Gurbet deyince herkesin mutlaka hasretini, ayrılığını çektiği sevdiği vardır..Kimi yardan, kimi anadan babadan kimi yurttan yuvadan..İnsanın ayrı düştüğüne mi yoksa mahrum kaldığına mı gurbet denilir? Zaman gösterdi ki mahrum kalmaya gurbet denilirmiş..
En acısı ise herkesle beraber olduğu halde anlaşılmama, gariplik gurbetidir. Öz yurdunda, sevdiklerinin içinde olup gurbet yaşayan çok garipler var.. İşte bu gurbetin mağdurlarına Efendimiz a.s. 'ne mutlu gariplere' diyor..
Müslüman içten içe bugün çok derin gurbetler yaşıyor. Allah ve Resulü'nün gurbeti, Kur'anın ve maalesef dinin gurbeti..
Şu sürecin bize verdiği en kıymetli şey; bence kaybettiğimiz gerçek dostluk, arkadaşlık ve kardeşliğimizi bulmamız oldu. Annen baban olmuş ne yazardı? Garip olduktan kovulduktan sonra yurdun vatanın olmuş ne olmamış ne? Kalabalıklar içinde dışlanıp yapayalnız kaldı isen, öz vatanında garip özyurdunda parya kaldıysan.. İşte gurbet, işte garip.. Garipte sen, gurbette sen..
Her şey meğer imanla değer kazanırmış. Bir kalpte iman yoksa orası yıkık harabedir. Bir beldede, bir memlekette din, iman Kur'an garipse, Allah ve Resulü yoksa oranın kıyameti kopmuştur.. Orda sevgi, orda saygı, orda şefkat ve merhamet yoktur.
”Onu bulan neyi kaybeder, onu kaybeden de neyi bulur ki? Bulsa da başına bela bulmuştur..
Bugün yeni bir göç, bir hicret var. Kaybedilenlerin yerine yeni yeni dostlara, arkadaşlara belki eşlere, akrabalara yurt yuvalara göç var.. Yeni diyarlara seferberlik var.. Allah Resulü ve sahabileri (r.a.) de göç etmemiş miydi? Tüm Nebiler kovulmamışlar mıydı ülkelerinden, taşlanmadılar mı halkı tarafından? Hicret etmediler mi yeni diyarlara? Onların a.s. yolu değil miydi bu?
Milyonca garipten biriydi o. İtilmiş kakılmıştı dışlanmıştı o da. Açlıktan susuzluktan ölsün diye görevden atılmış, el attığı tüm işlere engel olunmuş, çaresizdi. Ne ona ne de davasına yaşama şansı tanınmıyordu.. Mesajını başka yerlere taşımalıydı.
Adanmışlardandı.. Başkası için yaşamalı, hayatını başkasının kurtulmasına feda eden hasbilerdendi.. Dert ve davasını anlatamama belki onun için ölümdü. Başka yerlere göç etmeliydi..
İşte Hüseyin öğretmen, eşi çocukları bu kutsal göçe, başka diyarlara varmak için eski bir tekneyle açılmıştı özgürlükler ülkesine... Tam kavuştum derken; belki de manen bir ses 'nereye Hüseyin'im bize gelmez misin? demişti' Kavuşmak dostların en hayırlısına, Resulullah'a olmuştu. Teknesi Midilliye değil, cennet yamaçlarına demirlemişti.
“Yine göç var diye mecnuna haber verme sakın.
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.
Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem,
Dahi nezrim bu ki, canım sana kurban olacak.
Nazarın erse garip başıma, ey nur-u Hudâ!
'Bugün artık bu hakir bende de ummân olacak' demiş ve Ege Denizine dalmışlardı..Cennete yol, Ege'denmiş demek...
Üstadın gidecek yeri yoktu.. Dünyayı ona dar etmişlerdi. Hz. İbrahim a.s., Said bize gelmez misin? diye davet etmişti onu.. Bu davetlerden biri İskilipli Atıf Hoca Efendi'ye de yapılmıştı. Gece savunmasını yazmış sabah mahkemeye sunacaktı.. Efendimiz s.a.v, 'ne bunlar Atıf! Yoksa bize gelmek istemiyor musun?' deyince elindeki savunmasını yırtmış, şehadet şerbetini Efendimizin (as) ellerinden içmişti..
Din yoksa zulmet içinde zulmet, gurbet içinde gurbet vardır. Kur’an bir vadide, onlar ayrı bir vadide ise mümin gariptir. Kaderin takdiri ki ahir zamanda Namı Celilin yeryüzüne duyurulması işi vardı.
Bu kez küfür diyarından değil, İslam diyarından kovuluyordu Müslümanlar.. Eziyet ve işkenceyi Ebu Cehil, Ebu Lehep, Utbe, Şeybe yapmıyordu, görünüşte müslümanlar yapıyordu.. Hatta tarihin kaydettiği ender zulüm ve tahakkümler yapılıyordu..
Dışlanan müslümanları yine Necaşiler kabul ediyorlardı.Yine Ebu Cehiller Necaşilere mektuplar yazıyor notalar veriyor, ciddi menfaatler teklif ediyorlardı. Ama varılan yerlerde hukuk vardı. Krallık yoktu.. Bugün de karşılarında hukuk devletlerini buldular. Muhacirler iade edilmiyor. Çetelerle kaçırmalara teşebbüs etmeye çalışıyorlar.. Ciddi tarihi tekerrürler oluyor.
Herkesin gurbeti hasretini çektiği sancısı ile kıymetlenir. Allah Resulü öyle buyurmuyor mu? Kimin hicreti neye ise ona kavuşur..
Kur'ana kucak açmayan yerde mümine de yer yoktur. Ashap efendilerimiz de doğup büyüdükleri Mekke'den dışlanmışlardı.
Onlarsa hayat felsefelerini din eksenli örgülemişlerdi. Mesele sadece canlarını kurtarmak iyi yaşamak değildi. Yeni gelen dini anlatmak hayatlarının gayesi idi..
Efendimiz (as) Taif'e gitmiş umduğunu bulamamış ciddi eziyet ve hakaretlerle dönmüştü. Ama Habeşistan Müslümanlara kucak açmıştı. Necaşi müslüman olmuş, keşke şu saltanatıma bedel Hz. Muhammed'in (as) hizmetçisi olsaydım diye tarihe not düşmüştü.. Tarihî kadirşinaslığını ve hakperestliğini göstermişti.
Ama bunca çile ve ızdıraptan sonra hem göklerin kapısı hem Medine'nin kapısı, hem de Mekke'nin kapıları açıldı.
Demek bedel çile imiş.. Onu bekliyordu. Bugün de aynı kader, dünyanın dört bir tarafına dağılma, devletlerin kapılarının açılması, Necaşilerin kabulü, demokrat hukuk devletlerinin kucak açması çile ve işkence bedeli ödenerek oluyordu. Hicret, işkence, gaybubetler, zindanlar mahrumiyetler mal varlığına el koymalar bu açılımların bedeli imiş..
Gaye-i hayal, dünyalık rahat istirahat olmamalı, yine rıza eksenli hayat felsefemiz olmalı.. İlahi Kudretten ve Adetullah'tan umudumuz o ki nice kalbleri ve kapıları açacaktır..
Çünkü kışın gözyaşlarında bahar var.. Gökler ağlamazsa, yer şak şak çatlamazsa, don vurup zangır zangır sancılanmazsa bahar gelmiyor, dallar tomurcuğa, çiçekler meyveye durmuyor.
Allah’tan ve Rasulüllah’tan uzaklaşma varsa,
Din garip, bize küsmüş gitmiş gurbette ise,
Kuran bir vadide müslüman ayrı bir vadide ise,
Ahlak fersah fersah bizden geçmiş gitmişse,
Gayreti diniyye ve milliyemiz kalmamışsa,
Ar göçmüş, namus yerlerde payimal, haya mahkumsa,
İftira, ithamlar ve hakaretlerin bini bir paraysa,
Zulüm adalet külahı giymişse,
Güvenilir insanlar hain, ihanet şebekelerine emin deniliyorsa
Zalim haklı, mazlum haksız sandalyesinde oturmuşsa,
Öz benliğimizden uzaklaşıp tanınmayacak hale gelmişsek,
Maneviyattan uzaklaşılmış topyekun bunalımdaysak....
Oraların kıyameti kopmadan yine göç var deyip o diyarlardan göçmeli, yeni yeni yurtlar aranmalı ve seferberlik var denmeli...
90'larda Kırgızistan Çin sınırındaki Osh kentinin bir yurdun duvarında okumuştum...
'Hizmette sınır yoktur..Sınırda hizmet vardır..'
Sınır tanımayan adanmış ruhların yüksek efkâr ve ideallerini gösterir bir serlavhaydı, etkilenmiştim..
Bahattin Karataş