Dersim olayları, Türkiye tarihinin en acı ve
tartışmalı dönemlerinden birine işaret eder. Bu olayların en önemli
sebeplerinden biri, bir kızın kaçırılması sonrasında yaşanan trajik ve vahim
bir olaydır. Kaçırılan bu kız ve genç, karakol tarafından yakalanır ve ardından
komutan ve askerler tarafından kızın tecavüze uğramasıyla sonuçlanır. Olayı
öğrenen kızın babası, karakola giderek kızına Zazaca "Bunlar sana bir şey
yaptı mı?" diye sorar. Kızın "Hepsi yaptı" yanıtını vermesiyle
birlikte, baba bir plan yapar ve komutan ile askerleri evine bir ziyafete davet
eder. Daveti kabul eden askerler ve komutan sofrada yerlerini aldıklarında,
baba önceden hazırlığını yapmış olduğu saldırıyla hepsini öldürür. Bu olay,
basında "eşkıya karakol bastı" şeklinde duyurulur ve kamuoyuna bu
şekilde lanse edilir.
Ancak bu olay, Dersim'de yaşanan trajik hadiselerden sadece biridir. Bu ve benzeri birçok olay, toplumdan gizlenmiş, dile getirilememiş, içten içe yaşanmış ve nihayetinde mağdurlarıyla birlikte mezara gitmiştir. Yaşanan bu zulümler, olayların daha da büyümemesi adına sineye çekilmiş, karşılıksız kalmış ve unutulmaya terk edilmiştir.
Devlet Olmanın Gerçek Anlamı
Devlet, bireylerin ve toplumların haklarını koruyan, hukukun üstünlüğünü savunan bir yapı olmalıdır. Ancak, her şeye sahip olmayı ve gücünü dilediği gibi kullanmayı amaçlayan bir yapı, devlet olmanın ötesine geçer; bu bir tahakküm anlayışıdır. Gerçek bir devlet olabilmek, adalet, eşitlik ve hukukun üstünlüğü ilkelerini tam anlamıyla hayata geçirebilmekten geçer. Zulmeden, yıkan, yakan ve yok eden bir anlayışın "devlet" olarak nitelendirildiği bir durumda, bu anlayışa karşı çıkanlar ise "çapulcu" ya da "eşkıya" olarak damgalanır. Bu çifte standart, toplumda derin yaralar açmakta ve adaletin tesis edilmesini zorlaştırmaktadır.
Bugün bile bu zihniyeti savunanların varlığı, toplumda adalet ve eşitlik anlayışının tam anlamıyla yerleşmediğini göstermektedir. Devletin unsurları suç işlediğinde bu, bireysel bir eylem olarak değerlendirilirken, bir vatandaş suç işlediğinde ise bu eylem, tüm bir topluluğa ya da gruba mal edilebilmektedir. Devletin gerçek anlamda var olabilmesi, tüm vatandaşlarına eşit mesafede durması ve hukukun üstünlüğünü her durumda uygulayabilmesiyle mümkündür.
Devletin Temel Rolü: Adalet ve Hukuk
Gerçek bir devlet, herkesin devleti olmalı ve kanunlarla hareket etmelidir. Aksi takdirde, devletin otoritesi sorgulanır hale gelir ve devlet, kendi meşruiyetini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır. Devlet, bir yandan bireylerin haklarını korurken, diğer yandan da vatandaşlarının güvenliğini ve refahını sağlamalıdır. Ancak, bu görevini yerine getirirken, hukuk ve adalet ilkelerinden sapmamalıdır. Aksi halde, devletin kendisi haydut ve eşkıya olur.
Burada Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şu sözü aklıma geldi:
tağut ve mütemerrid sayılan o adama itaattan imtina etmek, elbette eşkıyalık değildir."
Bu durumda hak hukuk ve adaletle hükmetmeyen padişahı ve halifeyi haydut ve eşkıya olarak görür.
Dersim olayları ve benzeri trajik deneyimler, devletin gücünü ve otoritesini nasıl kullanması gerektiği konusunda önemli dersler barındırır. Devlet, her bireyin haklarını koruyan, hukukun üstünlüğüne dayanan ve adaletin tesisini amaçlayan bir yapı olmalıdır. Bu ilkelere bağlı kalmadığı takdirde, devletin varlığı ve otoritesi meşruiyetini kaybeder. Devletin gerçek anlamda bir "devlet" olabilmesi, herkesin devleti olarak adaletle yönetilmesiyle mümkündür. Aksi halde, devlet bir haydut ya da eşkıya olarak anılmaktan kurtulamaz.
Sonuç olarak, devlet olmak, yalnızca güç ve otorite sahibi olmak demek değildir; adaleti sağlamak, hukuku korumak ve tüm vatandaşlara eşit davranmak demektir. Bu ilkeleri benimsediğimiz ve uyguladığımız takdirde, gerçek bir devlet olabiliriz. Dersim olaylarından çıkarılacak en önemli ders, işte bu gerçektir.
Bu bir örnekle, bugün Hizmet Hareketi'ne yapılanların bir asır geçmesine rağmen bu zihniyette bir değişikliğin olmadığını görürsünüz.