletti. Duası kabul olacaktı.
Aniden rahatsızlandı ve ve hastaneye kaldırıldı. Durumdan haberdar olan Üstadı onu teselli etmek için bir mektup yazdı:
"Aziz kardeşim Hâfız Ali, hastalığını merak etme. Cenâb-ı Hak şifa versin, âmin. Hapiste her bir saat ibadet on iki saat ibadet yerinde bulunmasından, çok kârlısın. İlâç istersen, bir kısım dermanlar bende var, sana göndereyim. Zaten ortalıkta bir hafif hastalık var. Ben mahkemeye gittiğim gün, herhalde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım etmek için, eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir parça rahatsızlığımı aldın."
Bediüzzaman kurtuldu ama Hafız Ali kurtarılamadı. 17 Mart 1944'te, 45 yaşında vefat etti. Denizli mezarlığına defnedildi. Vefatı Üstadı çok üzdü. Duygularını şöyle ifade edecekti: "Ben Hâfız Ali'yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. O hapiste Meyve Risalesini kemâl-i aşkla yazarken ve okurken vefat etti. Gizli düşmanlar beni zehirlediler. O benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi, bizi meyusâne ağlattırdı."
Said Nursi, Hafız Ali için şehit oldu, diyecek ve şu müjdeyi verecekti:
"Nur’un böyle bir mânevî kahramanının vefatı bizi sıkarken, (…) birden İlahi inayet imdada geldi. Mübarek kardeşlerimin hâlis duâlarıyla o merhum şehidin, kuvvetli emârelerle, kabrinde Nurlarla meşgul olması ve suâl meleklerine mahkemedeki gibi Nurlarla cevap vermesi (...) inâyet-i Rabbâniyenin imdadımıza yetiştiğini ispat etti. O bir şehit. O benim yerime şehit oldu... Benim bedelime şehid olacağını hissetti. Kuvvet-i ihlâsının kerâmeti olarak bana gönderdiği mektubunda bunu haber veriyordu. Haber verdiği gibi şehid oldu.
Onu aynen hayattaki gibi Risâle-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum. Ben hem kendimi, hem sizi tâziye ediyorum. Merhum Hâfız Ali’yi ve Denizli Mezaristanını tebrik ediyorum. "
Üstad, talebesinin dualarda yad edilmesini istiyordu: "Meyve Risâlesinin hakikatini ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istirahate çekildi. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risâle’nin bütün yazılan ve okunan harfleri adedince defter-i a’mâline hasenat yazdırsın, âmin. Siz de benim gibi duâlarınızda onu yâd ediniz. Bin lisan onun lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde mânevî bin hayat kazandı diye rahmet-i İlâhîden ümitvarız.”
Said Nursi, Denizli hapsinden çıktıktan sonra ilk iş, bir ikindi vakti Hafız Ali’nin mezarına gitti. Kur’an okudu, dua etti. Elini açtı; “Bu şehit bir yıldızdır” dedi. Talebeleri başlarını kaldırdılar. Gökte bir yıldız ışıl ışıl parlamaktaydı. Mezar taşına; "Mahkeme-i Kübray-ı Haşirde Nur talebelerinin bayraktarı şehit merhum Hafız Ali" yazıldı.
Türkiye tarihi zulüm tarihidir. Her gün hapishanelerden işkence ve ölüm haberleri geliyor. Hafız Aliler var ki, zulüm sürüyor.
Ali Emir Pakkan
Twitter@AliEmirPakkan