Hayatımıza değer ve derinlik bahşeden niteliklerden biri, “verme”yi tabiatımızın bir parçası haline getirebilme becerisidir.
İnsanın “verme”yi fıtratına mal etmesi, fedakârlığı, diğergamlığı ve başkaları için yaşayabilme düşüncesini “içtenleştirmesiyle” mümkündür.
Analar o sebeple ulaşılmazdır işte.
Anaların hakkı o sebeple ödenemez.
Cennetin anaların ayakları altına seriliş hikmetidir bu.
Bir ana başkası için yaşamaya, bebeğinin muştusu içine düştüğü an başlar ve “canından can vererek” hayata sürer yavrusunu…
Anne vermeye canından başlar…
“Vermek” fedakarlığın ayrı bir boyutudur ve şüphesiz en zor ve çetin yanını oluşturur.
***
Vermenin tam karşısında istemek durur.
İnsanın ömrü bir yerde hep istemekle geçer.
İnsan hep iyi ve güzel şeyler ister.
İnsan hep daha çok ister.
Hep iyi ve güzel şeyler isteyen, hep daha çok isteyen insan, “vermeyi” öğrenmedikçe, vermeyi bilmedikçe ve vermeyi istemedikçe, isteklerine ve istediklerine nasıl kavuşabilir?
İstediklerine kavuşmanın yolu, vermeyi istemekten geçiyor.
Vermeyi bilmeyenin, istemeyi bilebileceğinden de kuşkuluyum ben.
Çünkü en güzel istemek, “vermektir.”
***
İstemek duygusunu yaratılışımıza mayalayan yüce kudret,“vermek istemeseydi”, bunu bize niye yapsındı ki?
Karşılığı, yani “vermesi” olmayan, bir istek ve isteme duygusu katmerli bir zulümden başka ne olabilir?
O “vermek istediği” için bize istemek duygusunu bağışladı ve istemeyi öğretti.
O’ndan ne kadar çok şey istiyoruz. Nefes alıp verdikçe, dilimiz döndükçe O’ndan daha ne çok şey isteyeceğiz?
Ömrümüz istemekle geçiyor bizim.
O ise hep veriyor.
Sağlık veriyor, rızık veriyor, evlat veriyor, umut veriyor, hayat veriyor…
O hep veriyor.
İstesek de veriyor, istemesek de…
Zaten istemeden sadece O veriyor..
“Vererek” vermeyi ahlak haline getirmeyi öğretiyor ve öğütlüyor.
Çok ihsan eden, çok cömert, en çok veren anlamına Cevvad ki O’nun en görkemli ismidir...
“Vermek ve istemek” duygularını en yoğun biçimde yaşadığımız zaman dilimi, ğufran ve mağfiret ayı olarak bildiğimiz Ramazan’dır.
Bizi Yaratan’a ellerimizi en fazla bu ayda açıyoruz.
Ellerimizi her açtığımızda yüce Yaradan’dan bize neler vermesini istiyoruz, kim bilir?
İsteklerimizin sonu gelmiyor…
İstemek ne güzel şey Rabbim!
Bizi duyduğunu bilmek ne güzel…
Vermeden sahip olmak, vermeden elde etmek, vermeden kazanmak ne mümkün!
Aklı işleyen bir Fransız, “ Siz işinize hayatınızı verirsiniz, işiniz de size bir hayat verir.” derken “vermeden” hiçbir şey olunamayacağını anlatmıyor mu sizce de?
Yüce Yaratıcı, sevdiğimiz şeylerden vermedikçe iyi ve erdemli olmanın zorluğunu vurgular Kitab-ı Mübin’de…
Ve alabildiğine vermeye özendirir insanı…
İyi, güzel ve hayırlı işlere yönelmiş her vermeyi, kendisine sunulmuş bir “karz-ı hasen” (güzel borç) olarak kabul eder O…
Vermeyi çok seven Cevvad-ı Kerim vermeye özendirir insanı.
Vermeden olmaz çünkü…
Vermek zenginleşmektir.
Vermek olgunlaşmaktır.
Vermek mükemmelleşmektir.
Ağaçlar bile meyve verdiği müddetçe yaşar.
Bal veren arı, süt veren koyun, yumurta veren tavuk daha evla değil midir?
İnsanın olgunlaşması, vermeyi tabiatının bir parçası haline getirmeyle doğru orantılıdır.
Mükemmel Müslümanlık dahi verme duygusunun müminin karakterine nüfuz etmesiyle birebir irtibatlıdır.
O sebepledir ki cennet cömertlerin yeri, verenlerin yurdudur, denmiştir.
Hayatı bir isteme yumağından ibaret olan insan, Yaradan’ından en başta ve en çok cenneti ister.
Cennetin yolu ise vermekten geçer..
Ve “vermek”, en güzel istemektir…