Din, devlet ve siyaset

Cuma Karaman

Cuma Karaman

03 Eyl 2021 11:53
  • Çok ama çok azı istisna olmak üzere devlet adamları ve siyasiler tarih boyunca din ve inançları kendi siyasi amaçları ve ikballeri için hoyratça istismar etmişlerdir. Bu durum özellikle din ile devlet işlerinin birbirine karıştığı, hangisinin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin belli olmadığı sistemler ve rejimler için geçerlidir. 

    Burada sorulması gereken temel soruyu devletin neden din eveya dini olanı istismara ihtiyaç duyduğudur. Bu soruya din adına hareket etmenin veya ediyor gibi gözükmenin millet tarafından inandırıcı ve güvenilir görülmeyi, kitleleri normalde pek istemeyecekleri şeylere motive etmeyi sağlaması dışında verilebilecek pek bir cevap yoktur. Düşünün din adına savaşmayı, ölmeyi ve öldürmeyi, şehadeti ve gaziliği göze alanlar, gerçekten niçin savaştıklarını pek sorgulamazlar, asıl sebepleri sorun etmezler. Hatta bunu hiç düşünmezler bile. Maharetle araçsallaştırılan “vatan sevgisi dinden gelir” öğretisi bütün muhtemel soruların ve sorgulamaların üzerini örtüverir.

    Belki çok azı hariç siyasetçilerin “dindarlık”ları iktidar olma, siyasi ya da ekonomik güç elde etme amacı kaynaklıdır. Din toplumların kontrolü ve yönlendirilmesinde alabildiğine işlevsel olabildiği için Türkiye gibi ülkelerdeki dinciler kadar laikler de bir türlü ellerini dinden çekmiyorlar. Çünkü, Ortadoğu toplumlarında siyasette ve ekonomide en çok kazandıran fenomenin din olduğunu çok iyi biliyorlar. 

    Nihai işlevleri özünde birbirlerine zıt olmasına rağmen din ve devlet işlerinin bu kadar iç içe girmişliğini devletin dini istismar çabası dışında açıklamak zordur. Bilindiği üzere dinin amacı insanların dünya hayatını ahiret hesabına göre yaşamasını sağlamakken devletin ve siyasetin amacı dünyevi/siyasi/ekonomik/beşerî gücü ve iktidarı ele geçirmek ve olabildiği kadar elde tutmaktır. Hedefleri bu kadar farklıyken dini devletle ve siyasetle özdeşleştirme çabalarını dini bir çaba gibi anlamak, ancak dini hiç anlamamış olmakla açıklanabilir. Oysaki, devlet ve siyasetin elini eteğini çekmediği, devlet/siyaset istismarından bağımsız hale gelmediği sürece inandığımızı savunduğumuz din, İlahi olmaktan çıkıp bir beşerî olgu haline gelir. 

    Öte yandan, Türkiye seküler bir rejime sahip olmasına rağmen devlet ve siyaset ısrarla dinin bağımsız bir alanda özerk olmasını engelliyor. Geniş kitleler ise kendi akıllarıyla düşünmeyip meselelere devlet ve siyasilerin gözüyle baktığı için dinin özerk bir alanının olmasını tehlikeli buluyor. Böylece bunun laikliğin en temel esası olduğunu görmezden geliyorlar   

    Dinin emir ve tavsiyelerinin, dünyayı ahlaken imar maksadı dahil olmak üzere, uhrevi hayatın saadet ve selametine yönelik olduğu her izahtan varestedir. Çünkü din, dünya hayatına ahiret hesabıyla bakar. Bu yüzden dinin tevhid, ibadet ve muamelatı hep bu eksende cereyan eder. Tam tersine devlet ve siyasetin tek amacı ise dünyevi saltanat ve iktidardır. Devlet ve siyasetin güç mücadelesinde meşru görebildiği pek çok şey dinen haram ve yasaktır. Dinin devlet/siyaset tarafından istismarının oluşturduğu sakınca kadar devlet ve siyaset de dinin üzerine oturtulabileceği sağlam bir zemin olmaktan uzaktır. Meseleye yakından bakanlar devlet ve siyasetin dinden ellerini çekmemesinin dine hizmetten ziyade dini kullanarak siyasete hizmetin amaçlandığı gerçeğini göreceklerdir. Din, devlet ve siyaset tarihi bu tespitin sayısız ispatları ile doludur. Ancak, yukarıdaki tespitimiz devletin ve siyasetin dine hiç hizmet etmediği anlamına da gelmez ve gelmemeli.

    Temel bir prensip olarak din, uhrevi maksatlı hakikatlerin dünyevi iktidar ve saltanatlara alet edilmesine bütün bütün karşıdır. İlahi rızaya matuf dini hayat İlahi rızanın dışında hiçbir şeye alet edilemez, edilmemelidir. Oysa İslam alemine bakıldığında bunlardan hangisinin diğerine hizmet ettiği açıkça görülecektir. Bu vahim durumun mahsurları saymakla bitmez. Mesela, siyasete tarafgirlik hâkim olduğundan dinin siyaseten istismarı onun evrensel eşitlik ve kardeşlik ruhuna aykırılık oluşturur. Evrensel karakterde olan dinin hedefinde tüm insanlık varken, devlet ve siyasetin hedefini millilik ve yerelliğin tanımladığı çıkarlar ve rekabet belirler. 
    Kan ve gözyaşının bir türlü dinmediği coğrafyamızda dini alanın devletten ve siyaseten tamamen bağımsız hale gelmesi zaruretin çok çok ötesine geçmiştir. Gerçek huzur ve toplumsal barış ancak devletin ve siyasetin dinden, dininse devlet ve siyasetten elini çekmesini sağladığımız zaman mümkün olacaktır. Aksi taktirde coğrafyamızın ne içinde bulunduğu mevcut fasit daireden çıkması ne de müsbet bir değişim ve gelişim sözkonusu olabilecektir. 
    Bölgedeki çatışmalar, iç savaş ve savaşlar ne kadar dini bir görüntüye büründürülürse büründürülsün esas itibariyle tamamen ekonomik çıkar ve iktidar kavgalarından ibarettir. Bu kavgalar verilirken her ne kadar din, mezhep, meşrep farklılıkları ısrarla gözlere sokulmaya çalışılsa da İslam ülkelerinin herbirine hâkim olan marazlı zihniyetin birbirlerinden çok da bir farkları yoktur. Tamamı benzer veya aynı dini, ahlaki ve siyasi yozlaşmayla maluldür. Dinin ve devletin alan ve rollerinin tamamen birbirine karıştığı coğrafyamızda Bediüzzaman’ın geçen asrın başlarında Şam’daki Emevi Camii’nde irat ettiği Hutbe-i Şamiye’de dile getirdiği cehalet, fakirlik ve ihtilaf hastalıkları maalesef bugün de tüm bölgeyi kasıp kavurmaktadır.  
    03 Eyl 2021 11:53
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR